Anayasa Mahkemesi ve siyaset
Başbakan Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili olarak vereceği karara bir gün kala İstanbul’da, Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen’e yönelik olarak “Bu sıla hasreti artık bitmelidir” çağrısı yaptı.
Hüseyin Gülerce, Başbakan’ın, Gülen’e yönelik olarak yaptığı çağrıyı, “Bu davet, fitne ateşini söndürdü. Gülen’i mutlu ettiğini düşünüyorum” şeklinde değerlendirdi. Çağrının amacı da zaten buydu.
Bülent Arınç da “Kendisini yakın zamanda Türkiye’de karşılamaktan büyük mutluluk duyarız” dedi.
Hocaefendi ise bu çağrıyı beklendiği gibi “dönersem kazanımlar zarar görür” diyerek geri çevirdi. Fetullah Gülen’in dönmeyeceği zaten biliniyordu. Gerek Başbakan Erdoğan gerekse Cumhurbaşkanı Gül, doğrudan ve dolaylı olarak daha önce de hocaefendiye Türkiye’ye gelmesi için çağrıda bulunmuştu.
Son anda Başbakan Erdoğan’ın, Fetullah Gülen’e yaptığı çağrı stratejikti. Başbakan Erdoğan, cemaatle AKP arasında süre giden tartışmalara ve Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karara karşı bu çağrıyla son anda bir karşı tedbir üretmiş oldu.
Bu çağrıdan bir gün sonra da Anayasa Mahkemesi, Tayyip Erdoğan için bir iyi, bir de kötü haber verdi. İyi haber, Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresinin yedi yıl olmasıydı. Kötü haber ise Gül’e 2014’te ikinci 5 yıl için tekrar aday olabileceği yolundaki karardı.
Karar her şeye rağmen AK Partiyi memnun etti.
Cemaat, Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki diyalektik Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra yeni bir aşamaya girecektir. Her kesim kendisine yönelik mesaj üzerinden tavrını belirleyecektir.
AKP’yi memnun eden Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili Anayasa Mahkemesi kararı hukukçuları ikiye böldü: Sami Selçuk, “Kararın gerekçesini bilmiyoruz.../...Hüküm usul hukukuyla ilgilidir, usul hukukunda hükümler derhal yürürlüğe girer ve uygulanır. İkincisi, özel hukuk hükmü kazanılmış hakka dokunamaz. Ancak bu hüküm kamu hukuku hükmüdür, kazanılmış hak doğurmaz. Bu durumda bugünkü Cumhurbaşkanının süresi 5 yıla inmiştir, usul hükmü derhal yürürlüğe girmiştir, bu bir. Kazanılmış hak da söz konusu değildir. Anayasa açıktır. Bu iki.”
Halkın seçtiği cumhurbaşkanı için 5 yıllık süre, Meclis’in seçtiği Cumhurbaşkanı için 7 yıllık süre geçerli olamayacağını da Sami Selçuk şöyle savunuyor: “Eğer bu gerekçeyi benimserseniz, Anayasa Mahkemesi’nin aykırı bulduğu konuda da aynı gerekçeyi benimsemeniz gerekir. Çünkü birincisinde halkın seçtiği Cumhurbaşkanının süresi 5 yıla indirilmiştir, Meclisin değil, deniyor. İkincisinde ise Meclisin bir kez için seçtiği Cumhurbaşkanı ikinci kez seçilebilir olmalı deniyor. Kaba bir iç çelişki bu”.
Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı henüz yayınlanmamıştır. Ancak Mahkeme görev süresiyle ilgili olarak TBMM’ce yedi yıllığına seçilmiş olmayı bir müktesep hak olarak gördüğü, ikinci defa Cumhurbaşkanı seçilmesiyle ilgili olarak da Anayasal hükmünü esas aldığı anlaşılıyor. Bu durum Sami Selçuk’un da belirttiği gibi açık bir çelişkidir.
Hukukun kişilere, çıkarlara ya da görüşlere göre eğilip bükülmesi kabul edilir değildir. Cumhurbaşkanı’nın görev süresiyle ilgili olarak anayasadaki hükümler, yasayla düzeltilmiştir. Temel yanlış buradadır. Yasa anayasaya değil, anayasa yasaya uyumlu hale getirilmiştir. Bu durumu ‘normlara işkence edilerek yorum yapılması’ olarak tarif edenler çıkmıştır.
Hukukun bir kez daha Türkiye’de haklının değil de güçlünün işine geldiği gibi yorumlandığı ortaya çıkmıştır.
Bu aşamada sorulması gereken soru şudur; Hocaefendiyi davet, Anayasa Mahkemesi’nin kararı iç iktidar kavgasını sona erdirecek midir? İktidar pastası çok büyük ve bu sorunun cevabı da şimdilik yok.