Anadolu Ajansı’nda nöbet değişimi
Emekliliğini isteyen Anadolu Ajansı Genel Müdürü Hilmi Bengi’nin yerine atanan Kemal Öztürk, dün yapılan ve Bülent Arınç’ın da katıldığı devir teslim töreni ile yeni görevine başladı. Öztürk, Bengi’nin istifa ettiği AA Yönetim Kurulu Üyeliği koltuğuna da oturacak.
“Yeni Zemin” kökenli
1969 yılında Ağrı’da doğan, ilk ve orta öğrenimini Sakarya’da tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitiren Öztürk’ün yazı hayatı 1990 yılında Humeyni yanlısı Girişim ve Selam dergilerinde başladı. Öztürk’ün sonraki adresleri de aynı oranda dikkat çekiciydi:
Meydan, İmza, Nehir, Yeni Zemin, Sözleşme, İstanbullu dergileri...
Yeni Zemin Dergisi’nin Türk siyasetine kazandırdığı tek “danışman”ın Kemal Öztürk değildi. Bugün AKP Adıyaman Milletvekili olan Mehmet Metiner, yine bugün AKP Ankara Milletvekili olan ve Cumhuriyet için “zorba” nitelemesi yapan Yalçın Akdoğan da buradan yetişip Tayyip Erdoğan’a “danışmanlık” yapmış isimler oldu.
Öztürk’ün birlikte görev yaptığı Yeni Zemin kökenli diğer tanınmış isimlerden birkaçı şöyle:
“Kürt Açılımı”nın daha “açılamadığı” günlerde yaptığı “Öcalan kullanılmalı” çıkışıyla dikkat çeken ve “ulus devlet yerine çok uluslu yapı”yı savunan AKP eski Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan, BDP’li Altan Tan, Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, Zaman yazarı Ali Bulaç, Kürt-İslam sentezcisi Zehra Vakfı’nın yöneticilerinden Osman Tunç...
Yeni Zemin Dergisi, yıllar sonra eski mensuplarının birbirlerine yönelik “MİT’çi” suçlamaları(!)yla gündeme geldi.
Yeni Zemin’e dair en ilginç ayrıntılardan biri de, günümüz Türkiyesi’ni kamplaştıran, kutuplaştıran, kurumlar içi çatışma yaratan, “rejim”le ilgili tehdite dönüşen bir çok konu başlığını tartışmaya açan yer olması. Dergi 1990’lı yıllardaki “Değişimin Önündeki Engel: Kemalizm”, “Ümmetin Yetimleri:Kürtler”, “Kemalizmin Son Kalesi:Laiklik”, “Rejim Ordusu mu, Savunma Ordusu mu?” gibi kapak konularıyla da tartışılmıştı.
“Devlet helvadan yapılmış puttur”
Kemal Öztürk, bu dergilerde kullandığı Mir Mahmut Rıza mahlasıyla bir de kitap çıkardı. 1994 yılında Nükte Yayınları’ndan çıkan “Bir Garip Oğlanın Hikâyesi” adlı kitap, kahramanlarına söyletilen şu ifadelerle hayli tartışıldı:
“‘Devlet kimdir? Helvadan yapılmış puttur.’
‘En sonunda beni bir numaralı terörist yapacak bu pez...nkler, bütün laikleri bir bir şişe geçirecem, ondan sonra anlayacaklar laikliğin faziletlerini. Elin o...pusu bile kalkıp ‘Ben laikim, namusumla çalışıyorum, kimse karışamaz’ demeye başladı. Ula ben böyle laikliğin...’
‘Herkes, sineğin şıraya yapıştığı gibi laikliğe sarılır ama kimse onun gerçekte ne anlama geldiğini bilmez. Ne kadar da utanmazlar. Rahmetlinin (Atatürk’ü kastediyor) mirasına sahip çıkan mendeburların hiçbiri, laikliğin ne anlama geldiğini ve nereden geldiğini bilmezler.’
‘Eskiden Türkler’in yetiştirdiği ‘marimus öküzü’nün sol arka bacağının uyluk yeri ile işkembesinin ayrıldığı yerde bir et parçası bulunur. İşte tam buraya laik denir. Vee bugün kullandığımız kelimenin de aslı buradan gelmektedir.”
Bu satırlar mahkeme kararıyla kitabının toplatılmasına yol açmakla kalmadı, Öztürk 1 yıl da hapis cezasına çarptırıldı.
RTÜK tarafından yasaklanmıştı
Yeni AA Genel Müdürü’nün profesyonel gazeteciliğe başladığı adres de öncekilere uzak değildi. 1995 yılında Yenişafak’ta muhabirliğe başlayan Öztürk, bir yıl sonra “belgesel yapımcısı” olarak Kanal 7’ye transfer oldu. Öztürk’ün burada hazırladığı “İlk Meclis” adlı belgesel “laiklik karşıtı” bulunarak RTÜK tarafından yasaklandı. Ancak Öztürk “eser”ini geniş kitlelere ulaştırmak konusunda ısrarcı davrandı ve bu kez de belgesel içeriğini kitaplaştırdı. “Hicri Takvim”in kullanıldığı kitabında Öztürk, Vahdettin’in, Anadolu’yu kurtarmak için atlarını satıp Atatürk’e 30 bin lira verdiğini iddia etti.
Bir zamanlar Öztürk’ün belgeselini yasaklayan RTÜK’ün başında da bugün yine Yeni Zemin kökenli bir ismin Davut Dursun’un bulunduğunu hatırlatmakta fayda var.
Adı AKP Kapatma Davası iddianamesinde
Kemal Öztürk’ün özgeçmişindeki bir başka ilginç ayrıntı da 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretten bir yıl hapse mahkûm olmuş olması. Öztürk, Başbakan’ın Basın Danışmanı olmasına karşın, bu nedenle basın kartı alamayışıyla da gündeme gelmişti.
1999’da Kanal-7’den ayrılarak, dil ve mesleki eğitim almak üzere Amerika’ya giden Öztürk, “okyanus ötesi” nden döndükten sonraki mesleki çalışmalarının tamamını resmen AKP kadrolarına sürdürdü. Bir süre AKP Basın Bürosu’nda görev alan Öztürk, 2003 yılında TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın İletişim Danışmanı, 2005 yılında ise Başdanışmanı oldu. Bu atamalar dolayısıyla Öztürk’ün adı AKP Kapatma Davası iddianamesinde de yer aldı.
Arınç’ın “Türkiye’de laiklik artık tartışmaya açılmalı” açıklamasının mimarı olduğu için, o günlerde Öztürk’le ilgili olarak “Arınç’ın köşk yolunu tıkayan adam” yakıştırması yapanlar da olmuştu.
Akif Beki’nin Başbakanlık’tan ayrılması üzerine, Öztürk geçtiğimiz Şubat ayına kadar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Basın Danışmanlığını yaptı.
Erdoğan’ın Basın Danışmanlığı’na atandığı günlerde, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Kemal Öztürk’ün “Dolmabahçe Sarayı’nın önünde park edilmemesi gereken bir yere arabasını park ettiği için kendisini uyaran zavallı polis memurunu sürdürdüğünü” ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bir polis komiserini yumruklamaya kalkıştığını” iddia etmişti.
O fotoğraf mı sebep oldu?
Bengi’nin AA’ya veda etmesinden sonra gözlerin çevrildiği ilk isim TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin oldu. Geçtiğimiz Şubat ayında AA tarafından servis edilen ve TRT Genel Müdürü’nü dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in önünde diz çökmüş olarak gösteren fotoğraf ikili arasında “kriz”e neden olmuş ve kulislerde bu “kriz”in “kelle alacak” boyuta ulaştığı konuşulur olmuştu. İki kurum arasında başgösteren çekişme, TRT’nin AA aboneliğini iptal etmesiyle gizlenemez hale gelmişti. AKP seçim öncesinde iki Genel Müdürü “barıştırma” formülüne başvursa da, Şahin’in “O fotoğrafı çeken personelini cezalandır” talebine uymayan Bengi’yle arasındaki buzların erimediği biliniyordu.
Bengi’nin aksine AA’nın yeni Genel Müdürü Öztürk’ün “AKP bürokrasisi” sorun yaşama ihtimali düşük görülüyor.
BASINDAN SEÇMELER
Dışarıdakiler tutsak
Duvarın ötesine bir üniversiteye yetecek kadar bilim adamı, profesör, doçent, öğretim üyesi kapattılar...
Öğrenci yoktu...
Afiş yazan, ücretsiz öğrenim isteyen, pankart açan, slogan atan öğrencileri tutup tutup duvarın ötesine attılar...
Çocukların kitabı yoktu...
Kitap yazan, kitap yazmaya kalkan, ya da kitap yazmayı aklına koyan kim varsa yakalayıp duvarın ötesine koydular...
Yayınevi yoktu...
Yayınevi sahiplerini ve müdürlerini duvarın arkasına gönderdiler, en az birkaç tane gazete matbaasına yetecek kadar kadro oldu...
Gazeteci yoktu...
Çok sayıda gazeteci, muhabir, editör, genel yayın yönetmeni, yazıişleri müdürünü tutuklayıp duvarın ötesine attılar...
Ki biliyorsunuzdur “Tutuklu Gazete” adı ile ilk gazetelerini yayımladılar...
***
Televizyonları yoktu...
Dört televizyon sahibi ile iki televizyona yetecek kadar yayıncı gönderildi... Yönetmenler, programcılar, sunucular, kameramanlar...
Ama yayımlayacak maç yoktu...
Kulüp başkanları, antrenörler, çalıştırıcılar, menajerler, hücum, savunma, golcü, kaleci konuldu duvarın ötesine...
Seyirci yoktu...
Bağdat Caddesi’ne gidip topladılar...
***
Artık her şeyleri vardı...
Saydılar; bir seçmen kitlesi kadar...
Parti yoktu...
Üç parti genel başkanı, genel başkan yardımcıları, genel sekreterler, il ve ilçe başkanları vardı ya, milletvekilleri eksikti...
Kimisini milletvekili yaptılar...
***
Her şeyleri vardı artık...
Orduları eksikti...
İki orduya yetecek kadar; kuvvet komutanını, ordu komutanını, generali, albayı, yarbayı, binbaşıyı, astsubayı duvarın ötesine kapattılar...
***
Ve duvarın ötesindekiler özgürleştikçe, duvarın berisindekiler tutsaklaştılar...
Korkarak...
Sinerek...
Sessizleşerek...
Yaltaklanarak...
Çünkü duvarın içindekiler değil, duvarın dışındakiler tutsaktılar...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Her şey ‘Vahşi Batı’dan aferin almak uğruna
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu esiyor; “Her gün 100’den fazla katliam olursa Suriye’ye tepkisiz kalamayız.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gürlüyor;
“Suriye’deki olaylara sessiz kalamayız. Bu iletişim çağında herkesin gözü önünde cereyan eden bu şiddete tepkisiz kalmamız mümkün değildir.”
Onur Öymen dün verdiği demeçte soruyordu:
“ Daha düne kadar Suriye yönetimi ile son derece sıcak ilişkiler içindeydiniz. Onlar Ankara’dan siz Şam’dan çıkmıyordunuz. O zaman Suriye çok mu demokratikti?”
***
Türkiye’de dört haftada 25 asker ve polis öldürüldü. İki asker hâlâ rehin. İktidarın Suriye’den önce teröristlere yataklık eden Irak Hükümeti’ne tepki göstermesi beklenmez mi? Ancak Irak’a karşı en ufak rahatsızlık ifade edilmiyor. Nedense Suriyeli muhalifleri birden kendi vatandaşımızdan fazla sever olduk. Libyalı muhalifleri de öyle.. Adeta üzerlerinde titriyoruz..
***
Özetle ortada çok kaba bir çifte standart var. Nedenini şöyle açıklıyor Onur Öymen:
“Bunun temel sebebi Suriye yönetiminin ABD ve Batı’ya ters düşmesi...Kendi çıkarlarına dokunulmadığı sürece demokrasi de insan hakları da umurunda olmayan ABD ve Batı, şimdi birden demokrasi ve insan hakları havarisi kesilmişlerdir. Bizim iktidar da bunlara hoş görünmek ve aferin alabilmek hesabıyla bu çıkışları yapmaktadır. ”
Melih Aşık / Milliyet
Elif Şafak’ın alametifarikası “aşırma”ymış
Bu internet çağında “hırsızlık” gizli kalır mı sanıyor acaba kapağı yapanlar?
“İskender” kapağının, Elif Şafak’ın üzerindeki takım elbiseden seçilen renklere kadar “arak” olduğu hemen ortaya çıktı.
Klasik müzik dehasını anlatan “Genius Within: The Inner Life og Gleen Gould” belgeselinin afişine ne kadar benziyor değil mi?
Kitabın kapağını “Alametifarika” ajansından Uğurcan Ataoğlu yapmış. Gerçi belki “çalmış” demek daha doğru olur. Alametifarikası bu olsa gerek!
Oray Eğin / Akşam