Amman dikkat!
Duvarda “Ne oldu lan.. Büyük adam olamadıysak, hayallerimizi satmadık ya..” yazıyor. Ahmet tebessümle fotoğraf makinesinin objektifine bakıyor. Hayallerini satmayışın onurunu yüklemiş bakışlarına. Büyük adam olamayış umurunda bile değil.. Hatay’ın üçüncü, Türkiye’nin altıncı kurbanı Ahmet Atakan. Abdullah Cömert ve Ali İsmail Korkmaz’a komşu oldu. Direniş, onları cansız bedenleriyle birleştirdi. Ülkelerinden, özgürlüklerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan bu gençlerin kaybından “emri ben verdim” diyen kişi sorumlu değil mi?
Bu ülkede defalarca tezgahlanmasına rağmen asla maya tutmayan “mezhep çatışması” korkutuyor beni. DHKP-C gibi terör örgütleri böylesi ortamlarda devreye girip yeni canlar almaya kalkışabilir. “İntikam” naralarıyla barışa gölge düşürüp, gençlerin haklı davasını haksız konuma sürükleyebilir. Amman dikkat! “Hep ölen bizden, daha ne kadar sabredeceğiz” tahrikleriyle polisin öldürdüğü gençlerin intikamını alma adına polise karşı silah kullanma girişimlerine dikkat edin. Aranıza sızmaya çalışan provokatörlere karşı uyanık olun.
Terör sadece meydanlarda haklarını arayan insanlarımıza karşı kullanılmıyor. Evet, mahkeme salonlarında, polis soruşturmalarında “dijital terör”ün en alası uygulanıyor. Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast, Casusluk gibi davalardaki sahte dijital veriler sevgili dostlarımızın yılmadan mücadele verdiği Odatv davasında da sahneye kondu. Bir nevi “Adalet, Bilime Karşı” tespiti yeniden kanıtlandı. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisi ve Profesörü olan Cem Say: “Bu belgeleri bu sanıkların yazma ihtimali, Noel Baba’nın tüm evlere yılbaşında bacadan girip hediye bırakma ihtimalinden daha düşük” diyor. Daha ilk günden düşmesi gereken bu dava zaman kazanma adına her mevsim devam ediyor. Bir nevi Çin işkencesi... Şıp... Şıp... Şıp... Tavandan kafalara damlalar iniyor.. Sus, konuşma, yazma, meydanlara çıkma... Her an içeri girebilirsin.. Ve hatta ölebilirsin.. Yasaya göre cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin can güvenlikleri ve sağlık durumlarından devlet sorumludur. Şener Eruygur mahpustayken koğuşta merdivenlerden düşüp beyin travması geçirdi. Bunun hesabı sorulmadığı gibi hafızasını, okuma yazma yeteneğini bile kaybeden Eruygur’u şimdi tutuklayıp Silivri’ye tıkmak ölüm fermanını yazmakla eş değer. Ama çok mutlular. Sanırım asıl kına stokları bu davalardan dolayı tükendi. İntikamın aynı zamanda insanlık suçu olduğunu bilmem hatırlıyorlar mı?
Gün geçmiyor ki yeni ve anlam veremediğimiz olaylarla karşılaşmayalım. Cumhuriyetin savcısı Türk Bayrağı önünde ayağa kalkmıyor. İlkinde unutkanlık ya da bireysel tavır diyerek üzerine gitmemiştik. Ancak ikincisi bu işin organize olduğuna dair şüphelerimizi doğrular nitelikte. Önce Bergama Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hasan Yücel’in ayağa kalkmayış fotoğrafları yayınlandı. Ardında dün Edremit Cumhuriyet Başsavcı Vekili Cuma Çoban’ın fotoğrafı.. Her ikisi de tüm protokol ayakta iken “bana ne sizin bayrağınızdan, milli bayram törenleri, bayrak ritüellerinizde” dercesine yapışmışlar koltuklarına. Vatandaşlarımız e-posta ile “Madem ay yıldızlı bayrağa saygınız yok, 30 Ağustos Zafer Bayramını kabul etmiyorsunuz, rapor alıp mazeret bildirerek törene katılmasaydınız” diye haklı olarak isyan ediyor. Dahası “bunlar Cumhuriyet Başsavcı vekilleri. Asilleri olsa Allah bilir neler yaparlardı” sözleri ile endişelerini seslendiriyorlar.
Sonuçta memleket sahipsiz. Sehvenler uçuşuyor. Genelkurmay bile 9 Eylül İzmir’in kurtuluşunu unutmuş. Bu unutkanlığı yanı başımızdaki Suriye savaşına bağlamak gibi bir safdilliği kimse yemez. Bazen beyzbol sopası gösterip bazen de ayağını uzattığı masa başında poz veren Obama’nın, Suriye’ye niçin saldırmadığının sebebini Arslan Bulut yazdı. Varsa yoksa İsrail in
güvenliği..
Yarın Odatv davasındaki gelişmeleri özetlemek üzere ülkü ile kalın.