Amfibi gemi kullanmadan yapılan tek amfibik harekat
Balyoz Davası’nın -hele de dört tarafı düşmanlarla çevrili bir stratejik çukura saplandığımızı düşününce- önemli bir katkısı oldu;
Artık bir çoğumuz “ordunun işleyişi”ne hakimiz; kavramlara, teçhizata, neyin, ne zaman, ne şekilde yapıldığına...
Davadaki gariplikleri ortaya koymaya çalışan sanıklar, Silivri, Hasdal ve Maltepe cezaevlerinden gönderdikleri mektuplarda hayli ayrıntılı bilgilendirmede bulunuyorlar. Ben mesela, olağan hallerde askeri konulara hayli uzak biri olarak;
İtilaf devletlerinin Çanakkale Savaşlarındaki “Gelibolu Çıkarması” nın, 2. Dünya Savaşı’ndaki “Normandiya Çıkarması” nın, Kıbrıs Barış Harekatı’nın terminolojide “Amfibi Harekatı” olarak anıldığını bilmiyordum...
“Er Ryan’ı Kurtarmak” filminin giriş sahnesinin bugüne kadar çekilmiş en iyi “amfibi harekat canlandırması” olduğunu da...
Deniz Piyade Kurmay Albay Yusuf Afat’ın, Balyoz’da iddia edildiği gibi “Yunanistan’a gerektiğinde müdahale etmek üzere fırkateyn ve korvet tipi gemilerle, Amfibi Deniz Piyade Birliği yüklemesi” yapılamayacağını anlatmak üzere yazdıklarını okuyunca öğrendim.
Afat, “tarih boyunca amfibi gemi kullanmadan yapılan tek amfibik harekat örneği” diyor Balyoz için.
“Neden”ini de o izah etsin:
“Tüm dünyada olduğu gibi, Türk Deniz Kuvvetleri’nde de her geminin farklı bir tipi ve farklı bir görevi vardır. Çünkü gemiler alacağı görev çeşidine uygun olarak inşa edilirler. Hizmete girdiğinde ancak imkan ve kabiliyetlerine uygun görevleri yapabilirler. İfade ettiğim hususlar çerçevesinde;
- Hücumbot, denizin dibine dalarak bir denizaltı görevi yapamaz.
- Personel ve yük taşımayla görevli Amfibi Gemiler, fırkateyn gibi denizaltı savunma harbi, suüstü harbi görevini yapamaz.
- Fırkateyn veya korvet ise, üzerinde tank, top ve Deniz Piyade Birliği yükleyerek bir amfibi geminin görevini yapamaz. Bu yüzden de sahte dijital verideki gibi uygun olmayan gemiye uygun olmayan bir görevlendirme ve planlama yapılamaz.”
Balyoz’da yapıldığı iddia edilen görevlendirmelerin “eşyanın tabiatına aykırı” olduğunu savunan Afat “sahte suç ve deliller” ile gelinen noktayı hatırlatıyor:
- İşlenmemiş suç ve icra edilmemiş eylem nedeniyle,
- Savcının dahi talep etmemesine rağmen Terör Örgütü Üyesi olduğumuz kararıyla,
- Yine savcının bile istediği ceza sınırı aşılarak, TCK’da bulunan en ağır ceza, yani “Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezası”nı (325 sanığa, 15-20 yıl arasında hapis cezası) aldık.
Sonuç olarak;
“Hamsi sadece Karadenizde yaşar” veya “Sahil bölgelerinde oturan herkes yüzme bilir” genellemesi kadar doğruysa “Osmanlı’dan bugüne Türk Ordusu darbe yapar” genellemesi de o kadar doğrudur. Ancak doğru olmayan bu genelleme sayesinde kamuoyunda oluşturulan algı ile;
-Bugün sırf asker olmam nedeniyle, daha doğmadığım veya ilkokula gittiğim dönemlerde yapılmış darbelerle aramda bir illiyet bağı kuruldu.
-İlk kez savcılık sorgusunda gördüğüm ilgim ve bilgimin olmadığı işlemediğim, işlemeyi bile düşünmediğim, aklımın ucundan dahi geçirmediğim, yukarıda bir örneğini ifade ettiğim hilkat garibesi komplo ve iftira ürünü 3 adet dijital veride adım var diye, 16 yıl ceza aldım.
-Kimler tarafından üretildiği bilinmeyen, çıktısı dahi alınmamış, ıslak imzamı, parmak izimi ihtiva etmeyen şahsımla ilişkilendirilebilecek evimde, aracımda, işeyerimde vb. herhangi bir yerde bulunmayan, hayal ürünü, tamamen sanal, dijital veriler esas alınarak, “terörist” olarak tescillendim.
“Kod adı “Parmaksız Zeki “veya yeni kod adı ile “Deniz” olanların TANIK olduğu, gerçek “Denizcilerin” ise şu anda; cezaevinde parmaklıklar arkasında itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı bir ortamda” 2400 yıl öncesine Socrates’e atıfla bitiriyor Afat mektubunu:
“- “Cehaletin en çirkin şekli” insanın bilmediği bir şeyi bildiğini sanması değil midir?
- “İmtihan edilmemiş bir hayat” insan için yaşanmaya değer bir hayat olamaz.
-İftira ve hasetler yüzünden mahkum olmak dünyada ne benimle başladı, ne de benimle bitecek! Hak ve hakikati, fani hayat kaygılarının üstünde tutanları, daima benim akıbetim kovalayacaktır!”
Niyet okuyucular
Bu yeni bir tarz...
İçinde “5 n 1 k”yı karşılayacak hiçbir veri olmayan bir yazı. Köşe yazarı belki “kurdu”, belki büyüklere “masal”lar anlattı, belki fantezisini paylaştı!
Hepsi “hayal ürünü” belki. Belki yazdığı tek bir satır bile “yaşanmış bir olaydan” alıntı değil. Belki bir tek kelimenin bile “gerçek kişi ve kurumlar”la alakası yok.
Ama biri çıkıyor “O benim” diyor;
“Anladım ben, beni anlatmak istemişsin ve ben bundan hiç hoşlanmadım!”
Malum “Paşa” vakasıyla yaşandı ilk örneği.
Şimdi de “Büyük Devlet Şeyi...”
Tayyip Erdoğan’ın avukatları, Bekir Coşkun’un “isim vermeden açıkça müvekillerine ağır hakarette bulunduğu(!)” gerekçesiyle Cumhuriyet yazarına dava açtı.
Hukuk fakülterinde “niyet okuma” dersi var mıydı?