Amerikan yönetimi ihraç etmek!
İnsan yetiştirme düzenini, yönetimini ve siyasal organizasyonlarını halkının yetenek ve kabiliyetlerini en üst düzeyde kullanan ülkeler ancak kendi geleceklerini güvence altına alabilmektedir. Bir ülkede kaynak israfının, yanlış yatırımın, gereksiz tartışmaların ve zaman kaybının ortadan kaldırılması tamamiyle o ülke insanlarının akli unsurları davranışlarına egemen kılmalarıyla mümkün olabilir. Kalkınma ve gelişme bir sebep değil tam aksine bir sonuçtur. Kalkınma, gelişme ve ilerleme milyonlarca beynin, zekânın ya da aklın ortak katkılarının somut görünümden başka bir şey değildir. Kalkınmış ya da gelişmiş denilen ülkeler beşeri kaynaklarını, yani “toplumsal akıllarını”, “toplam beyin güçlerini” en üst düzeyde kullanan ve onları yönlendirebilen ülkelerdir.
İnsan amaçlı olmayan bir üretimin, insanın mutluluğunu esas almayan yönetimin ya da ona rağmen bir kalkınmanın ahlaki temellerden olduğu kadar ekonomik özden de yoksun olacağı açıktır.
W. Edwards Deming; “Yeterince insanı ve iyi yönetimi olan, yeteneklerine ve pazara uygun ürünler yapan hiçbir ülkenin fakir olmaması gerekir. Doğal kaynakların bolluğu, refah için bir önşart değildir. Bir ulusun zenginliği, insanlarına, yönetimine ve hükümetine, doğal kaynaklara olduğundan çok daha fazla bağlıdır. Sorun, iyi yönetimin nerede bulunacağındadır. Dost bir ülkeye Amerikan yönetimi ihraç etmek hata olur” demektedir.
İnsan israfı = kalitesizlik
İnsan bir Dr. Deming’in dediklerini bir de Türkiye’nin tepesine bakınca şunları düşünmekten edemiyor: Siyaseti seviye ve kaliteden uzak bir polemikler ve dedikodular zeminine çeken, işletmeleri durmadan krizlere düşüren, koskocaman bir ülkenin dünyadaki gelişmelerden habersiz ve hazırlıksız yakalanmasına neden olan unsurlar nelerdir? Bir yığın yeteneksiz nasıl olup da ülkeyi, örgütleri ve kurumları avuçlarının içine alabiliyor?
Herhalde bütün bunlar doğru yere, uygun zamanda, layık olan insanı koymamaktan kaynaklanmaktadır. Bu anlamda çok cevval, dinamik, üstün zekâlı ya da girişimci insanlara toplumların sahip olmasının bir öneminin olmadığını göstermektedir. Çünkü dünyanın her ülkesinde bu tür insanlar vardır. Fakat ülkelerin bir kısmı bu tür insanları en uygun yerlerde ve maksimum kapasiteyle kullanmasını bilmekte ve gelişmiş bir ülke konumuna gelmekte; diğerleri ise pis kediler gibi kendi yetişmiş insanlarını yemekte sonuçta da sömürülen bir ülke konumuna düşmektedir. Yeteneksizlik, beceriksizlik ve kalitesizlik yalnız bireyin kendisini ilgilendirse bu konuyu daha az irdeleme lüzumu duyarız. Ancak olay sosyal bir olaydır. Toplumsal mekanizmaların işlemez hale gelmesi çoğu kez yönetimde ve suyun başında yetersiz insanların olmasından kaynaklanmaktadır. Eğitim, adalet, sağlık, ekonomi ve siyaset gibi toplumun tamamını ilgilendiren süreçlerin başına yetersiz ve yeteneksizleri getirirseniz o ülkede neyin daha iyi yapılması beklenebilir!
Siyasette kötüler iyileri kovmaktadır!
Ülkemizde siyasette kötüler iyileri kovmakta, ekonomide üçkâğıtçılar dürüst çalışanları alt etmekte, sosyal hayatta “popülist” ler gerçekçileri devre dışı bırakmaktadır.
Halbuki yaratıcı ve parlak zekâlardan örgütlerin ve yönetimlerin en üst seviyede yararlanmaları toplumsal sorumluluklarının gereğidir. Bireyin örgüt ve toplum yararına kullanma imkânı bulamadığı zekâ ve yetenekleri hem israf olmakta hem de bundan dolayı huzursuz ve sorunlu bir kişiliğe bürünmektedir. Azgelişmiş yöneticiler yönetimlerini çevrelerindeki insanların zaafları ve yetersizlikleri üzerine oturtmaktadırlar. Bu bakımdan birçok yetersiz yönetici çalışacağı insanları kendilerinden daha yetersizler arasından seçmektedir. “Evet efendimci” tipinden kişilikleri yönetimlerde etkin kılan örgütlerin başarısız olmaları için başka hata yapmalarına gerek yoktur.
Akıllı yönetimler; etraflarını dalkavuklarından arındırarak kendilerinden daha yetenekli kişilerle çalışmayı öğrenen yönetimlerdir. Bu anlamda yönetimler yanlışlarına hayır diyebilecek cüret ve niteliğe sahip kişileri etraflarına aldıkları sürece hatalarını da alt düzeylere indirebileceklerdir.