Amerikan usulü başkanlık (17 Eylül 2010)
Bugünlerde ABD politikası çok hareketli. Önümüzdeki birkaç hafta içinde kasım ayı başında Temsilciler Meclisi’nin tamamı, Senato’nun üçte biri yenilenecek. ABD Başkanı Obama’nın da işi zor. Ekonomideki düzelme beklendiği kadar hızlı, hareketli ve iyi değil. İşsizlikte iniş başladı. Yeni iş olanakları açılıyor. Ama milyonlarca evini ve işini kaybeden ailenin bu düzelmeyi bekleyecek kadar sabrı kalmadı. Bu da Obama ve partisi Demokratlar için olumsuz not.
Demokratların Senato ve Temsilciler Meclisi’nde artık sandalye kaybedecekleri kesin. Ama bu durumu önümüzdeki iki yıl içinde düzeltmeleri halinde bir şansları daha var. Mesela Obama’nın orta sınıfa yönelik vergi indirimine Cumhuriyetçiler karşı çıkıyor. Obama zenginlerin vergisinin artırılarak fakirlerin vergi yükünü hafifletmek istiyor. Ama işi zor. Kongre’de kaya gibi bir Cumhuriyetçi parti engeli var. Demokratlar, herkese sağlık sigortasını yasalaştırdı, ancak henüz uygulamaya geçilmedi. Bunun da kendi bürokrasisini yaratarak çalışır hale gelmesi bir kaç yıl sürer. Bu tutarsa Demokratlar oy kazanır. Tutmazsa çöküşü hızlandırır.
Bu arada Türkiye’deki Başkanlık ve sözde referandum tartışmalarını da artık gülerek takip ediyorum. Nasıl gülmeyeyim. Başkanlık sistemi için altta gerekli olan yasama ve yargı denetimi olmayan bir ülkede bu iş tamamen diktatörlükten başka bir şey değildir. ABD’de Başkanın partisinden bile olsa milletvekili ve senatörler başkanların değil kendi seçmenlerinin istekleri doğrultusunda hareket eder. Zaman zaman Beyaz Saray’ın yasa tasarılarına karşı oy kullanırlar.
Sebep seçimlerin dar bölge sistemine dayanmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla yasama, yürütmeyi denetleyebilir. Gelelim ikinci noktaya. Başkanlar tarafından boşaldıkça atanan ve Kongre tarafından onaylanan yüksek mahkeme ve öteki yargıçlar, zamanı gelince başkanları bile yargılamaktan kaçınmaz. Zira güvenceleri vardır. Örnek, Clinton ve Nixon. Siyaset kendilerine dokunamaz. Dolayısıyla yargı, yürütmeyi denetleyebilir. Dolayısıyla yargı, başkanların ayaklarındaki prangadır. Bu nedenle ABD başkanları diktatör olamaz.
Başkanların atamaları ikiye ayrılır. Siyasi atamalar ve normal sınavla yapılan atamalar. Siyasi atamalar Başkanların genelde kendileri ile çalışacak yüksek düzeydeki memurlardır. Bakanlık müsteşarları ve genel müdür ve yardımcıları sürekli Başkanlar tarafından atanır. Bunların sayısı 40 ila 45 bin arasındadır. Ancak Başkanlar seçimi kaybedince yeni başkanın yemin töreni öncesindeki bu siyasi atananlar da başkana istifalarını verir. Yani başkanla birlikte giderler.
Gelelim bize. Siyasi parti liderleri partilerinin milletvekili adaylarını belirlerler. Meclis Başkanını Cumhurbaşkanını seçer veya seçtirirler. Genel başkanın istediği yasalar Meclisten verilen talimatla geçer. Dolayısıyla yasama bağımsız değildir ve yürütmeyi denetleyemez. Yeni anayasa değişikliği ile yargı hükümetin kontrolü altındadır. Şu anda bile Adalet Bakanlığı istediği gibi adaletle oynuyor. Dolayısıyla yargı da yürütmeyi denetleyemez.
Türkiye’de yapılan atamalarla, yani siyasi atamalardan söz ediyorum, yeni iktidar yerinden sökmek için yıllarını harcar. Bizdeki siyasi atamalardaki derece ve kademeler ve tahsil durumları da akıl almayacak boyuttadır.
İşte bu nedenlerle denetlenemeyen bir başkanlık sistemi Saddam Hüseyin’in Irak’ından farklı olamaz. Atamaları yapan yürütme, yasalara karar veren yürütme ve yasaları denetleyen yargıyı da kontrol eden yürütme tamamen diktatörlüktür. Ayrıca işte bu nedenlerle yeni bir diktatörümüz ve sistem olarak denetlenemeyen bir istibdat rejimimiz olur.
Açıkça temelinde demokrasi olmayan ülkelerde başkanlık sistemi göstermelik demokrasi filmi olur. Yani kandırmaca bir sistem. Şu anda bile çoğulcu demokrasiyi beceremeyen bir ülkenin ve siyasi partilerin elinde o ülkenin ne olacağını varın siz düşünün.