Altay’dan Güdül’e Damga Göçleri

Soy kütüğümüzü taştan çıkaran adamdır Servet Somuncuoğlu. Türk tarihini bin yıllarca geri götürmekle kalmadı, Orta Asya ile Anadolu arasındaki Türklük bağını da dosta düşmana onaylatıp damgaladı. Onun buluşları sonrasında Anadolu tarihinin yeniden yazılma zorunluluğu doğdu, “bin yıllık tarihimiz” safsatası ve güdüklüğü sona erdi. Bu güdüklüğü sona erdiren en son muştu Güdül’den geldi. Güdül öyle bir ödül verdi ki Türk’e, ne kadar sevinsek ve övünsek az.
Servet Somuncuoğlu, mekik dokuyor yıllardır ata yurtlarımız ile Anadolu arasında, Türk’ün Tanrı katı olarak bildiği ve gördüğü uca dağların başına çıkıyor oradaki kaya resimlerini, yazıtları filme çekiyor, fotoğraflıyor, sponsor bularak bunları kitap haline getiriyor, bu fotoğrafları yorumluyor, anlamlandırıyor, kanıta dönüştürüyor.
“Taştaki Türkler” adlı kitabını yollamıştı birkaç yıl önce Somuncuoğlu, yazmıştım bu köşede. Geçenlerde gazetemize uğradım, değerli dost Ahmet Yabuloğlu, “Damgaların Göçü Kurgan” adlı o içeriği de cismi de ağır olan kitabı tutuşturdu elime. Ankara’nın Güdül İlçesi kırsalında yer alan Düdük Dağı çevresindeki sekiz alanda yapılan araştırmalarda birçok kaya resmi, yazıt ve kurganlar bulunmuş. Bu buluşların öyküsü ve fotoğrafları var bu kitapta. Somuncuoğlu “Bu kaya resimleri tartışmasız Türklere ait... Sanki Anadolu’nun ortasında değil, Asya’nın ortasındayım” diyor. Salur Boyunun damgası ile bir yazıt, bir av duası, Kayı damgalı pano ve yuğ töreni alanı, Anadolu’ya vurulmuş Türk damgaları. Kurganlar ise, Moğolistan’dakilerin neredeyse ikizi.
Bu kitap AC Yapı tarafından yayımlanmış, her Türkçünün kitaplığında mutlaka bulunmalı.

Og’dan Ogur’a...
Silivri Akademisinin en üretken yazarı Doğu Perinçek’tir kuşkusuz. Kaç kitap yazdı sayamadım ama birçoğu hakkında bu köşede yazı yazdığımı okurlarım bilir. Perinçek yalnızca Ergenekon Davası ve güncel siyaset konulu eserler yazmıyor, Türk Tarihinin de derinliklerine dalıyor, o derinlerde bulduklarını, o büyük birikimiyle, doğru anlamlandırıyor, yeni ufuklar açıyor. Kaynak Yayınları arasından çıkan “Og’dan Oğur’a/Devletin Oluşması Sürecinin Türkçedeki İzleri” adlı kitap işte böyle bir kitap. “Og, kan bağını ifade eder ve bugünkü Oğul sözcüğünün de köküdür” diyor Perinçek. Oğuz sözcüğü de og’dan ve ogur’dan türeme, oklar, boylar anlamına geliyor. Og kavramının bir tarihsel serüveni var elbette. Gelişiyor, yeni kavramlar doğuruyor, içi doluyor bu kavramların, tarihsel öykülerle zenginleşiyor. Zamanla boy, aşiret anlamını kazanan og, Orhun Yazıtlarında “ogsuz” deyimine evriliyor, örgütsüz anlamına bürünüyor. Rusça’ya bile geçiyor og, Rusça soyadlarının sonuna eklenen “ov” kökü de bizden.
Doğu Perinçek, bu kavramların anlamlarını ve öykülerini uzun uzadıya açıkladıktan sonra, Türk devletinin oluşması sürecini altı bölümde ele alıyor ve bu ele alışta Dilbilimi verilerini kullanıyor büyük ölçüde.
Bu kitaptan önemli bulduğum bir belirlemeyi size aktarayım, gerisini meraklısı alır, okur. Dünya dillerindeki en eski “Allah” sözcüğü Türkçe’mizde. “Tengri”dir bu sözcük. Tek Tanrı demek. Tanrı, Göktürk Yazıtlarında, üstte mavi göğü, altta yağız yeri yaratandır. Perinçek, Tanrı ve Türk kavramlarının ortak kökeni üzerine de değerli bilgiler aktarıyor.

Yazarın Diğer Yazıları