“Allah’a meydan okumak...
Okuyan, irdeleyen, tartışan, düşünen; bilimsel kuşkuyla aklını öne çıkaran bireylerden oluşmuş bir toplum, bizim özlemimiz!
Bugün bilgi düzeyimiz 14-15 yaşındaki çocuğun düzeyindeyse; bunun sorumlusu yüzyılların ihmalinde (geçmiş asırların gevşetici zihniyetinde) aranmalıdır.
Hoşumuza gitmese de; şu katı gerçeği bilmek zorundayız:
15. yüzyılın ikinci yarısından beri, Avrupa’da matbaalar harıl harıl binlerce kitap bastı. Dolayısıyla Avrupalı, bilgiyi kanat yapıp yükseklerde uçmaya başladı. Aklı tetikleyen bilgiler çoğaldı; ’müspet bilim’dediğimiz bir dünya bizim dışımızda geliştikçe gelişti...
Ressam olarak bildiğimiz o Leonardo da Vinci 16. yüzyılda anatomik çalışmalarla da uğraşıyordu... Nikolaus Kopernikus (Kopernik) Astronomi alanında ilk büyük keşfini yaparak; evrenin merkezinin güneş olduğunu, gök cisimlerinin güneşin çevresinde döndüğünü ispat ediyordu... 16. yüzyılda Bacon ‘bilgi güçtür’ diyor; Galileo ‘Güneş sabit, dünya onun çevresinde dönüyor’ diye bağırıp duruyordu... Johannes Kepler ise günümüz uzay fiziğinin temellerini atıyordu... Ve yine 16. yüzyılda William Harvey ‘kan dolaşımının’ bilimsel verilerini ortaya koyuyordu...
O yıllarda biz ne yapıyorduk?
Biz ise aynı yüzyılda; Şeyhülislam’ın Padişah’a gönderdiği “Gökleri incelemek uğursuzluk getirir; Allah’a meydan okumaktır” mektubuyla; bilgin Türk Takiyüddin Mengüberdi’nin Tophane bayırına kurduğu -çağına göre günümüz Nasa’sından üstün- rasathaneyi, topa tutup bir gecede yerle bir ediyorduk!
Hem de, “Bilim Çin’de de olsa alınız” iman buyruğuna karşın!
Hepimiz biliriz; uygarlığın gelişmesi, kısaca; doğaya ‘gem vurma’ işidir. İlk adımlar, rüzgârdan, sudan, buhardan yararlanmayla atıldı. Günümüzde ise uygarlık yolunda ilerlemek ‘adımla’ değil, ışık hızıyla ölçülebilir duruma geldi...
Tüm bunlar kuşkusuz akıl ile oldu. Elbette aklı bilgi oluşturur; olgunlaştırır.Yaşama, insanlığın gelişmesine yararlı bilgi, aklı tetikleyen bilgilerdir. Öylesi bilgiler aklın kanatlarıdır.
İşte biz Türkler yüzyıllar boyu ‘kanatsız’ yaşadık!
(İliştiri: Kimi vicdansızlar “Atatürk Latin alfabesini kabul ederek milleti bir gecede cahil bıraktı” diye, iftira ederler. Oysa Türk milleti, Cumhuriyet aydınlığına kavuşmadan önce -pek çok konuda olduğu gibi- okuma-yazma konusunda da perişan durumdaydı. Resmî kayıtlarda 1927 yılında okuma-yazma oranı %11 olduğuna göre; Cumhuriyeti kurduğumuz 1923 yılında okuma yazma oranının % 6-7 civarında olduğu tahmin edilebilir... Dünyadan bir örnek: 1923 yılında Japonya’da bu oran, %50 idi!)
Yine ‘bilgi’ye dönelim...
Descartes 400 yıl önce, bırakınız bilginin önemini anlatmayı; ‘bilgiyi veriş yöntemleri üzerine’ tezler geliştiriyordu...
Bilgi çok mu önemli?
Çok önemli! Çünkü okudukça, öğrendikçe, doğru bilgi ile donandıkça akıl almaz güzelliklerle buluşacağız. En önemlisi, böylesine bireylerden oluşan bir toplumun siyasetçileri de farklı olacak... Elbette ‘bilen’ bir toplumu yönetmeye talip olmak, kolay olmasa gerek!
Öyle bir toplumu sloganlarla oyalayamazsınız!
Öyle bir toplumun ‘ahiret’ dünyasını, siyaset malzemesi yaparak iktidar olamazsınız!
Gerçek şu ki; avam (halk), ‘havas’laştığı (aydınlandığı) ölçüde, yönetimin de kalitesi artacaktır.
“Lâyık olduğunuz biçimde yönetilirsiniz” sözü, her halde boşuna değildir.
Geçen gün, oğlum Kutalmış Tonyukuk’la bu konularda sohbet ederken -çoğu kez söylediği gibi- yine, “Bilgin ölçüsünde insansın” dedi.
Bu yargıyı biraz acımasız bulsam da; hani, haksız da değil!
Haftaya buluşmak dileğiyle...