Al oğullarını da Kandil’e git!

Siz sadece Dolmabahçe Sarayı’nın “Has Bahçe”sinde kurulan o dev çadırda verdi sanıyorsunuz değil mi Cumhurbaşkanı şehit ailelerine iftarı? Ve Başbakan’ın bir tas çorbasını içmek, Ankara Demirspor Tesisleri’nde “nasip(!)” oldu şehit yakınlarına!..
Peki meydanlarda kurulan o dev çadırlarda kimi besliyorlar sanıyorsunuz? Ya o trafiğe kapattıkları sokaklarda, caddelerde kurulan rekor uzunluktaki masalarda? Hatta kendi evinizde, seçim öncesi gelen “paket”lerle kurulan sofralarda bile “şehit aileleri” oturuyor aslında!
“Devletlüler” her gece, her hanede iftar yemeği veriyor “şehitlik” evlat yetiştirenlere!
Ateş onların evine düşmediği için komşusu “ah” ederken “oh” diyenler var ya... Umarsızlar... Aymazlar... Hani kuşu, balığı, kedisi için aylarca karalar bağlarken, aslan gibi çocukların kalleşçe ölüme kafeslenmesini öylece izleyenler...
Hani şu aval aval dizi izlerken tenceresi kömür olan kadın var ya mesela; “öyle bir geçer zaman ki” şimdi kundakta olan bebesinin de gelir askere gitme vakti!
Şimdi oğlunun okuldan dönüşünü bekleyenlerin yakındır asker yolu gözlemesi... Dua etsinler de her sabah ve akşam öğrenci servisinin park ettiği yere, al bayrağa sarılı tabut taşıyan bir cenaze arabası yanaşmasın günün birinde!
Kapı önlerine çekirdek çitleyen, hani bir yandan çeyizleri için hazırladıkları dantel yatak örtüsüne tığ batırırken öbür yandan da haber izlemek isteyen babalarına car car bağıran kızlar var ya; dünya yansa ne gam! Üç vakte kadar asker mektubu yazacak, şimdi nakış işleyen elleri! Bilgisayar başında sabahlayan çocuklar, pek az kaldı, yattıkları yerden tek tuşla sanal çatışmalarda değil, canlı canlı, sırtlarında kilolarca yük, 40 derece sıcakta, ayaklarında postal, kafalarında miğferle kendi savaş oyunlarının kahramanı olmaya çalışacaklar...
Velhasıl... Şimdi farkında değiller ama her biri “potansiyel” birer şehit anası, şehit babası, şehit eşi ve hatta şehit adayı!.. Ve bugün toprağa düşen her can, onlara gelen sıranın kısaldığının habercisi!
Hele ki kadınlar; dilerim çok kırıcı, çok incitici olur;
İktidarın gözünde “damızlık” tan farksız her biri...
Eee Bilal’in anası, M.Emre’nin anası ağlamasın diye mecbur başkalarının anası ağlatılmalı!
Durmak yok kadın kısmı çocuk yap; bir, iki yetmez üç tane. Biri şehit olursa ikisi kalır size!
Boşuna mı diyor “Bir ölür, bin diriliriz” diye. Tarla bereketli... Beşer, sekizer, onar ölürken... Yüzer, biner diriltmek için “ıkınıp” duruyor kadınlar; kimi hastanede, kimisi hala tarlada, ağaç gölgesinde!

***


Öfkeyle kalktım evet ama inanın var bir sebebi.
Ramazan dolayısıyla “merhamet”ten feragat edemeyen Müslüman ülkemin, ibadetsever ahalisinin büyük bölümü uykudaydı hala!
Sahura kadar kahvehanelerde, nargile salonlarında, “sohbet”lerde takılınmış belli ki...
Aklıma gelen bütün şehzadelerin, sultanların “mesaj” mecralarını dolaştım... Hani o ülkesi için endişelendiğini söyleyen sanatçıları kumpasa alan bacaksızlar var ya... Asker can pazarındayken onlar da sabaha kadar boş durmayıp mısır, yumurta filan pazarlamış olmalılar ki, derin uykudaydılar onlar da!
MHP milletvekili Zûhal Topçu’ın kızı Nur’un “8” yazdığını gördüm ekrana... Sözün bittiği yerde atılan kocaman bir çığlık; insanoğlunun dönüp dolaşıp başladığı noktaya döndüğünün sembolü 8 aynı zamanda!
Sağdan soldan “isyan” mesajları düşmeye başladı ekranıma:
Caz sanatçısı Kerem Görsev, “Askerliğini yapmamak için gezen zibidiler siz rahat rahat gezin!” diyordu...
Televizyoncu Mesut Yar “Yutkunamıyorum bile...” diye kıvranıyordu...
Star Haber’den Nazlı Öztarhan, “Yarın kimse isimlerini bile hatırlamayacak” diye hayıflanıyor ve “yazık” çekiyordu derinden...
Manken Tuba Ünsal, “Onları da unutacağız. Çünkü daha önce unuttuk, iki kişiden biri olduk, tuttuk devlet yaptık” diye ayıbını yüzüne vuruyordu kimilerinin...
Ve bu her telden, topyekün yas halini bozan kimdi biliyor musunuz; “Nur yüzlü” bir genç kız! Başı örtülü, fena halde AKP militanı... Herkesin acıdan çıldırdığı anda; “Ama askeri vesayet...” diye başlayan ruhsuz, hissiz, soğuk cümleleriyle kanımızı dondurdu duygusuzluğu!

***


Kardeşim küçük bir Ege kasabasında yaptı askerliğini... Bir mayın pususunda şehit düşme ihtimali Allah bilirdi tabii ama yok gibiydi... Karakolunun taranma ihtimali de...
Ama ben, Ahmet Şafak’ın Sarıkamış türküsünü dinleyerek başladım 18 ay boyunca her güne..
“Anama demeyin sakın... Tüfengi omzuma takın... Bu yüreği benden sökün... Yatamam toprak altında...”
Bir ayin gibi dinledikçe
ağladım!
Sevdiğiniz askerse bütün askerler sevdiğiniz oluyor çünkü. Sizin kardeşiniz değilse, başka birilerinin kardeşlerinin “Ana sana bu mektubu Allahuekber dağından yazıyorum, galiba veda vakti geldi” diye başlayan ve “hakkını helal et”le biten satırlar karalamakta olduğu doğuyor içinize.
Ve bu duyguyu yaşayanlar içinden kolay kolay, 8 şehit haberiyle başlayan bir günde ekrana çıkıp “merhamet ayı”ndan söz edecek kadar derisi kalınlaşmışı çıkmıyor. Bir kere asker anası oldu mu biri, babası, ablası, eşi, sevdalısı... Abinizin asker dönüşü parçalanmış parmaklarını gördüyse, vücudunu haritaya döndüren güneş yanıklarını, “dağdakileri öldürmekten bahsedip onları incitmeyelim” diyemiyorsunuz arsız arsız...
Tıpkı “verenle vermeyen” gibi, hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?
Belki bu ülkeyi yönetenlere de, terörist avlamanın oruç bozmadığını öğretecek bir tecrübe gerekli. Hatırlasanıza, kızı tiyatroda sakız patlatamadı diye nasıl yanmıştı baba yüreği! Şimdi belki de “evlat acısı” deneyimini biraz daha geliştirmeli!
Hazır “bir ölüp bin dirliyor”ken;
“Önce sen öl o zaman” demek gerekli:
Karını kızını alıp Somali’ye gideceğine, al oğullarını da Kandil’e git!
Beş ayda terörle mücadele edecek özel harekatçı yetiştirilebildiğine göre, 30 günde en azından siperde sinmemeyi öğrenecek eğitimi almıştır Bilal de herhalde!



BASINDAN SEÇMELER



Proje şehit vere vere yürüyor

Habur sınır kapısının taşları şahittir.
Adamlar giyinip kuşanıp gelmiş, sınır kapısında “geçici mahkeme” kurulmuş, “pişmanız!” deseler proje yürüyecek ama, adamlar “bizi buraya Apo gönderdi!” diyor başka laf etmiyorlar.
Geçen gün gazetelerin sayfalarında kayboldu, bir lafı vardı:
“Milli birlik ve kardeşlik projemiz bütün bu kışkırtıcı eylemlere rağmen devam edecektir.”
Sayın Atalay bu lafı söylediği gün üç şehit vermiştik.
“Şehitlik” sanki otomatiğe bağlandı, bir gün asker, bir gün jandarma, bir gün astsubay, bir gün subay!
Milli Birlik ve kardeşlik projemiz yürüyor...
Böyle mi?
Hasan Pulur / Milliyet




Diyorlar ki...

Komşularla sıfır sorun diye yola çıkıp savaşa dayanmak bize yakışmaz!
Güngör Mengi / Vatan


Kızılay denen kuruluş bizim paralarımızla ayakta.. Bizden aldığı paralarla düşkünlerin imdadına koşuyor..
Parasını biz veriyorsak
nedenini de sormamız lazım..
Kızılay’ın başarılı başkanı neden gitti?
Mehmet Tezkan / Milliyet


Hükümetimiz, şu tarım ithalatı için 1 yılda dışarı akıttığı 10 milyar doları bizim çiftçimize ve besicimize verse; emin olun ki Türkiye, bütün Ortadoğu’yu yiyeceğe boğar.
Rıza Zelyut / Güneş




Direksiyon ile tekerin bağı koptu

Ceza davalarının, siyasi davaların uç noktası şudur:
Kopuş...
Yani savunmanın, yargılananların yargılamayı tanımama noktasına gelmesi.
Bu aşamadan sonra artık hukuktan, adil yargılamadan söz edilemez. Bu, bir aracın direksiyonuyla tekerlekler arasındaki ve tekerleklerin kendi arasındaki bağların kopması demektir.
Bu araca, “bırakın yoluna devam etsin” demek ne kadar gerçekçiyse şu söz de gelinen noktada o kadar gerçekçidir:
Bırakın hukuk süreci işlesin!
Mustafa Balbay / Cumhuriyet




Victoria, Bakan’ın ne diyeceğini nasıl bildi

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, Türkiye’den Suriye konusunda gelen son açıklamalarla ilgili olarak, “Türk sabrının giderek tükeniyor olması bizim için sürpriz değil” demiş...
Bu da demektir ki ABD’li bu hanımefendi ya bizi bizden daha iyi tanıyor ya da “Yürü koçum, kim tutar seni” diye bizim iktidarı açıkça dolduruşa getiriyor!
Bu abla, bir sonraki cümlesinde, “Türkiye bugün sert bir açıklama daha yapacak. Bundan haberimiz var” diyor!
Daha onun ABD’de söylediği sözlerin mürekkebi bile kurumadan bizim Dışişleri Bakanı kameraların karşısına geçiyor ve o sert açıklamayı yapıyor:
“Suriye’de sivil halka yönelik operasyonlar derhal durdurulmalıdır. Eğer operasyonlar durmazsa bundan sonra konuşacak bir şey kalmaz. Nihai sözümüz budur.”
Dışişleri Bakanı’nın gerçekten “sert” bu açıklamasından ve Türkiye’nin Suriye’nin iç meseleleriyle ilgili duyduğu rahatsızlıktan Meclis’teki CHP’nin ve MHP’nin haberi var mı? Yok... AKP’li milletvekillerinin haberi var mı? Yok?
Bu konuda toplumda oluşmuş bir tepki ya da infial var mı? O da yok...
Ama iktidar durup dururken, düne kadar ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptığı, “dost ve kardeş” ilan ettiği bir ülkeyle köprüleri atıyor...
Ve bunun böyle olacağını bizden önce, ABD’deki Victoria Abla biliyor...
İyi de nasıl oluyor bu?
İktidardakilerin dedikleri doğruysa... Yani bizi bu konuda dolduruşa getiren, ABD değilse ve “ABD’nin yönlendirmesinde olduğumuz iddiaları külliyen bir yalan”sa... Yoksa bu hanımefendi diplomatlığın yanında, ek gelir sağlamak için ikinci iş olarak “falcılık” mı yapıyor?
Mustafa Mutlu / Vatan



TRT ve AA'ya soruşturma istediler

Cumhuriyet’ten Erdem Gül’ün haberine göre, Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan AKP MYK toplantısında TRT ve AA hakkında idari soruşturma başlatılması konusu tartışılmış...
Bu iki “devlet” kurumuna, “millete” karşı “gayri nizami harp” yürütmenin hesabı sorulmalı sorulmasına da...
TRT ile AA’nın “akıbeti” nin konuşulması gereken yer AKP Genel Merkezi mi?
Ya, bu iki kurumdaki hal ve gidiş muhalefet partileri eliyle TBMM gündemine getirildiğinde, konuyu sümenaltı edenlere ne demeli? Bir kamu kurumu hakkında soruşturma açılabilmesi için ille de AKP milletvekillerini rahatsız etmesi mi gerekli?

Madem ki, TRT hamam sahneleri konusunda bu kadar hassas, tıpkı hamamlar gibi bir gün kadınlara, bir gün erkeklere açık olabilir. Böylece hem sansüre gerek kalmaz, hem de adabımızla
televizyon izleriz.
Ümit Alan / Birgün

Yazarın Diğer Yazıları