AKP’nin dış politika çıkmazı: ABD’ye “Evet”, İsr
Komşularla “Sıfır Sorun” ilkesi bağlamında dış politikada popülist bir çıkış yapan AKP hükümeti tarihin garip cilvesi olarak bugün itibarıyla Türkiye’yi Azerbaycan dahil bütün komşularıyla daha sorunlu hale getirmiştir. AKP iş başına geldiği yıllarda hem Suriye hem İsrail hem de İran ile iyi ilişkiler kurabilen bir Türkiye vardı. AKP iktidarı geçmiş cumhuriyet hükümetlerinin oluşturduğu ılımlı iklimden yararlanarak Suriye ile İsrail arasında “arabuluculuk” rolü bile üstlenmişti. Ancak AKP iktidarı döneminde izlenen dokuz yıllık siyaset sonucunda Türkiye’nin hem Suriye hem İran hem de İsrail ile ilişkileri normalin çok ötesinde bozulmuştur.
Bu gelişmeler, uluslar arası ilişkilerin romantik, platonik ve ütopik duyguları kaldırmadığının kanıtıdır. Tarihin, jeopolitiğin, sosyolojinin, inancın, ekonominin ve ideallerin diyalektik ilişkisinin ürünü olan ilişkilerin bir anda iyi niyet ve jestlerle dönüştürülemeyeceği de artık ortaya çıkmıştır. Umulur ki Türkiye’nin yalnızca bugününü yönetmeye çalışan AKP zihniyeti artık bunu fark etmiş olsun!
Hatırlayalım AKP iktidarı Kıbrıs’ta 30 yıllık çözülmeyen sorunu çözmek için “Annan Planı”nını kabul edip “bir adım öne geçerek”, Ermenilerle yüz yıllık tarihi sorunu “Zürih Protokolleri” imzalayarak ya da kilise açılımları yaparak sorunu çözmeye çalışmıştır. Ancak izlenen bu siyaset hem Rum hem de Ermenilerle ilişkileri bugün her zamankinden daha kötü bir noktaya getirmiştir.
Türkiye’deki hükümetin iç ve dış politikada attığı her iyi niyetli, fakat safça adımlar muhatapları tarafından bir zaaf işareti sayılmış ve karşı tarafın talepler çıtasını yükseltmesine neden olmuştur. AB, İran, Suriye, İsrail, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Ermenistan ile ilişkiler tehlike sinyalleri veriyor.
Bölücü unsurlara yönelik olarak uygulamaya sokulan strateji ve tutumlar da aynı şekilde rahatsız edicidir. AKP iktidarı terörle yirmi altı yıldır süren çatışmayı çözmek için “demokratik açılım”, “asimilasyon ve inkâr politikalarından vaz geçtik” türünden bir söylem ve yaklaşım içine girmiştir. Bu konuda izlenen politika KCK, DTK ve BDP gibi bölücü aktörlere devlet içinde devlet, millet içinde millet inşa ettirecek cesareti vermiştir. Durum ortadadır.
Bunlardan daha âcil ve güncel tehdit İsrail ile olan ilişkilerde yaşanmaktadır. Bilindiği gibi İsrail’in Gazze’ye yardım götüren Türk gemisine saldırması ve dokuz Türkiye vatandaşını katletmesi üzerine iki ülke arasındaki ilişkiler kötüleşmişti. Türkiye, yüzde yüz haklı ve mağdur olduğu bir konuda izlenen politika nedeniyle adeta haksız duruma düşmüştür.
Gelinen bu aşamada İsrail’e haddi bildirilmeli, bedel de ödettirilmelidir. Ancak bunu duygularla değil akıl ve gerçeklerden yola çıkarak yapmak gerekir. İktidarın İsrail’e karşı ilan ettiği ve etmediği mümkün olan bütün yaptırımlar devreye sokulmalıdır. Böylece İsrail’in bölgedeki korsanlık yetenekleri sınırlandırılmalıdır. Ancak bu Türkiye’nin çıkarları eksen alınarak yapılmalıdır. Yoksa Le Monde gazetesinin yazdığı gibi, “Arap baharı, Suriye ve Libya’daki gelişmelerden sonra Türkiye’nin (daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın) Arap dünyasında popülaritesini canlandırabilmek için” yapılmamalıdır.
Bu bağlamda İsrail’in yetenekleri de küçümsenmemelidir. Gerçekler, İsrail’in bölgesindeki en dinamik, mobil ve entrikacı ülke olduğunu söylüyor. Düşmanlarının gücünü kendi lehine kullanmasını en iyi bilen ülkelerin başında da İsrail gelmektedir. İsrail ile karşı karşıya gelen bir ülke her türlü entrika ve saldırıyla karşı karşıya gelmiş demektir. Ayrıca Türkiye’nin İsrail’e karşı aldığı tavır aynı zamanda ABD’ye karşı aldığı tavırdır. Bu anlamda dış politikada ABD’nin füze kalkanına “evet”, İsrail’e “rest” bunların ikisi bir arada olmaz.