AKP’nin Açtığı Bölücülük Yolu!
Bülent Arınç, “Bir insanın kimliğini inkâr etmek o insanı inkâr etmek demektir. Kendisini Kürt kimliği ile Arap kimliği ile Boşnak kimliği ile artık ne gelirse aklınıza... Hepsi, kim, ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız. O kimliğin bütün kültürel haklarını, Anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız” diyor.
Arınç diyor ki, “Ben Kürdüm ve bu kimliğimle iftihar ediyorum” dediğinde bizim buna saygı göstermemiz, bunu kabul etmemiz gerekir.
Arınç da dahil herkes şunu çok iyi biliyor ki bugün Türkiye’de hiç kimse, hiç kimsenin kendisini nasıl tanımlaması gerektiğiyle ilgilenmiyor. Kim, kendisini nasıl istiyorsa öyle tanımlıyor. Türkiye’de ülkenin ve milletin bölünmesine karşı çıkanlar bireysel kimliklerin grup kimliklerine çevrilerek millileştirmesi, milletleştirilmesi ve devletleştirilmesini istemiyorlar. Daha açıkçası Kürt kimliğini “milli kimlik” yahut “millet kimliği” haline getirme faaliyetine karşı çıkılıyor. Bugün Türkiye’de bireysel kimliklerin ifadesi ve iftihar edilmesiyle kimsenin sorunu yoktur. Sorun milli vahdetin, tevhidin ve devletin bozulmasınadır. Arınç dahil herkes şunu iyi bilmelidir ki, bir ülkeyi bölmenin en kestirme yolu, etnik bir kimliği milli kimlik haline getirmektir. Bölücülerin yapmaya çalıştıkları da budur.
Bu bağlamda Türkiye’de kimliklerin hangisinin rahatlıkla söylenemediğini Arınç gibi sorumlu bir makamda bulunan kişinin açıklaması gerekiyor. Sözgelimi bugün Türkiye’de rahatlıkla Kürt, “Kürdüm” , Arap “Arap’ım” , Gürcü “Gürcü’yüm” diyemiyor mu?
Kimliklerin kültürel hakları veya anayasal hakları nelerdir? Sayın Arınç, kime, neyi verecektir? Arınç’ın, kendi mülkünde sandığı Türkiye Cumhuriyetinden kime neyi vermeyi düşündüğünü açıklaması gerekir. Söylediklerinin bölücü unsurlar bakımından ne anlama geldiğinin de çok farkında değil.
Başbakan Yardımcısı sıfatıyla Sayın Arınç, yaptığı konuşmalarda “kart kurt” gibi saçma sapan avam söylemlerini diline dolayarak terörist eylemlere haklılık kazandırıcı gerekçeler sunuyor. Aynı şeyi Başbakan Erdoğan da 1937 olaylarından bahsederken yapmıştı. “Devletin Dersim’i bombaladığı ve katliam yaptığını” bizzat Başbakan söylemiştir. Başbakan ve Başbakan Yardımcısı adeta yangına benzin döken, kapanmış yaraları kanatan sözler ediyor.
Hükümetler, vaatlerde bulunan, taahhüt eden, umut ticareti yapan, hatta istismar eden mekanizmalar değildir. Hükümet üyeleri bölücü duyguları okşayan, ayrılıkçılığa haklılık kazandıran, ağzına ne gelirse vereceğini söyleyen kişiler hiç değildir. Devlet yöneticileri her şeyden önce yapmak, icra etmek ve uygulamakla sorumlu cihazın başında bulunurlar. Onlar yara açmaz, tedavi ederler; kışkırtmaz yatıştırırlar, ayrıştırmaz birleştirirler ve nihayet istismar etmez yaparlar. Sayın Arınç, asimilasyona ve inkârcılığa son verdik türünden açıklamalarla bölücü mihrakları ikna edeceğini sanıyorsa yanılıyor. Nitekim BDP’lilerin son açıklamaları istenilenin kültürel hak, anayasal kimlik değil ayrı bir anayasa, ayrı bir devlet ve ayrı bir sınır olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Bülent Arınç’ın her istediklerini vermeye hazır olduğunu sanan BDP’li Leyla Zana ise pazarlık için tepeden başlayacak şekilde çıtayı iyice yükseltti. Zana, “Yeni anayasada Kürtler için bireysel haklardan söz ediyorlar. Biz bireyler olmadığımızı, millet olduğumuzu söylüyoruz. Bir millette olması gereken hakları istiyoruz.../... Bazı Kürtler özerklik istiyor. 20 milyon Kürt’ten kaç tanesi özerklik talebinde bulunuyor. Bana kalırsa Kürtler kendi kaderlerini kendileri tayin etmeliler. Kürtler için referandum yapılsın”.
Uludere’de meydana gelen müessif olayın ardından ise BDP’nin Genel Başkanı Selahattin Demirtaş: “Bu toprakların adı Kürdistan, bu halkın adı da Kürt halkıdır. Bugün ülke bölünmüştür. Artık emin oldum” diyor.
AKP iktidarı bütünüyle işte bu yolu açmıştır.