AKPM raporunun asıl sürprizi...
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin PKK’lı teröristleri “aktivist” olarak tanımladığı “Türkiye ile izleme süreci sonrası diyalog raporu”na sert tepki gösteren Zaman yazarı Mehmet Kamış, “Kesin olarak silah bıraktığını açıklamamış ve bugüne kadar da terör eylemleriyle varlık bulmuş bir örgütün ’aktivist’olarak adlandırılmasına” isyan ediyor. “Herkes de bilir ve kabul eder ki PKK bugüne kadar terör eylemleriyle varlığını sürdürmüş bir örgüttür. 30 yıldır Güneydoğu’da ve zaman zaman Türkiye’nin diğer bölgelerinde silah sıkmış, asker şehit etmiş, kendi muhaliflerini ortadan kaldırmış, Kürtler arasında kan dökmüştür” diyor... “AKPM’de bunun lehine oy kullanan 152 milletvekilinin arasında bulunan ve çekimser kalan Türk milletvekillerine” çatıyor...
Bütün bunlar iyi, güzel, altına imza atmayacak olanımız pek azdır herhalde de şeytan işte, “sor, sor” diye dürtüp duruyor:
AKPM raporu PKK’lıları melekleştirirken cemaatçıları şeytanlaştırmıyor olsaydı, raporda “bir dini grubun devletin birimlerine girdiği” bahsi yer almasaydı, Kamış yine “Yuh artık” diye yazar mıydı?
Avrupa’nın PKK’ya desteğini bilmeyen bir sağır sultan kaldı; dolayısıyla teröristten aktivist yaratma girişimleri sürpriz değil, sürpriz olan PKK’yı meşrulaştırırken eş zamanlı olarak “bir dini grubu” hedef tahtasına yerleştiriyor olması; ve Nursuna Memecan gibi iktidarın “hizmet” kanadına daha yakın olduğu sanılan AKP’lilerin bu “andıç”a destek vermesi!
Dolayısıyla “aklıselim”in şimdi zuhur etmesi ne yalan söyleyeyim bana pek samimi gelmedi;
Bu tepkiyle yükselen, vicdanın mı yoksa kuyruk acısının sesi mi?
Pınar Selek PKK’lı mı?
Milliyet’ten Zeynep Miraç’ın sorularını yanıtlayan Strasbourg Üniversitesi Rektör Yardımcısı Francis Kern, “Barış süreci ile Pınar Selek hakkında verilen kararın birbiriyle çeliştiğini”
söylüyor.
“Barış süreci” dediği “PKK’lı teröristleri tavizle ihya etmek” ten ibaret olduğuna göre, Selek’in de bu süreçten yararlanması gerektiğini savunmak akla otomatik olarak “Niye, Pınar Selek de mi PKK’lı?” sorusunu getirmez mi?
Cizre polisinin hatası...
Gizlenmek için, kimlikleri belirlenmesin diye, yasadışı bir işe kalkışacaklarından filan değil güneşin kanserojen etkisinden (hoş gece vaktiymiş, demek ki ayın da var cilde olumsuz etkisi) korunmak için takmışlardır o maskeleri...
Polis aracını yakmak için olur mu hiç, 23 Nisan dolayısıyla fener alayı içinmiş ellerindeki; mahrumiyet işte, havai fişek bulamamışlar molotof kokteyli patlatacaklar...
Ne olmuş yani “izin” almayı ihmal ettilerse, “linç” değil o bir kere “aktivite”...
Hepsi, aktivistleri, araçlarını yakmak üzere saldırıya geçen teröristler zanneden Cizre polisinin hatası...
Akıllarını başlarına getirmiştir gözaltı; zinhar aktiviste müdahale etmezler bir daha!
“Irak ve Suriye Kürdistan’ına
rağmen” bölünmeyeceğiz masalı
Ruşen Çakır’ın Duran Kalkan ile röportajından yola çıkarak üretilen “Şok... Şok... Şok... PKK, mücadeleden vazgeçmediklerini açıkladı” haberlerini izlerken şok geçiriyorum hakikaten;
Bir toplum bu kadar mı ahmak yerine konulur?
Bir toplumun zekası bu kadar mı yerden yere vurulur?
21 Mart’ta Diyarbakır’da okunan ve bugün “şok”a girenlerin “Silahları bırakın dedi, çekilin dedi, yaşasın barış getirdi” diye pazarladığı mektupta Öcalan da aynısını söylememiş miydi?
“Sürecin” tek dürüstü PKK!
Kulaklarınıza, gözlerinize, vicdanınıza gerilen kalın perdelerden dolayı belki siz duyamadınız, göremediniz, hissedemediniz ama ilk günden bu yana açık açık söylediler “mücadelelerinden vazgeçmediklerini”!
Yaptıkları geriye doğru değil tam tersine hayli ileri bir “adım”dı;
Baki olan hedeflerine silahla değil siyasetle ulaşacaklardı!
Hayvan bağlasan durmaz inlerinden, mağaralardan Ankara’ya, TBMM’ye “ceylan derileri”ne transfer olacaklardı!
Bir tek gün “dil”den vazgeçtiklerini ifade ettiler mi; ki dil “milletleşme” nin temeli!
Bir tek gün “statü”leriyle ilgili “anayasal düzenleme”den vazgeçtiklerini söylediler mi; ki ister “özerk bölge”, ister “merkezden bağımsızlaştırılmış yerel yönetimler”, ister “eyalet modeli” deyin hepsi “devletleşme” nin ayak sesleri!
Hiçbir şey bilmiyorsanız, hiçbir şeye kafa yormuyorsanız, “düşünmek” ağır geliyorsa bünyenize, Cengiz Çandar’ın bilmem kaçıncı kere gündeme getirdiği şu soru bile yeter “barış süreci”nin “Büyük Kürdistan’ın Türkiye ayağı” diye tercüme edildiğine:
“Türkiye, Irak Kürdistan’ı ve Beşşar sonrası Suriye ile ekonomik entegrasyonu amaç edinir, iki ülkeyle sınırlarını harita üzerinde bırakmayı tasarlarken, Irak ve Suriye’deki Kürtlerin sahip olduğu ’statü’den çok daha aşağısını kendi Kürt vatandaşları için nasıl öngörecek?”
Halkı provoke etmeyin!
Kütahyalı okurumuz Halil İngeç, eşi ve çocuğunu alıp 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlamak üzere tören alanına gitmiş. Alan girişinde karşılaştıkları “olağanüstü güvenlik önlemleri”nden yakınıyor. Diyarbakır’da 21 Mart’ta PKK, birkaç gün önce de Hizbullah terörüne müdahaleyi aklına dahi getirmeyen güvenlik güçlerinin, ellerinde Türk bayraklarıyla, ailecek, bu ülkenin “resmi bayram” larından birini kutlamaya gidenleri üst aramasından geçirmek için sıraya dizmesini “tahrik edici” bulan okurumuz İçişleri Bakanı’na “Halkı provoke etmeyin” çağrısında bulunuyor!