AKP'li olmayan güvende değil

Can Ataklı’nın ‘Ordudan sonra operasyonların intikam alınmak istenen çevrelere yöneleceğinin işaretlerini alıyoruz’ diye yazdığı gün, iktidarın transfer listesindeki 2 numaralı oyuncu “sivil dalgayı görelim” temposu tutuyordu
Bütün bu gözaltıların, hakaretlerin, tutuklamaların, korkunç iddiaların zemini birkaç yıldır hazırlanıyordu. Şimdi sonuç bölümüne geçildi. Bundan sonrası artık AKP’li olmayan herkes için tehlikelidir. İktidar bulduğu açık yoldan ilerlemekte ve tehlike olarak gördüğü her engeli ustalıkla aşmaktadır. Bundan böyle AKP’li olmayan herkesin başına her an bir iş gelebilir.
Çatışma değil uyum
Üst üste gelen olaylar pek çok kişinin zihninde ”Devlet içinde bir çatışma yaşanıyor “ kuşkusu yarattı. Devletin kurumları arasında bir kavga yok. İktidar engel gördüğü yargının kolunu iyice büktü, yargı da biraz direniyor hepsi o. Askerle ilişkiye gelince, orada hiçbir sorun yok. Paslaşmalar oluyor, yemekler yeniyor ve güven mesajları sürekli tazeleniyor.
TSK NATO’nun ordusu
Son tutuklamalarla birlikte iktidarın Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik eylemleri artık son noktasına geldi. Bundan sonrası devletin tepe noktalarından sık sık verilecek uyum ve birliktelik mesajlarından başkasını görmemiz mümkün değildir. Ordu’da ”arıza“ yaratacak kimse bırakılmadı, kalanların ise bir hükmü yok.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk halkının başı sıkıştığında imdada koşan, Türkiye’yi kurtaran bir örgüt değildir.
Bugüne kadar bu amaçla yaptığı söylenen girişimler de Türk halkı, Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ilkeleri ya da çağdaşlık adına olmamıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri NATO’nun ordusudur ve politika, tavır ve
eylemlerini buradan gelen talimatlara göre uygular.
TSK’nin temel görev ve amacı, Sovyetler Birliği çökünceye kadar komünizmi önlemek ve kapitalist dünyadaki yerini sağlamlaştırması için Türkiye’yi dizayn etmektir. Israrla tekrarlanan ”Türk ordusu darbecidir“ söylemlerine asla kulak asmayın, çünkü Türkiye’de yapıldığı söylenen darbelerin hepsi gerçekte NATO ve kapitalist dünyanın talimatlarıdır ve bunlar yerine getirilerek Türkiye istenilen çizgiye çekilmiştir.
Batı kapitalizmi için Türkiye’nin yönetiminde kimin olduğunun bir önemi yoktur.
Önemli olan enerji yollarının güvenliğinin sağlaması, Türkiye’nin rota değiştirmesinin önlenmesidir.
İşte AKP iktidarı bunu biliyor ve buna göre davranıyor.
Şekil olarak demokrasi ve hukuk sistemi çalıştıkça Batı, Türkiye gibi bir ülkeyi asla feda edemez.
O halde genel çizgide durduktan sonra içte istenilen yapılabilir. Batı dünyasındaki temel politikanın bu olduğunu bilen iktidar kendi zihnindeki Türkiye’yi oluşturmak için gerçekten dur durak bilmiyor.
Sivil dalga yolda
Ordu içinde her şeye rağmen varlığını koruyan anti-NATO, anti-Amerikan yapılanmanın, günün birinde, uluslararası boyutta değil ama içte kendisine bir tehdit oluşturabileceğinin de farkında. O halde fırsat bu fırsat, tehdit ve tehlike tamamen ortadan kaldırılmalı. Yapılan iktidarın ordusunu yaratmaktır.
Orduya yönelik operasyonun sonuna gelmesiyle birlikte bu dalganın intikam alınmak istenen çevrelere yöneleceğinin işaretlerini alıyoruz. Yakında çok büyük bir ”sivil dalga“nın başlaması kimseyi şaşırtmasın.
l Can Ataklı / Vatan

* * *

Secde bile kurtaramaz (!)
Mehmet Tezkan’ın Pazar günkü Milliyet’te “Cağaloğlu’nda işim vardı.. Fırsat bu fırsat, cumayı Sultanahmet Camii’nde kılmayı düşündüm..” satırlarıyla başlayan yazısı...
Ergun Babahan’ın Pazar günkü Star’da, Ahmet Vardar’ı anlatırken, “İnançlı bir insandı. Bir kandil gecesi vefat etti, cuma günü de toprağa verildi” vurgusunu tercih etmesi...
Can Ataklı’nın bugün bir kısmını aktardığımız ve Pazartesi günü Vatan’da yayımlanan yazısını okuduktan sonra çok daha anlam kazanmıyor mu?
İnsan, hele bir de gazeteciyse, belki farkında bile olmadan, bir çeşit savunma refleksiyle, etrafında yükselen naralarından sığınacağı bir yer arıyor...
Irak’ta camileri kurşuna dizme, işkence, tecavüz gibi eylemlerde kullananların müttefiklerinin kirli elleri secdeye uzanmaz sanan varsa, bence çok yanılıyor...

* * *

28 Şubat’ın sicili bozukları
“Gazeteyi Can Ataklı hazırlayacaktı, ben izinliydim. Eşimle Akmerkez’de gezerken Zafer Mutlu yurtdışından aradı ve hemen gazeteye gitmemi istedi” diyor(Ergun Babahan) kendi yazarlarını hedef gösteren manşeti atan Sabah’taki rolünü özetlerken.
Ataklı bu manşetlerin atılmasına, meslektaşlarının gammazlanmasına tepki gösteriyor.
‘Tak - Şak’ Babahan
Gazeteye Ergun Babahan çağrılır, çünkü bilirler ki ona “tak” diye söyler, o da “şak” diye yapar. Açıklaması da çok basit: Hürriyet manşet yaptığı için! Böylesi olağanüstü durumlarda “duruş ayarlamak”, sürüye katılmamak, korodan bağımsız hareket etmenin önemini henüz bilmiyordu demek ki...
Sadece bugün kendisinin ne kadar dirençli, dik duran, bağımsız ve demokrat bir gazeteci olduğunu anlatıyorsa arada sırada dönüp bir de geriye, kendi siciline bakmasını dilerim...
Cengiz Çandar olaydan yıllar sonra Andıç’ı eleştiren bir yazı gönderiyor gazeteye. Yarım saat sonra dönemin yazıişleri müdürü Erdal Şafak’ın telefonu geliyor. Bu yazıyı basmayacaklarını söylüyor. Çandar da “Hukuk dışılığa düştüğü ortaya çıkmış emekli bir orgenerale karşı hukuki savunma yapan yazarınızın yazısını yayınlamayacak mısınız?” diye soruyor. Erdal Şafak o gün “Ben erkeğim” diye yanıt veriyor.
Jurnalci Şafak
O gün o notu koyan, böyle düzeysiz bir yanıt veren, yazıişlerini ayağa kaldıran, sıkı 28 Şubat’çı, askerin en büyük destekçisi, kendi yazarını jurnalleyen yazıişleri müdürü Erdal Şafak...
Bugün aynı Şafak ayağında çoraplarıyla demokratlık dersleri veriyor, sivil gazetecilikten bahsediyor...
Kimse kızmasın, “demokratlık” pazarda kiloyla satılmıyor...
l Oray Eğin / Akşam

* * *

‘Onlar bizim eşeklerimiz’
Rahmetli anneannem, son zincirleme operasyonun üçüncü dalgasının sivillere yönelik olacağı söylentisine çok sevinen Engin Ardıç’ın dünkü yazısını okuyabilseydi, o coşku, o kelimelere sığamama, o kimlerin üstüne çıkıp, pestil edene kadar tepineceğini bilememe hali karşısında, muhtemelen kendisini arayıp “evladım arpan fazla geldi galiba” derdi. Hatırlarım, çoğu zaman mahallenin densiz çocuklarına da böyle söylerdi. Okuyun bakalım, Ardıç’ta neyin eksik, neyin fazla olduğu konusunda sizde bir kanaat oluşacak mı (Paylaşırsanız pek mutlu olurum): “Herhalde bu siviller grubu, kasap çırağı, berber kalfası, apartman kapıcısı, manav, tüpgazcı, çakmakçı gibi kişilerden oluşmayacaktır. Kimler yahu bu siviller? Sakın bazı “apoletsiz postalcılar” olmasınlar bunlar? Hani şu bize her türlü hakareti cömertçe yağdıranlar... Beğenmediklerini, kıskandıklarını, onlara aykırı gelenleri, farklı düşünenleri, azıcık çizgi dışına çıkanları, ezber bozanları “hükümet yandaşı” olmakla suçlayanlar... Sanki pezevenklik, hırsızlık gibi bir şey bu... Kadın satmak, esrar satmak, eroin satmak, kokain satmak gibi yüz kızartıcı bir suç... O hale getirdiler... Sözünü ettikleri hükümet, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’dir. Geçenlerde imzasız bir mektup aldım. Şu anda mahkeme kararıyla tutuklu bulunan bir generalin bir zamanlar emir subaylığını yapmış olduğunu söyleyen ve kendisinin de şu anda emekli albay olduğunu belirten bir kişi, sözkonusu generalin bazı gazetecilerden “onlar bizim köpeğimiz” şeklinde sözettiğini açıklıyordu. Ardından da, bu gazetecilerin adlarını sıralıyordu... Mektup imzasız olduğu için “işleme koymadım”... Fakat o da “köpekler” olarak belirtilen gazetecilerin isimlerini vermedi, mektubun orasını sansür etti. Ben mektubu yırttım attım, isimleri hafızamda tutuyorum. İster misiniz, üçüncü dalgada, sivil dalgada, bu arkadaşlardan bazıları da içeri alınsınlar? Çok gülerim vallahi. Hadi bakalım, yeni dalgayı merakla bekliyoruz...”
Emirerlerinin emir eri olarak kullanılmayacağımızı bildiklerinden bize pek gelmez “o mektuplar”dan. Dolayısıyla kimler “köpek” bilemeyeceğiz, ama “eşekler”i iyi tanırız. Anırmasından anlarız cinsini, cibiliyetini...
İktidar yandaşlığıyla övünen, “infaz listesini gördüm” diye gevrek gevrek gülüp, meslektaşlarına aba altından sopa gösteren (Niyeyse? Sanki ’AKP’li olmadığı için tehlikede olan’ siviller de “Abi ben de var mıyım listede, nolur söyle abi, söylersen üç aylık maaşım senin” diye kuyruğa dizilecek!), linçten sapıkça bir haz alan çok “eşek” var piyasada...
Yalnız benden söylemesi, AB’ye gireceğiz diye memlekette büyükbaş hayvan bırakmadılar, ucuz etin yahnisi de malum eşekle oluyor... “Sivil dalgası” beklerken, “parlak tüylü dalgası”na kurban giden eşek görürsem, çok gülerim; yok yok; çok acırım vallahi!

* * *

Var böyle ihbarcı gazeteciler
Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın “Basın mensuplarının yazdıkları ayrıntılı biçimde incelenir. Köşe yazarlarının yorumları da incelenir. Onları ihbar kabul ediyoruz” sözlerini yorumlayan bir gazeteci, altına imza atmakta, zerre tereddüt etmeyeceğim şu satırları yazdı dün:
“Başsavcının ifadesiyle şu kesinleşti ki gazetelerde yer alan haberler ve yorumlar ihbar kabul ediliyor. Sayın Başsavcı’ya şunu hatırlatmakta fayda var: Bazı haber ve yorumlar da zaten tam bu maksatla yazılıyor. Bazı yazarlar ’Böyle yazayım ki Savcı Bey bunu ihbar saysın’ diye atıp tutuyor. Sayın Savcı’nın bu tür ihbarcılığa boyun eğmemesi gerekiyor. Bilgiye değil, kanaate dayanan; üstelik kötü niyet ya da önyargıyla yazılan bazı yazılar savcılığı manipüle etmek için kaleme alınıyor. O yazılar kamu vicdanında yer bulamadığı için iddianameler de ikna edici olmuyor. Çünkü muhabirle muhbir arasında dağlar kadar fark olduğu gibi, haberle ihbar arasında da yerle gök arasındaki mesafe kadar fark var. İnceleme ile soruşturmayı birbirine karıştıran basının bu önemli farkı fark etmesi hiç de kolay gözükmüyor. Sayın Yalçınkaya’nın bu konuda dikkatli davranarak tarihî bir hataya düşmemesi çok önemli”
Sadece Yalçınkaya’nın ve sadece AKP’ye açılan davalarda değil, bir hukuk devletinde yaşıyorsak bütün savcıların, ’özel yetkililer’ dahil, bütün davalarda yazarımızın bahsettiği tarihi hataya düşmemesi gerekir. Bugüne kadar yargıya komut veren, hedef gösteren, kararını etkilemeye çalışan manşetleri şöyle bir gözden geçirdim de, hakikaten var böyle ihbarcı gazeteciler çünkü!

* * *

Bush’a öykünme
ABD’deki gazeteci dostumuz Yılmaz Polat, Türkiye’de yargının siyasallaşmasıyla ilgili tartışmalarla 2005 yılında Bush’un ikinci döneminde ABD Senatosu’nda yaşananlar arasında büyük benzerlikler bulunduğunu duyuruyor: “Başkan Bush, ikinci dönem seçimi kazanınca 2005’te partisi Cumhuriyetçileri açıkça dinci sağın siyasi kanadı haline getirmeye çalıştı.
Senato kilitlendi. Cumhuriyetçiler bunun üzerine Senato İç Tüzüğü’nü değiştirme tehdidinde bulundu. Başbakan Erdoğan, belki de bir dönem stratejik ortaklığını yapan Başkan Bush’tan feyiz alıyordur.”
l Işık Kansu / Cumhuriyet

* * *

MİNİ YORUM
Türk halkının kimyası bozuldu

‘Darbeleri Okuma Kılavuzu’ için konuştuğumuz gazeteci Orhan Karaveli, tam da röportajının yayımlanacağı gün “yeni sivil dalga” söylentisinin tartışılacağını hissetmiş gibi “Korkarak olmaz. Pırıl pırıl insanlar zulüm görürken ben içtiğim suyu hak ettiğime inanmıyoyum” demiş ve eklemişti: “Türkiye’nin kimyası bozuldu.” Kimyası bozulanlar da, bırakın bir bardak suya layık olmadığını düşünmeyi, damacanayla götürüp Yarabbi şükür diyorlar işte...

Yazarın Diğer Yazıları