AKP iktidarı 28 Şubat'ın değil 12 Eylül'ün ürünüdür!
12 Eylül darbesi, ülkenin kaderini “böyle gelmiş; böyle gitmemeli” diyerek bir biçimde değiştirmeye kalkanların sağcı/solcu, ülkücü/devrimci, ilerici/gerici demeden tepesine inmiştir. Dönemin Amerikancıları, Batıcıları ya da ajan provokatörlerinin hiçbirisi bu darbeden zarar görmemiştir. Onlar için kâh ABD, kâh da İsrail ve AB o süreç içerisinde devreye girerek adamlarını tereyağından kıl çeker gibi çekip kurtarmışlardır.
Dönemin idealist gençliği ezilmek, örselenmek, sürülmek, hapsedilmek, idam edilmek ve lanetlenmekle kalmamış; ülkenin geleceğinde etkili olmaktan “sakıncalı” ilan edilerek çıkartılmıştır. 12 Eylül, sokaklarda “Kızıl Bayrak” taşınmasına karşı çıkan ülkücüyü de, Amerikan postalı görmek istemeyen devrimciyi de acımasız bir biçimde ülkenin gündeminden çıkarmıştır. İdealist gençlik devre dışı bırakılmak ya da etkisizleştirilmekle kalmamış, sonsuza kadar sakıncalı da ilan edilmiştir. Ülkenin geleceği en zeki, en duyarlı, en idealist unsurlardan soyutlanınca; Türkiye’nin yönetimi “çaycılara”, “neme lazımcılara”, “etliye ve sütlüye karışmayanlara”, “ot” lara ve “çöplere” kalmıştır. Ülke yönetimi iddiasız, idealsiz kişilerin egemenliğine o günlerde terk edilmiştir. Bugün karşılaşılan sorunların büyük bir kısmı da bu süreçten kaynaklanmıştır.
12 Eylül, gençliğin idealist duygularını tahrip etmiştir
Birileri, kendilerinden başka hiç kimsenin vatanı, bayrağı, milleti ve devleti sevme hakkının bulunmadığını düşünüyorlardı. Kan gövdeyi götürürken ortada görünmeyen yetkililer, tutukladıkları gençlere “Çapulcular! Size mi düştü bayrağı sevmek! Tam Bağımsız Türkiye istemek! Bu ülkenin ordusu, polisi var!” demişlerdir.
Saldıranla savunan, testiyi getirenle kıran bir tutulmuş, gençler “size mi düştü ülkeyi korumak!” diye işkencelerden geçirilmiştir. Dünyadan tecrit edilerek hücrelere tıkılmış olan gençler, akla gelen ve gelmeyen yöntemlerle işkencelerden geçirilmiştir. Bu durum gençleri ülkeyi, devleti ve milleti kurtarmayı bir kenara bırakıp kendilerini kurtarmanın yollarını aramaya sevk etmiştir. Ülkücüler devletle zindanlarda, mahkeme salonlarında ve darağaçlarında yüzleşmek zorunda kalmışlardır. “Devlet Baba!” geleneğinin mensupları, bilinçlerinde inşa ettikleri devletin somut yüzünü 12 Eylülde görmüşlerdir. Uğruna fedayı can etmek üzere yemin ettikleri devletin egemenleğinin onları hasım olarak gördüğünü, onları ezmek ve yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarına orada şahit oluyorlardı. Devletin “iktidar ilişkilerinin ürettiği siyasi bir varlık” olduğunu ilk kez orada görüyorlardı.
12 Eylül’ün üzerinde 27 yıl geçti. Bugünlerde etnik/mezhepçi/bölücü terör gemiyi azıya aldığında artık gençler bunlara karşı sokağa çıkmaya, protesto etmeye bile gerek duymuyor. Suya sabuna dokunmayan, kokmayan bulaşmayan, fincancı katırlarını ürkütmemeye yemin etmiş, yemek, içmek, müzik dinlemek ve sevişmek duygusunun dışındaki duygularla ilgilenmeyen gençlik, 12 Eylülün ürünüdür.
Darbeciler, adeta “ezin günahkârı” talimatlarıyla bir silindir gibi ülkücülüğün, devrimciliğin ve vatan sevgisinin üzerinden geçmiştir. Birilerinin önü işte o zaman açılmıştır.
Darbeci anlayış Türkiye’nin bağışıklık sistemini felç etmiş ve bunu fırsat bilen ihanet çeteleri için de gün doğmuştur. İlkesiz, iddiasız ve idealsiz bırakılan gençlik, sonunda kendi kimliğine karşı kurulan komplonun bir parçası haline gelmiştir. Gençlik arasında kendinden uzaklaştıkça kendini bulacağını sanan bir anlayış hızla yerleşmiştir. Kendini bilmeden, kendisi olmadan başkası olmaya özendirilen bir gençlik yaratma gayretleri ayyuka çıkmıştır. Gençliği milli, ahlaki, insani ve manevi değerlerden mümkün olduğunca uzak tutmak gayretlerinin altında küreselci güçlerin Türkiye ve Türklüğe karşı yabancılaştırdığı yerli etki ajanlarının rolü de sanıldığından fazla olmuştur.
Günümüzde Türk milletini ve Türk kültürünü aşağılayan olguların başlangıç tarihi 12 Eylüldür. 12 Eylülün milliyetçiliği ve milliyetçileri ezmesiyle başlayan tarihi arıza,bu günkü süreci beslemiştir. Yaşanan bu süreç sonucunda milliyetsizliği kutsayan, Müslümanlığı edilgenleştiren ve Türksüzlüğü öneren bir anlayışın yolu o günlerde açılmıştır. Kısacası bugünkü iktidarın yolunu 28 Şubat değil 12 Eylül açmıştır.