Akbabanın laneti

Adam, “Ordumuzun bir dönem tepesinde görev alan komuta heyeti müebbet hapis talebiyle yargılanıyor” diye zil takıp oynayacak neredeyse...
Komutanların omuzlarında “Müzakereciler kızlarını teröristlerle evlendirsinler” diye ağlayan analarla kafa bulur gibi, hiç utanmadan “Kürt sorununda o kadar kanın dökülmesi askerin siyaset merakının sonucu değil mi?” diye yazıyor.
Sanırsın Öcalan değil Silivri’de ağırlaştırılmış müebbete çarptırılmaları istenenler PKK’yı yönetti!
Yıllardır insanlar hakkında yapılmadık kara propaganda, atılmadık iftira, yürütülmedik zihin operasyonu bırakmayan bir diğeri “Aman dikkat” diye ikaz ediyor;
“Şimdi bu gönüllü Ergenekon avukatları kanal kanal gezip mütalaayı sulandırmaya çalışacaklar... Bu alicengiz oyunlarına kanmayın... ‘Babaları asla eve dönemeyecek’deyip yayınladıkları çocuk resimlerine bakıp aldanmayın... Hepsi oyun...”
Akbabaları andırıyorlar;
Türkiye Cumhuriyeti’nden geriye kalan kim/ne varsa pençelerini geçirmeye çalışıyorlar... Kanatarak doymuyorlar aksine daha da açılıyor iştahları;
Bir daha...
Bir daha...
Şimdi ben bu arkadaşlara bir Dede Korkut nasihatı versem; Türk’e ait ve Türk’e göre ya, kulak asmazlar.
Madem Türk topraklarında Türk bayrağının “özgür” dalgalanmasından rahatsız ve fakat Türk adalarına Yunan bayrağı çekilmesinden memnunlar; ben de biçare Yunan kültürüne başvurayım dedim. Seçtiğim “kıssadan hisse(!)”nin “tanrısal(!)” boyutu da var; belki akıbetlerini görür de “fren” diye bir mekanizma olduğunu hatırlarlar:
Hikayemiz Zeus’un gazabına uğrayan dört kardeşten Prometheus ile ilgili.
Atlas’ı “gök kubbeyi omuzlarında taşıma” cezasına çarptıran,
Menotios’u yıldırımlarla çarpıp yerin dibine sokan,
Epimetheus’un başına “bela” bir kadın saran Zeus, Prometheus’u da Kaukasos dağına çiviletip, ciğerlerini bir kartala yem etmişti.
Bizi ilk ilgilendiren bu “ağır” cezanın nedeni:
Zeus’u bu işkencelere yönelten “akıl”ı egemenliğinin önündeki en büyük “engel” görmesiymiş.
Biliyormuş ki eğer insanlar “akla” sahip olurlarsa, “zavallı” olmadıklarını anlar, ona “muhtaç”, “bağımlı” kalmazlar, “tapmazlar” .
Sırf bu yüzden “aklı”, daha doğrusu “akıl ve bilgi” nin sembolü olan “ateş”i insanların ulaşamayacağı bir yere saklamış. Lakin “ateş” olmadan eti pişiremeyen çiğ ve kanlı kanlı yemek zorunda kalan, güneşsiz oyuklarda, soğuk ve karanlıkta barınan insanların acizliğine acıyan Prometheus, onların vahşi hayvanlardan korunmasını ve toprağı sürmeye yarayacak aletler yapabilmelerini sağlamak için aklın/bilginin simgesi olan “ateş”i çalmaya karar vermiş. Ve başarmış da; kimine göre Hephaistos’un ocağından, kimine göre de güneşin tekerleğinden kızgın bir kıvılcımı çalmış.
Zeus, tanrısal düzenine başkaldırarak, insanı “akıl”la buluşturmak gibi korkunç bir suç(!) işleyen Prometheus’u Kaukasos dağına çiviletmiş.
Gelin bu kısmını “İlahi demirci” Hephaistos anlatsın. Bakalım Prometheus için “her gün yeni baştan başlaması” planlanan zulüm tanıdık gelecek mi:
- Ey Prometheus... Bu çekiçleri ve bu zincirleri görüyor musun? Bunlar senin bahtsızlığını ve benim sonsuz üzüntümü hazırlayacaklar. Seni bu vahşi kayaya çivileyeceğim. Artık sen buradan hiç insan sesi işitmeyeceksin, teselli ve acımak sana yüzünü göstermeyecek, güneşin kızgın ışınlarıyla kuruyarak vücut çiçeğin solacak. Çok sonra gece yıldızlı mantosunun altında geldiğinde sen kalbinde bitmez acılar bulunan bir keder nöbetçisi, bu korkunç yerde, hiç dinlenmeden, uyku nedir bilmeden, dizlerini bükmeden yalnız başına kalacaksın. İniltilerini insafsız kayalardan başka duyan olmayacak. Boş yere feryat edeceksin.
Prometheus’un çilesi bundan ibaret değilmiş. Bir kartal her sabah gelip pençeleriyle göğsünü deşiyor, ciğerini yiyormuş. Ciğer gece sabaha kadar eski halini aldığı için, bu işkence her sabah yeniden başlıyormuş.
Prometheus 30 bin yıl sürmesi planlanan bu haksız cezadan nasıl kurtulmuş biliyor musunuz?
Bildiği “sır” sayesinde;
Aynı zamanda “öngörü”nün daha doğrusu “önceden görme”nin de timsali olan Prometheus, Zeus’un egemenliğini kimin nasıl sonlandıracağını biliyormuş.
İşe Zeus sırf kendi saltanatını koruyabilmek uğruna, ona biat etmeyen Prometheus’un “aklı, bilgisi, zekası ve öngörüsü” karşısında boyun eğmek ve onu sembollerinden olduğu “özgürlüğe” kavuşturmak durumunda kalmış!
İnsanlığı “akıl” la buluşturduğu için cezalandırdığı Prometheus’un “aklından” faydalanabilmek için Zeus ilk kimi feda etmiş dersiniz;
Kartalı!
Çoğu yerde “kartal” diye anlatılsa da, derler ki Zeus’un kullanıp bir kenara attığı “akbaba” dır aslında...
Anlayana...
Ha anlamayan da Milliyet’in dünkü 1. sayfasına bakabilir mesela;
45 yıllık yazara bir kibrit kutusu ebadında samimiyetsiz, soğuk bir veda:
Tak sepeti koluna...
Tek başına bu bile “ibret”tir aslında
kaptıkları köşeleri, milletle savaş için
kullananlara.

Tarih bize diyor ki...

Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirdikten sonra Mimar Sinan Üniversitesinde Genel Türk Tarihi alanında Yüksek Lisans yapan Merve Rabia Meral ve Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler öğrencisi Selim Han Yeniacun. İkisi de uzun zamandır Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanlığı’nda milli değerleri doğrultusunda çalışıp çabalıyorlar. Önceki gece Bengü Türk TV’de bir programa başladılar;
Hani biz bazen duymuyoruz, yahut “ecdad” elçiliğine soyunanlar “işlerine geldiği” gibi çarpıtarak duyuruyor ya; işte bu yüzden, tarihin bize “aslında” ne dediğini anlatacaklar.
Selim Han konusunda yorum yapmak beni aşar; şahsına münhasır, başka -özel- bir kafa onunki! Öğrenme ve öğretme coşkusu eşsiz.
Merve’ye gelince; nazar değmesin! Köklerini ağırlıklı olarak Rus ve Çin kroniklerinden öğrenmiş bir milletin mensupları, bu genç kızın akademik kariyerindeki ilerleyişini mutlaka takip etmeli. Kim bilir Orta Asya ve Kafkaslar’ın Türk Tarihi’ni Türk bakış açısıyla yeniden yazacak kişi odur belki; neden olmasın!
Ben bu “temiz”, “pırıl pırıl” tabloyu, öğrenerek, ilham alarak, umut dolarak izledim; her Pazartesi saat 23.00’te kaçırmayın derim.

Yazarın Diğer Yazıları