Ahmet Hatipoğlu adlı bir bilge...
Sevgili okuyucum; ülkemizde Türk Tasavvuf Mûsıkîsi Korosu'nun ilk kurucusu, çok değerli dostum, ağabeyim, bilge insan Ahmet Hatipoğlu 23 Ağustos 2015'te 82 yaşında sonsuzluğa göçtü... O kahraman insanı sizlere özellikle anlatmak istiyorum; ama inanın, lâyıkıyla anlatamayacağımı da çok iyi biliyorum. Çünkü o gerçekten farklı bir insandı. Sessiz-sedasız öyle büyük işler başardı ki; onun eserlerini ve çalışmalarını anlatmak için, değil bu köşe, gazetemizin tüm sayfaları az gelir! Onun yönü, bizleri var eden ulu Tanrı'ya ve insana dönüktü. O hep gönül bahçemizin çiçeklerini besledi. O güzel insan; sevginin, saygının ve Tanrı aşkının harmanlandığı müziklerle, gönüllerimizde bir bayram havası estirdi. Hoca Ahmet Yesevî'nin, Yunus'un, Mevlâna'nın ve nice gönül erlerinin deyişlerini, korolarla saltanatlı biçimde sunarak ruhumuzu yüceltti. O, aslında bir sevgi, bir saygı eriydi.
Ankara Radyosu'nda çalıştığım yıllarda, onun çalışma azmine, onun hizmet heyecanına hayran kalırdım. O sadece inanç kültürümüzle ilgili sıradan bir koro şefi değildi. Konusuyla ilgili topluma sunduğu çok değerli eserlerin de sahibiydi. "Türk Mûsıkîsi Prozodisi", "Türk Mûsıkîsi Solfej Metodu ve Nazariyâtı", "Besteleriyle Yunus Emre İlâhileri" gibi kitapların yanında; Türk kültür dünyasına eşsiz değerde besteler de armağan etti. İşte onlardan bir-kaçı: Güftesi Ahmed Yesevî'ye ait "Mâhur Form (Yeseviyye)", güftesi Fuzûlî'ye ait olan "Mâhur Form (Su Kasîdesi) gibi pek çok besteleri de var. Ve Üniversite Konservatuarlarında öğretmenlikler; kültür adına daha neler, neler...
Ahmet Hatipoğlu ağabeyim, TRT'de yıllardır ötelenen Türk Tasavvuf Mûsıkîsi Korosu'nu kurmasıyla, bu millete zaten en büyük hizmetini yaptı. Radyo'daki günlerimde onun çalışmalarını izlemekten çok büyük keyif alırdım. Söz gelimi, Koro'sunu yeni bir eserle buluşturduğunda, stüdyonun bir köşesine siner, provaları sessiz-sedasız dinlerdim.
Ankara'da aynı semtte yaşıyorduk. Benim TRT'den erken emekli oluşuma çok üzülürdü. Sanırım 2000 yılıydı. Bir gün kendisini ziyaret ettiğimde, konu şiirden açıldı.1981 yılında "Öpsem Elini" adlı beş kıtalık bir şiir yazmıştım. Bu şiirin her bir dörtlüğünde Hacıbektaş Veli, Mevlâna, Hacı Bayram Veli, Hoca Ahmet Yesevî, Yunus Emre anılıyordu. Sohbet sırasında kendisine o şiiri okudum. Sustu ve o zarif sesiyle "Mevlüt Bey bir daha okur musun?" dedi. Okudum. Okumamla beraber, bana "Yahu Mevlüt Bey, yıllar önce TRT'deyken bu şiiri niçin bana vermedin" diye okkalı bir ağabey azarı işittim. O şiirin ilk kıtası şöyleydi: "Gönüller ummanı, yollar kavşağı/Bir menzile yetsem, öpsem elini/ Kırk verenli Hünkâr Bektaş başağı/Saltuk Ağam desem, öpsem elini".
Sohbetimiz sürerken şiirin tamamını yazdım ve kendisine verdim. Sanırım bir yıl sonra bir Ramazan günüydü. Beni telefonla aradı. İlk sözü şu oldu: "Mevlüt Bey, yarın Kadir Gecesi. TRT'de koromuzun konseri var, izlemeyi ihmal etme" dedi. Ben, "Ağabey senin konserlerini bu zamana kadar hiç kaçırmadım" dedim. Fakat bu telefondan biraz işkillendim. Ahmet ağabey böyle hiç aramazdı; neden aradı diye düşündüm, durdum... Ertesi gün akşam televizyonu merakla açtım... Ahmet ağabey korosunun başına geçti. Seyircilerden alkış aldıktan sonra, mikrofona eğildi, "Sevgili Seyirciler, sözleri Mevlüt Uluğtekin Yılmaz'a ait "Öpsem Elini" adlı Hüzzam-Niyaz ilahiyi koromuz seslendirecek" dedi. Ben oturduğum koltukta dondum kaldım. İnanın şunca yıllık yaşamımda beni etkileyen böyle bir sürprizi hiç yaşamamıştım.
Sevgili okurlarım, bir bilgeyi yitirdik. İnanın ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilemiyorum. Çok değerli eşi Sema Hanımefendi'ye, sevgili çocukları Itrî ve Emrah'a baş sağlığı diliyorum. Çok üzgünüm. Bir büyük kültür kahramanını daha kaybettik. Tek tesellimiz eserleriyle avuntumuz olacaktır. Durağı uçmak olsun.
Herhalde diyecek son sözümüz şudur:
"Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde.
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler."
Esen kalın efendim.-