Ah bu Şirinler...

Evvel zaman içinde, Şirin Baba’nın iktidarını Gargamel ile İmralı’daki Azman’a kaptırdığı bir ülke varmış. Ülkede sadece rejimin sacayağını oluşturan “üç kuvvet” değil; dördüncü kuvvet varsayılan “basın”da işgal altındaymış.

Hikayemizin kahramanı gazeteci Şirin, emperyalizmin “kitlesel imha” etkisine sahip, güçlü silahlarının da
başında gelen “basın/medya”nın, ülkesinde oluşturduğu ileri karakollardan birinde çalışıyormuş.
Sorsan “sosyalist”miş ve fakat gel zaman, git zaman Gargamel’in hazırladığı iksirlerden mi içmiş, Azman’ın korkusundan mı bilinmez Peyo’yu (yaratıcısı Pierre Culliford) mezarında ters döndürecek derecede liberalleşmiş, ülkesinin meselelerine ülkesinin kaynaklarına göz diken küresel kapitalistlerin penceresinden bakar olmuş.
Uzatmayalım...
Günlerden bir gün; yine kızıl görünümünün altında, alabildiğine dolar yeşiline boyarken toplumsal hafızayı, bir “son dakika” haberi tutuşturmuşlar eline. Alı al, moru mor olmuş. Tam da ülkeyi kanlı bir kaosa sürükleyen “terör eylemleri”ni; “mazlumların feryadı” gibi ambalajlamaya çalışırken -kader işte(!)- “romantik devrimci” gibi algılatmaya çalıştığı teröristlerin ülkenin güvenliğinden sorumlu iki polisi şehit ettiği haberiymiş duyurması gereken...
Ne yapsın -mecbur- paylaşmış bu gelişmeyi izleyicisiyle. Ama içine de dert olmuş; saatlerdir ekran başındakilere saç baş yoldurmak pahasına topladığı bir çuval incirin berbat olmasına göz yumamazmış. Kendinden emin, gizemli, kimselerin vakıf olmadığı bir “gizli bilgi” ye sahip edasıyla almış sazı eline gazeteci Şirin, başlamış doğaçlamaya:
- Daha önce PKK’nın
polisle çatıştığını görmemiştik!

***

Oysa...
PKK, 17 Nisan 2010’da Samsun-Ladik’te devriye görevini yapan polislere uzun namlulu silahlarla saldırmış ve 2 şehit vermiş Türkiye adında bir ülke...
PKK, 5 Eylül 2011’de Tunceli şehir merkezinde, halı sahada futbol oynayan polislere uzun namlulu silahlarla ateş açmış; bir başkomser ve gencecik öğretmen eşi şehit olmuş. 8 polis yaralanmış... Aynı gün yine Tunceli’de PKK’nın Özel Harekat Polis noktasına düzenlediği saldırı sonrası çatışma yaşanmış.
PKK, 20 Eylül 2011’de Siirt’te Polis Meslek Yüksek Okulu yakınına park etmiş araca roketatar ve uzun namlulu silahlarla saldırmış; 4 “can” gitmiş.
PKK, 22 Eylül 2011’de, Yunus polis ekibine saldırmış; iki şehit verilmiş.
PKK, 13 Ekim 2011’de Hatay, İskenderun’daki Kazım Şengül Polis Merkezi’ne saldırmış; bir şehit verilmiş, 3 polis de yaralanmış.
PKK, 21 Şubat 2012’de Cudi Dağı’nda özel harekat polisleriyle çatışmaya girmiş; 6 şehit verilmiş.
PKK, 20 Ağustos 2012’de, Gaziantep-Şehitkamil’de Karşıyaka Polis Karakolu’na 15 metre mesafeye bırakılan C4 patlayıcı, beton çivisi ve metal parçalarla hazırlanmış bomba yüklü otomobili patlatmış; 4’ü çocuk, bebek, 10 “can” gitmiş. Hani el kadar tabutlardan düşmesin diye koli bantlarıyla sarmışlardı ya bayrakları; hatırladınız mı?
PKK, 26 Mart 2014’te Silopi’de içinde üç polisin bulunduğu otomobile molotof atmış. 33 yaşındaki polis memuru Zeynep Özçelik’in vücudunun yarısı yanmış. Doku nakli yapılan Özçelik aylarca yoğun bakımda kalmış.
PKK,18 Ağustos 2014’te Van-Saray’da zırhlı polis aracına saldırmış.
PKK, 25 ve 26 Ağustos 2014’te Diyarbakır’da iki gece üst üste, iki polisi, evlerinin önünde kurşunlayarak şehit
etmiş.
Ve bunlar sadece “İmralı’daki Azman”la el sıkışıp da halka “analar ağlamayacak” diye yutturulan süre zarfında yaşananlarmış!
Gazeteci Şirin’in “daha önce hiç görmemiştik” dediği çatışma, saldırı, pusularda 6 bine yakın polis can vermiş o uzaaaak ülkede!
Ondan duymamıştır belki de “kaf dağları” var diye aralarında gönül mesafesiyle!

***

Kestirmeden gökten üç elma düşmüş faslına gelecek olursak;
Yıllaaaar yıllar sonra, nesil değiştikten, “ari zihinli” insanlar kafa yormaya başladıktan sonra “nasıl oldu da oldu” mevzuna, anlaşılmış tabii gazeteci Şirin’in sergilediği cehaletin sebebi.
Gargamel, Şirin’lerin beslendiği ormana “süreç” virüsü bulaştırdıktan sonra zehirlenmiş soludukları hava, içtikleri su, kokladıkları çiçek, yedikleri çilek... Zehirlemiş fikirlerini, niyetlerini... Söylemez, söyleyemez olmuş dilleri gerçeği; körleşmiş çünkü gözleri göremez olmuşlar burunlarının ucundakini... Sağırlaşmış kulakları; işitememişler “uzaktan güzel gelen davul sesi” zannetmişler anaların yürek dağlayan feryatlarını.
Elmalar mı?
Biri Gargame’in, biri gazeteci Şirin’in, diğeri de her masala inanan yüzde 50’nin başına düşmüş.
Düşmüş de, elma ne yapsın iş işten geçtikten sonra!

GÜNÜN SORUSU

Bingöl Emniyet Müdürü’nü hedef alan ve iki şehit verdiğimiz saldırının altında “karanlık” eller, “derin” parmaklar arayanlar var. “Tam da olaylar durulurken, HDP tabanını geri çekerken, İmralı ”dur“ emri vermişken nereden çıktı” diyorlar.
Ben de çok afedersiniz “yuh” demek istiyorum.
Yahu daha bir ay önce Emniyet Genel Müdürlüğü “acil” kodlu bir yazıyla uyarmadı mı 45 il teşkilatını? PKK’nın “alan hakimiyeti oluşturmak için polise dönük saldırı” hazırlığında olduğu, emniyet mensuplarının, ayrıca evlerinin ve araçlarının hedef alınacağı uyarısında bulunmadı mı?
Bu durumda ne “karanlığı”, bu trajik son ayan beyan, apaçık, gün gibi “geliyorum” demedi mi?

Yazarın Diğer Yazıları