Ağzınızı mı bağladılar?..
Not düşmesem içime dert olurdu: Emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, yargılamanın yeniden yapıldığı Balyoz Davası’nın ilk duruşmasında, rötarlı tanıklığına “Kendisine tanıklık yapma fırsatı veren Anayasa Mahkemesi’ne şükranlarını sunarak” başladı.
Duyan da, daha önce Özel Yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önünde “Ben tanık olacağıııııım... Ben tanık olacağııııııımmmm....” diye üstünü başını parçaladı ama yine de o bir tek cümleyi kurmasına izin vermediler sanır:
- Duymadım, görmedim, bilmiyorum!
Böyle “Nihayet... Çok şükür...” tonunda ifade ettiği “tanık kürsüsüyle vuslat” coşkusuna bakan zanneder ki, Yalman, ilk yargılamanın yapıldığı Silivri’deki o spor salonunun kapılarını aşındırdı da izbandut kılıklı mübaşirler geçit vermedi!
Hiç kimseye değilse son 3-4 yılda yaşadıklarından öğrendikleri sayesinde, hukuk bilgileri benim diyen hukukçuyla yarışır düzeye gelen “silah arkadaşlarınıza” ayıp olmuyor mu Aytaç Bey!
Silivri’deki spor salonundan bozma mahkeme salonunun etrafı mayın tarlası mıydı; -tanıklık yapmak isteyene özel- bubi tuzakları mı vardı? Geldiniz de bahçeye adım attığınız anda üzerinize pitbullar mı saldırdı?
Yapmayın.
Keza dün ardınızdan dile getirilen sayısız sitemin yanı sıra, Hakim Albay Onur Uluocak dayanamadı, -mealen- haykırdı:
- Aytaç Yalman tanıklık yapma fırsatı verdiği için AYM’ye teşekkür etti. AYM’nin böyle bir yetkisi yok. Buna gerek de yok. Mahkeme ’ben tanıklık etmek istiyorum’ diyen birini reddedemez. CMK 178’inci maddeye göre tanık duruşma günü hazır bulunduğunda mahkeme istemese de tanığı dinlemek zorunda kalır.
Yani Aytaç Bey, siz eğer isteseydiniz -veya belki istediniz ama cesaret edemediniz bilemem/niyet okuyamam- “silah arkadaşlarınız”ın masumiyetine tanıklık ederdiniz/edebilirdiniz.
Merak ediyorum “mahkeme”nin bunu engelleme gücü ve yetkisi bulunmadığına göre, sizi asıl durduran ne oldu?
“Silah arkadaşlarınız” sizi defalarca davet etmesine rağmen, neden iki gün önce Kartal’da söylediklerinizi, iki yıl önce Silivri’de söylemediniz?
Bilirkişi listesindeki garip tesadüf
Balyoz yargılamasının hem Silivri hem de Ankara’daki yüksek yargı ayaklarında en çok tartışılan konu şüphesiz “üretilmiş” dijital deliller ve onları çürüten 34 ayrı bilirkişi raporunun mahkemece dikkate alınmamasıydı. Yeniden yargılamayı yapan mahkemenin başkanı Özlem Karaçam, ilk duruşmada yeni bir bilirkişi heyeti oluşturulması için İstanbul Teknik Üniversitesi’nden konunun uzmanı bilim adamlarının isimlerini istediklerini söyledi. Karaçam’ın sanıklar ve avukatlarıyla da paylaştığı “uzman listesi”ndeki bir isim dikkatleri, daha doğrusu bu sürecin kitabını da yazan eski Genelkurmay ikinci Başkanı Ergin Saygun’un dikkatini çekti:
Berk Üstündağ.
Halen İTÜ’de öğretim üyesi olan Üstündağ’ın adı geçmişte, hem de tam Balyoz kumpasının göbeğinde geçmişti.
Saygun’un “2009 Nisan’ı başlarında bir haber geldi. O sırada 1. Ordu Komutanı’yım. Buna göre, biri doçent iki kişi, Emniyetin isteği üzerine, Genelkurmay Başkanlığı’nın tüm yazışmalarını, tüm general ve amiral e-maillerini izleyecek bir sistem kurduklarını, elde ettikleri bilgileri devamlı olarak Emniyet ilgililerine ilettiklerini, şimdi ise yaptıklarından pişman olduklarını, polisin elindeki listenin en başında ben olduğum ve benimle görüşmek isteklerini ilettiler. Taleplerini kabul etmedim.
Bir başka haberde de benim özel olarak kontrol altında olduğum, korgeneral rütbesinden bu yana bütün yazışmalarımın Emniyette bulunduğu, emekli olduktan 6 ay sonra tutuklanacağım yer alıyordu.
(...) Burada dikkat çekici olan, bu kişilerin “biz böyle bir şey yapıyoruz” diye kendiliklerinden Genelkurmay Başkanlığı’na gitmeleri. Eğer söyledikleri doğru ise, o zaman pek çok resmi yazıyı daha yazılırken alıp üzerinde istedikleri gibi oynadıkları veya bu yazılara benzeterek sahte belge hazırladıkları kesin.
(...) Yine gelen bilgilere göre, bu işleri yapan kişi İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan bir Yrd. Doç.” diye bahsettiği kişi Üstüdağ’dan başkası değildi.
Öyle ki Saygun, ilk yargılamada Üstüdağ’ın Balyoz yargılamasında tanık olarak dinlenmesini de talep etmişti. (Tabii reddedildi. O dönem konu CHP Milletvekili Atilla Kart tarafından TBMM gündemine de getirilmişti.)
Aynı ismin, “adil olacağı umut edilen” yeniden yargılama safhasında, üstelik de “bilirkişi adayı” olarak karşılarına çıkmasına tepki gösteren sanıkların isteği ilk yargılamada dikkate alınmayan bilirkişi raporlarına itibar edilmesi. Ha illa da yeni bir inceleme yaptırılacaksa Balyoz mağdurları, heyetin sadece İTÜ değil, Boğaziçi, ODTÜ gibi farklı üniversitelerde görev yapan ve “şaibesiz” uzmanlardan oluşturulmasını talep ediyorlar.
Dün yazdım, hem sanık durumundaki mağdurlar, hem katmerli mağdur aileler hem de avukatlar bu yargılamadan hayli umutlular. Ve fakat onca hayal kırıklığından sonra pamuk iğliğine bağlı bir umut bu. Dolayısıyla sütten ağzı yanan herkes gibi onlar da şimdi yoğurdu üfleyerek yiyor, mahkemenin bilirkişi seçiminde bu “dakika bir gol bir” dedirten garip tesadüfle oluşan şüpheleri ortadan kaldırmasını bekliyorlar.
Eh haksız da sayılmazlar...
Sabıkalı ordu
Her şey tarihe kaydolsun, yakalayabildiğim hiçbir soru işareti kayıt dışı kalmasın istiyorum. Onlardan biri:
Aytaç Yalman mahkeme huzurunda resmen de -daha önce gayriresmi ortamlarda da söylemişti- “Seminer benim emrim üzerine gerçekleştirildi” dediğine göre, seminer emrini verenin tanık, emri uygulayanların sanık olması tuhaf değil mi?
***
Bir diğer yaman çelişki:
Balyoz’da yargılanan muvazzaf subayların çoğu, AYM’nin kararını takiben görevlerine döndü. Çoğunun vazifeleri gereği elinde-belinde silah var; silahlılar. Ve bizzat devlet tarafından eline silah verilen bu adamlar -adli sicil kayıtları silinmediğinden- resmen sabıkalılar!
Sabıkalı ordu!
Dünyada eşi benzeri görülmüş müdür acaba?
Önceki gün Kürşat Güven Ertaş’ın dediği gibi “Kişilerin bireysel mağduriyetleri umursanmıyorsa, TSK üniformasının şerefi adına” silinmeli o sabıka kayıtları...