Ağzından çıkanı kulağın duysun

Ali Sirmen “Kürtlere pozitif ayrımcılık” isteyen İsmet Berkan’a fena halde karşı

Kürtler’e “pozitif ayrımcılık” uygulanmasının Türkiye’deki Türkler’de açılan yarayı daha da derinleştireceğini savunan Ertuğrul Özkök’e atıfla “Türkler çok kızar sonra’ dışında başka bir karşı çıkma gerekçesi varsa, onları duymak isterim doğrusu. Ama ben Türkiye’de yaratılmış eşitsizliğin, ayrımcılığın en kalabalık kurban grubu olan Kürtlerin, uzun yılların eşitsizliğini yenmek için pozitif ayrımcılığa ihtiyacı olduğunu düşünüyorum...” yazan İsmet Berkan’a cevap -hem de aynı gün- Ali Sirmen’den geldi!
Diyeceksiniz ki, Ali Sirmen müneccim mi? Biri Hürriyet’te, diğeri Cumhuriyet’te, Sirmen ne bilsin Berkan’ın dünkü yazısında neyi çazıp çizeceğini...
Sirmen de zaten “Berkan kesin şöyle yazar, ben de böyle yazıp bir güzel ağzının payını vereyim” diye geçmemiştir bilgisayarının başına ama, “Kürtlere pozitif ayrımcılık” talebi üzerinden “insanları aptal yerine koyan”ların çıkacağını öngörebilmek artık bir müneccimlik iş değil ki!
Sirmen “ağzından çıkanı kulağı duymayanlar” a ithaf etmiş aşağıdaki satırlarını. Eee “evrim”e bu kadar takılırsan olacağı bu; ağzıyla kulağı arasındaki mesafe belli ki henüz normalleşememiş olan Berkan nasipmiş Sirmen’in yazısının “aslan payı”:
“Bakın ne diyor Orhan Miroğlu:
ABD’de 1960’lı yıllarda zenci toplumunun durumunu düzeltmek için pozitif ayırımcılık yapıldı. Yani böyle bir pozitif ayırımcılık belli bir süre
yapılabilir.
ABD’deki zenci sorunu ile Türkiye’deki Kürt sorunu arasında ne ilişki var?
Türkiye’de Kürtlerin girmeleri yasak yerler, okullar mı oldu?
Türkiye’de insanlara Kürt kökenli olduğu için engeller mi çıkarıldı?
Nihayet ABD’de zenci sorununun çözümü gündeme geldiğinde, zenciler özerklik talebinde mi bulundu?
Zenci, Türkiye’deki Kürt’ün tersine, yeni bir kimlik isteyip beyazlara karşı özerklik talep etmedi. Tam tersine onlarla aynı demokratik ve ekonomik haklara sahip olmak istediğini söyledi ve bunun fiiliyatta bir anlam ifade edebilmesi için pozitif ayırımcılık uygulamasıyla aradaki uçurumun kapanmasını talep etti.

***


Eğer Kürt sorununun çözümünü, kişisel demokratik hakların çerçevesi içinde görüyorsanız, bunların tam uygulanması, ekonomik farklılıkların azaltılması için pozitif ayırımcılık talep etmekte haklı olabilirsiniz.
Böyle bir durumda kimse size “tutarsız” diyemez.
Ayrıca unutmamak gerekir ki Güneydoğu’nun ekonomik geriliği, burada yaşayan insanların Kürt olmasından değil, bölgenin Türkiye’nin periferisinde yer almasından kaynaklanmıştır.
Eğer Kürtleri geri bırakmak gibi bir amaç olmuş olsaydı, herhalde tarihimizin en büyük bölgesel kalkınma projesi olan GAP burada uygulanmaya konmazdı.
Eğer sorun hukuki düzenlemede düğümlenmiş olsaydı, zaten hukuki düzenlemelerle bu sorun çözülürdü. Yok eğer sorun hukuki düzenlemeyle de fiilen giderilemeyen bir ekonomik ve sosyal eşitsizlik olsaydı, o zaman pozitif ayırımcılıktan bir çözüm beklenebilirdi. Ama Kürt kardeşlerimizin, Orhan Miroğlu da dahil hemen hepsi, sorunun bunlarla da çözülemeyeceğini ve kendilerinin başka olduklarının kabul edilmesi gerektiğini ileri sürüp özerklik istiyor.
Bu başkalık durumunda pozitif ayırımcılık talep etmek tutarsızdır.
O zaman, Kürt olmayanlar şunu söyler:
Her türlü talebini kabul edelim amenna ama sen, benden ayrıysan seni neden finanse edeyim?

***


Nihayet Doğu ve Güneydoğu’daki 26 ilden toplanan vergi, Türkiye’nin toplam vergi oranının ancak % 3’üne ulaşıyor.
Yani görülüyor ki zaten verilen bir vergi yok, pozitif ayırımcılıkla istenen üstüne Batı’da toplanan vergilerden gelen kaynağın oraya yansıtılması.
Aslında fiilen o da yapılıyor. Türkiye’de özerklik istenen bölge, kaçak elektrik kullanımının tavan yaptığı yerdir. Oradan tahsil edilemeyen elektrik giderlerini de yönetimin, diğer bölge tüketicilerinin sırtına bindirdiğini bilmeyen mi var?
Evet konuşalım, konuşalım ama karşımızdakini aptal yerine koymamak için önce ağzımızdan çıkanı kulağımız duysun.”


Hani karpuz kesecektiniz!

Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının emekliliklerini istemelerinin ardından küstahça bir üslupla “Daha karpuz kesecektik” diye manşet atmıştı Taraf!
İstifa eden komutanları, Silivri’deki emeklilleri, Hasdal’daki muvazzafları neredeyse kuyruğuna teneke bağlanmış kedi muamelesine tabi tutmuştu.
Yüksek Askeri Şura sonrasında o Taraf’a bir şeyler oldu.
Ovuşturduğu ellerini beline dayadı, ilk iş hükümete çattı:
“Diklendi ama dik duramadı”
İyi de ne olacaktı?
“Normalleşme” değil miydi herkesin ağzını köpürte köpürte konuştuğu. “Normal” olarak, “normal” de terfi sırası gelenlerin (birkaç istisna hariç) atamaları yapıldı!
Ne yani Ahmet Altan Genelkurmay Başkanı, Yasemin Çongar Deniz Kuvvetleri Komutanı, Mehmet Baransu Hava Kuvvetleri Komutanı, Yıldıray Oğur Kara Kuvvetleri Komutanı, Emrullah Uslu da 2. Ordu Komutanı mı olmalıydı?
Varsın olmasın...
Getirin oradan bir Diyarbakır karpuzu;
Serin serin... Ohhh... Afiyet olsun!


Bu değirmen intihalle mi dönüyor?

Vatan gazetesinden Burak Kara’nın haberine göre Elif Şafak, son kitabı İskender’in kapak tasarımından sonra bu kez de içeriğinde intihal yapmakla suçlanıyor.
Şafak’ın “fazlaca esinlendiği!” iddia edilen İngiliz yazar Zadie Smith’in ‘İnci Gibi Dişler’ romanın çevirmeni Mefkure Bayatlı, Vatan’a yaptığı açıklamada “Bu kadarı tesadüf olamaz. Şafak, Zadie’nin kitabını şablon olarak örnek almış, aileyi Türk yaparak bir kitap yazmış” diyor.


Esinlenmeyi aşmış
İki kitap arasındaki benzerliğin akıl olmaz olduğuna ifade eden Bayatlı’ya göre “Elif Şafak esinlenmeyi aşmış, uyarlama yapmış” .
Elif Şafak ‘İskender’de, tıpkı ‘İnci Gibi Dişler’de olduğu gibi bir “göç hikayesi” anlatıyor. Her iki kitaptada göç eden ailelerin son durağı Londra’nın kenar mahallelerinden biri oluyor. Her iki kitabın da ana karakterleri “doğal birer karizma, arkadaşlarının arasında doğal lider, yakışıklılıklarıyla göz dolduran, dikkat çekici tipler olarak tasvir ediliyor.”
Fikir Mahsulleri Ofisi adlı bloga göre ise Şafak, Smith’in cümlelerini de birebire yakın üslupla tekrarlamış kendi kitabında!


Kayıplara karıştı
İşin trajik yanı hemen her gün gazetelerde görmeye alıştığımız Şafak’ın bu ciddi suçlamardan sonra kayıplara karışmış olması. Vatan muhabiri Kara’nın belirttiğine göre, Doğan Kitap Kurumsal İletişim Müdürü Özlem Yaşarlar aracılığıyla ulaşmayı denedikleri Şafak iddialar karşısında sessizliği tercih etmiş. (En azından gazeteler baskıya girene kadar...)
Hal bu olunca sormadan olmaz: Elif Şafak, son kitabında imzandan başka sana ait bir şey var mı? Seni “roman fabrikası”na dönüştüren bu değirmen intihalle mi dönüyor yoksa?



BASINDAN SEÇMELER



Roma’yı da Balbay ile Özkan yaktı...

Dördüncü yılını tamamlayan “İddia edilen Ergenekon Terör Örgütü” soruşturmasında bugüne kadar çok sayıda gazeteci, yazar, akademisyen, hukukçu, emekli ve muvazzaf asker, sivil toplum örgütü yöneticisi örgüt üyeliğiyle suçlandı...
Neredeyse bütün mesleklerden birer-ikişer kişi gözaltına alındı ya da tutuklandı.
Kapsam dışı kalan tek meslek, polislikti...
Birinci Ergenekon Davası’nda 27’si tutuklu 108 sanığın yargılandığı davanın 191. duruşmasında çok önemli bir gelişme oldu.
İlk kez bazı polisler bu örgütü “icat etmekle” suçlandı. Cumhuriyet Gazetesi’ne molotof atmakla suçlanan Bedirhan Şinal, bazı polislerin Cumhuriyet Gazetesi’ne atması için kendisine önce el bombası verdiklerini öne sürdü.
Bu sözler doğru mu, güvenilir mi; orasını bilemem...
Sahte Haham Tuncay Güney’in iddialarını ciddiye alarak yüzlerce kişinin tutuklanmasına karar verenler, elbette bu iddiaları da ciddiye almak ve araştırmak zorunda...

***

Bedirhan Şinal’ın bu sözleri; Ergenekon Davası’nın gidişatını kökten değiştirebilir... Şimdi adalete düşen en önemli görev, Şinal’ın can güvenliğini sağlamak... Çünkü o, dünden itibaren bu tarihi yargılamanın en önemli ve kilit adamı haline geldi. Umarım başına bir şey gelmez... Gelirse, olası suçluyu size şimdiden söyleyeyim mi?
Elbette “bazı polisler” değil...
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan!
Ne de olsa; Roma’yı da onlar yaktı...
Mustafa Mutlu / Vatan




Sarıkız...

Taraf gazetesi Ankara Temsilcisi Lale Kemal’in önceki günkü yazısında şu cümle göze çarpıyor: “Nokta dergisinin ortaya çıkarttığı ve askeri savcılığın talimatıyla 2007’de kapatılmasına neden olan Sarıkız, Yakamoz, Ayışığı gibi darbe planlarının, aslında Özkök’ün girişimleriyle engellendiği ortaya çıktı...”
Bir... Hilmi Özkök’ün darbe önlediği konusunda açık bir kanıt veya ifade hiç olmadı. Eğer olsaydı “darbeye teşebbüs” söz konusu olur, davaların tüm seyri değişirdi... İkincisi... Nokta dergisi askeri savcılığın talimatıyla kapatılmadı. Sahibi Ayhan Durgun tarafından kapatıldı. Durgun herhangi bir baskıdan söz etmedi.
Melih Aşık / Milliyet




Hamburgecisi bile CIA ajanı

ABD Başkanı 50 yaşına girmiş.. Yaşgününü yakın çalışma arkadaşlarıyla hamburgercide kutlamış.. Hamburgerci bir anda Obama’yı karşısında görünce çok şaşırmış.. ABD Başkanı ve kurmay heyetini hamburger kuyruğunda gören müşterilerin ağzı bir karış açık kalmış..
Allah bilir hâlâ kapatılamıyordur..
Çünkü bu işler öyle olmuyormuş..

***


ABD Başkanı diyelim ki bir öğle vakti hamburgerciye mi gidecek.. CIA bir gün önce hamburgerciye gidiyormuş.. Tabii yanlarında garsonlarını, aşçılarını da götürerek.. Anlayacağınız..
Obama içeri girdiği zaman tüm çalışanlar zaten gizli ajan oluyormuş..

***


İkili görüşme yapan ABD Başkanı Obama ile Rusya Devlet Başkanı Medvedev acıkınca ani bir kararla hamburgerciye gitti, sıraya girip hamburger aldılar haberi bilin ki palavradır!
Yalan demiyorum.. Onlar aniden gidiyordur da.. CIA aniden gitmiyor..
Mehmet Tezkan / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları