Adana Kitap Fuarı ve izlenimler...
Adana Havaalanı yolcu salonunda uçağa alınmayı bekliyorum. Tam karşıda Toros Dağları görülüyor upuzun ve yüceden yüce. Belli bir yükseltiden sonrası apak... Bir Tanrı otağını seyreder gibiyim; öylesine görkemli, büyüleyici, esin veren...
Adana Havaalanı hep böyle yüce duygular vermedi ama... Tuvaletleri çok pis, bu durumun yorumunu ve gereğini, ilgili ve yetkililerimize bırakırım.
Adana Havaalanına gelirken bir dolmuşa bindim, olağan güzergâhı kesmişler polisler, dolmuşçu dar sokaklara girdi. Birden bürüklü çarşafla kadınlar, maşlahlı erkekler ve o garip Pazar görüntüleri çıkıverdi karşımıza, minibüs güçlükle yol alıyor, üstelik zemin de çakır çukur. Şoför dayanamadı kükredi:
-Laan, yolumuzu bile kesiyonuz, sizi bu memlekete sohanın...
Şoförün yanında oturan arkadaş AKP'li ki birden uyardı, tabii işi başka yöne çekerek:
-Kardeşim yavaş sür, kasislere gire çıka içimizi dışımıza çıkardın.
Şoför ona da patladı:
-Bana ne diyon, ben mi içini dışına çıhardım? Gardaşım aha 153, telefonu de veriyoh, ara belediyeyi derdini onlara yan.
Yok onlara yanmaz, gariban şoförle tartışır...
Neyse ben bir gece öncesine döneyim, o ki tersten başladım. Dün gece Adana'nın en ünlü et lokantalarının birinde Adana Kebap ziyafetinde idik. Yayıncım sevgili Ahmet Acar, Kadirli'nin eniştesi. Baldızı Müge Hanım, bacanağı Abdullah Bey ve değerli yavruları Mehmet Efe ve Furkan'la birlikte fuara geldiler çıkış saatine yakın, bizi aldılar doğru o lokantaya. Adana kebabın en hası, ama onun öncesinde şişte ciğer ve fındık lahmacunlar... Ve garnitürün belki yirmi türlüsü... Bu ailenin dostluğu ve sohbetini hiç unutmayacağım.
Fuara gelince: TÜYAP düzenlenmiş. Okul kitapları, yardımcı ders ve test kitapları, sınav kitapları basan yayınevlerine meydan gibi yerler verilmiş, bizim Nergiz Yayınları gibi kültür, sanat, edebiyat, tarih ve diğer araştırma inceleme eserler basan yayınevlerine ise zar-zor 2 metrekarelik standlar. Bu hiç hoş değil, âdil değil. O tür yayınevlerine özel ve ayrı fuarlar yapınız, hem onlar zaten satıyorlar satacaklarını, sizin onlara desteğiniz gerekmiyor ki?
Bizim standın tam karşısında Diyanet Vakfı'nın kocaman standı var, onun yanında da bir nurcu yayınevinin... Bunların da fuarlara ihtiyaçları yok aslında, kitleleri her yerde hazır ve nazır... Nurcu Yayınevinin standına bakan Gökmen, aksanımdan Bayburt'u yakalıyor, hemşerimmiş. Bir de kitabımı satın alıyor, bir de ben armağan ediyorum ve Gökmen durmadan bize bir şeyler getirip ikram ediyor. Kendisine de dedim, Nurculuğa dimdik karşıyım, ama tanıdığım Nurcular hep çok iyi insanlar, çok da iyiliklerini görmüşüm. Gökmen hemşerimle de biraz tartıştık ama o da çok iyi bir çocuk.
Evet... Adanalı kızlar için de dizeler yazdık, onlardan da sunarak bitirelim:
"Adanalı kızlarının bakışlarına daldım/Karanlığın ışıldadığını onlarda gördüm//Tinlerinin içyüzleri, gizlileri/ Pürüzsüz ve parlak tenlerindeydi/Ve de dillerinde doğrucu, dobra//Alımlıydılar Çukurova gibi/Ve mutlaka verimli/Başlarında Toros sağanakları/Gönüllerinde Akdeniz dalgaları aradım//Adana kızlarına bakınca/ Karacaoğlan'ı şimdi daha iyi anladım"