Açılımcılara takdimimdir, bu Ermeni vahşet ve dehşeti

“Tarihe tanıklık, tarihin özüdür” derken Hegel, Yahya Kemal, “Tarih dehlizine girmeden siyaset tahlili yapılamaz” diyordu. Yusuf Ziya Arpacık, yakın tarihin önemli sayfalarına birinci dereceden tanıklık etmiş önemli biri. 1992 yılında Karabağ’a Azerbaycan Türkleri’nin yardımına koşmuş. Elibeyli Dağları’nda, adını Alparslan Türkeş’in koyduğu “Bozkurt Taburu” nu kurup eğitmiş, Ermeni ordusuna karşı çarpışmış. Sonra Halk Cephesi’nin isteği doğrultusunda Bakû’de Ceyrançölü Eğitim Alayı’nın komutanlığını yaparak binlerce Azerbaycan Mehmetçiğini yetiştirmiş. Arpacık, Karabağ anılarını 2005 yılında “Kan Fırtınası” (İlteriş Yayınları) adıyla kitaplaştırdı. Şimdi o kitaptan size Hocalı’da Ermenilerin yaptığı mezalim, vahşet ve dehşet uygulamalarından iki örneği aktaracağım. Milletvekillerimiz o uğursuz “Ermeni Protokoluna” oy verirken tarih dehlizine mutlaka girsinler ve bu sahneleri belleklerinden asla çıkarmasınlar.
“Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atmaya başladılar. Atalarından miras kalan bir kumar oynayacaklardı. Bu dehşet kumarı onlar bir çeşit ibadetti. Ermeniler, tarih boyunca birçok yerde olduğu gibi Hocalı’da da bu oyunu sahneye koymak için acele ediyorlardı.
Karnı burnunda olan kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. O ise, feryat bile etmiyor, sadece boş gözlerle yere bakarken, bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Güzel yüzünü süsleyen inci dişlerinin kenarından süzülen kan boynuna doğru ilerledi. Daha önce oldukça hırpalanmış olduğu anlaşılıyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı...
Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı:
-Akçik, manç?... (Kız mı oğlan mı?)
-Akçik... (Kız)
Bu cevap üzerine ’oğlan’diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkardı. Bu işi daha önce defalarca yaptığı her halinden belli oluyordu. Tecrübeliydi...
Genç annenin dizleri oynadı ve başı yana düştü. Sesini çıkarmamıştı... Her iki Ermeni, bebeğin cinsiyetini inceliyordu ki; nihayet uzun boylu olanı kanlı gözlerini üzüntüyle kırparak konuştu:
-Tun şahetsar, ınger... (Sen kazandın yoldaş)
-Yes şahetsa payts ays bıbrıki inç bes bidi gişdane. (Ben kazandım ama, bu bebek ne ile beslenecek?)
-Mayrigı bedge gişdatsene (annesi besleyecek elbette)
Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:
-Mayrig yerahayin zizdur (çocuğa meme ver)
Bütün bu olmazların olduğu dakikalarda Hocalı meydanının diğer tarafında tek kale bir futbol hazırlığı vardı. Oyuncular oldukça iddialı ve bir o kadar da istekliydiler. İki kesik kadın başını kale direği yapmışlar ve bir top arayışına girmişlerdi.
Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:
-Asiga maz çuni yev bızdige, aveg gındırnadabıdi. Gıdıresk... (Bu hem saçsız, hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın!
Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa, başı da orta yere düşmüştü... Ermeniler zafer nârâları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vuruyor, vuruyorlardı...”

Yazarın Diğer Yazıları