Abdullah Gül’ün konuşmasının analizi
TBMM, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açış konuşmasıyla yeni yasama yılına başladı. Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasında terörden tutuklu milletvekillerine, yeni anayasadan dokunulmazlıklara kadar birçok sorunlu konuya değindi. Doğrusu Cumhurbaşkanı Gül’ün, ekonomik konulara ve dış ilişkilere yönelik olarak konuşması, tam anlamıyla AKP güzellemesi kimliğindeydi.
Cumhurbaşkanı, “Milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarından kesin yargı kararı ortaya çıkana kadar yasama faaliyetlerinin” dışında kalmasını doğru bulmadığını söylemiştir. Bu konuda daha önce de Cumhurbaşkanı’nın çeşitli beyanları olmuştu. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in ve Bülent Arınç’ın da benzer söylemleri söz konusu olmuştu.
Başbakan Erdoğan, tutuklu milletvekilleriyle ilgili olarak “polemiğe girmek istemediğini, bu konuda Cumhurbaşkanı’yla görüş ayrılığının olduğunu ve nitekim tutuklu milletvekillerinden birisinin 18 yıl ceza aldığını” söyledi. Yargı sürecinin devam etmesine rağmen Başbakan’ın, Özel Yetkili Mahkeme’nin yağdırdığı cezaları kesin yargı kararlarıymış gibi değerlendirmesi ilginçti.
Cumhurbaşkanı, “Yakın coğrafyamızda meydana gelmekte olan köklü değişimlere yol açan gelişmelerde ülkemizin ‘ilham kaynaklarından’ birisi olduğunu” da söyledi. Bu ülkelerin “Türkiye gibi” olmak özlemi içinde bulunduklarına da özel vurgu yaptı.
Bu tespit doğru olmakla birlikte bunun, Türkiye Cumhuriyeti devletini kuranların getirdiği sistemle ilgili olduğuna, Cumhurbaşkanı değinmedi.
Cumhurbaşkanı’nın “Milli çıkarlar, her ülke için temel unsurdur” sözleri, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi” sözlerine cevap gibiydi.
Cumhurbaşkanı, “Terör ile demokrasi hiçbir ahvalde kol kola gezemez. Terörün kucaklanmasına, övülmesine ve meşru gösterilmesine müsamaha eden bir demokrasi de dünya üzerinde mevcut değildir” diyerek BDP’lilerin tavırlarına yönelik eleştirilerini dile getirmiş oldu.
Cumhurbaşkanı’nın yaptığı en ilginç tespit ise “Dış politikadaki kazanımlarımızın en değerlilerinden biri olan komşularla ilişkilerde kaydettiğimiz ilerlemeleri de titizlikle muhafaza etmeliyiz” sözleriydi. Türkiye’yi bütün komşularıyla savaşın eşiğine getirmiş olan bir dış politikanın “kazanım” olarak nitelendirilmesi ilginç ötesi bir değerlendirmeydi. Türkiye’nin komşuları olan Irak, Suriye ve İran ile ilişkileri herkes tarafından bilinirken Kıbrıs Rum kesimi, İsrail ve Ermenistan’la yaşananlar orta yerde iken, Cumhurbaşkanı’nın bu ilişkileri kutsaması akıl alacak bir şey değildir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün AKP’nin yürüttüğü ekonomik politikayı övmesi ve ülke içinde yeterince önemsenmeyip takdir edilmemesini eleştirmesi de önemliydi. Sayın Cumhurbaşkanı resmen bugün dünyanın en pahalı etini yiyen, en pahalı benzinini kullanan ve neredeyse en yüksek vergisini ödeyen halktan adeta mevcut durumuna şükretmesini istiyor. Cumhurbaşkanı bu değerlendirmesiyle, AKP iktidarının ekonomik yönden Türkiye’nin geleceğini çaldığını, ülkeyi ticaret ve tüketim toplumuna dönüştürdüğünün farkında olmadığını ortaya koymuş oldu.
Hayvancılık ülkesi Türkiye, bugün hayvan ithal ederek, kurban bayramında kurbanını ancak kesebiliyor. Bakliyat ülkesi Türkiye, bugün milyarlarca dolarlık bakliyat ithal ediyor. Meyvecilik ülkesi Türkiye, meyve ithal eder haldedir.
Cari açık, dış borç, sıcak para, bütçe açığı ile malul ve üretmeyen, ithal eden bir ekonomi modeli sürdürülebilir değildir. “Mali ve parasal disiplin” önemlidir ama her şey değildir. Üretim yerine tüketimi, imalat yerine ticareti, ihracat yerine ithalatı önceleyen bir model, uzun vadede onarılması imkânsız sorunların da kaynağını meydana getirir.
Son zamanlarda güncelleme, ayarlama, uyarlama adı altında yapılan zam ve artırılan vergiler, uygulanan ekonomik modelin gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Hükümetin fellik fellik zam yapmak ve vergi almak için hesap üstüne hesap yaptığı bir zamanda Cumhurbaşkanı’nın iktidarın ekonomik performansının kıymetinin bilinmediği ve takdirinin yapılmadığını söylemesi ilginçtir.