AB ve kesin inançlılık!
Ülkelerin tarihleri, coğrafyaları, gelişmişlik düzeyleri, komşuları, dilleri, değerleri farklı olduğu gibi çıkarları da farklıdır. Çıkarları farklı olanlar daha çok işbirliğine değil çatışmaya meyilli olurlar. Ancak çıkarları arasında ortaklık olanların asgari ya da azami işbirliğinden de söz edilebilir. Bu anlamda bazı ülke, kıta ve ittifakların diğerlerine göre daha avantajlı ve öncelikli olması doğaldır. Türkiye’yi yıllardır -hatta yüz yıllardır- yöneten elit, haklı ya da haksız olarak Avrupa’yı ya da Batıyı içine girilecek, partnerlik yapılacak, taklit edilecek bir hedef olarak görmüştür. Atatürk’ün “Batıya rağmen Batıcılık” yapılarak, “ne mutlu Türküm diyene” ilkesinden sapmadan “muasır medeniyetin üstüne çıkmak” ideali bu bağlamda belirleyicidir.
AB ile Türkiye ilişkileri de tarihi süreç içinde bu çerçevede şekillenmiştir. Ancak gelinen bu aşamada, AB, ülkeyi yöneten elitler lehine Türkiye’nin çıkarları aleyhine şekillenen bir kimliğe bürünmüştür.
Geçenlerde Türkiye-Avrasya İş Konseyi İstanbul’da “Avrasya Nereye Gidiyor?” adlı bir konferans düzenledi. Bu toplantıda Rus Milletvekili Sergey Markov, Türkiye, Rusya, Kazakistan gibi ülkelerin öncülüğünde Avrasya ülkelerinin de kendi ekonomik birliklerini kurmaları gerektiğinden söz etmiş. Rus Milletvekili, AB’nin Türkiye’yi birliğe almayı hiçbir zaman kabul etmeyeceğini ve bunu şimdiden “bloke” ettiğini iddia etmiştir. Türkiye ile AB arasında süren müzakerelerin “gerçekçi değil romantik” olduğunu da dile getirmiş.
Buna karşılık toplantıya ev sahipliği yapan Türk yetkililer, Türkiye’nin AB üyelik hedefinin romantik olmadığını, müzakere sürecinde bazı ciddi engellerin çıkmasına karşın, pek çok ülkenin Türkiye’ye tam destek verdiğini söylemiş. AB Kongresi eski üyesi Stephen Solarz (böyle bir toplantıda ne işi varsa) ise Türkiye’nin Avrasya ülkeleriyle ilişkilerinin AB üyeliğinden farklı olduğunu, AB’nin demokratik bir topluluk olduğunu ve Türkiye’nin de bu değerleri paylaştığını söylemiş. Halbuki, Türkiye ile AB ilişkileri Solarz’ın ifade ettiği gibi demokrasi ile sınırlı bir ilişki değildir. Hatta Türkiye ile AB ilişkileri, demokrasiden ziyade demografik bir ilişkidir. Avrupa’da beş milyona yakın Türkiye vatandaşı vardır.
Gerçekte Stephen Solarz’ın sözleri, Rus Markov’un söylediklerine hak verir niteliktedir. Zira Solarz’ın sözlerinden sorunun, Türkiye’nin AB’ye alınması değil ’demokratik topluluk olan AB’nin ilkelerinin Türkiye tarafından paylaşılması’olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu konuşmaların ardından da köşe yazarları, akademisyenler, AB’ye tek yanlı bağlanmayı savunmadan sorumlular, Türkiye’nin AB tercihini “romantik” değil “reel politik tercih” olduğunu kanıtlamak için sayfalar dolusu görüş içeren yazılar yazmışlardır. İşte, Türkiye’de yönetime egemen olan bilincin (!) kalitesi budur. Bu bilinç, bir olayı çok yönlü, çok boyutlu, alternatifli, diğer yanlarıyla birlikte düşünmeyi dahi felaket olarak görmektedir. Bu mantık, tercih yapmış, karar vermiş, hükmü keskinleştirmiştir. AB konusunda “kesin inançlı” hale gelmek böyle bir şey olsa gerek. Unutmamak gerekir ki kesin inançlılık, yalnız ideolojik bağlamda değil her alanda kölelik getirir.
Türkiye’nin AB ile tarihi, demografik, fiziki, hukuki ilişkileri vardır. Bu ilişkilerin takip edilmesi, tartışılması ya da sürdürülmesi yararlı görülebilir. Ancak bu ilişkiler alternatif fırsatları görmeyi de engellememelidir. Bu bağlamda Avrasya, Türkiye’nin üzerinde başat rol oynayabileceği büyük bir alandır. Gelecek Avrasya’dadır.