‘68’ aslında ‘68’ midir!
Neden “yeni Deniz Gezmiş” ler yetiştirmek telaşındasınız; “Milli Türk” Talebe Birliği’nin İngiliz talebelerine emanet etmek için mi bir kere daha vatanı; “Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz” diyen gençlerin kanına doymadınız mı!
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, son günlerde artan öğrenci olaylarıyla ilgili olarak, “Türkiye’nin 68 kuşağından isimlerce yönetildiğini ve onların geçmişten ders alarak hata yapmamaları gerektiğini” söyleyince Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer sormuş dünkü köşesinde:
“Soralım bakalım öğrencilere, üniversite hocalarına.
Soralım işçilere, kadınlara ve ayrımcılığa uğradığını, ezildiğini düşünen tüm kesimlere: 68 kuşağı tarafından yönetildiklerine dair en ufak bir his var mı içlerinde?”
Bugün hala, “68 Kuşağı” tarafından yönetildiğimize dair en ufak bir his yok içimizde diye cevaplanması bu sorunun, ”68 Kuşağı“nın ne olup, ne olmadığıyla ilgili tarihi yanılgı içinde olduğumuzu gösterir...
* * *
Bu ülke, kimileri için itiraf etmesi zor, sindirilmesi güç de olsa, sapına kadar 68 Kuşağı tarafından yönetiliyor çünkü;
”68 Kuşağı’nın hızlı gençleri”nden biri oturuyor Cumhurbaşkanlığı koltuğunda...
Keza Başbakanlık’ta...
Bizzat dönemin Milli Türk Talebe Birliği liderlerinden birinin ifadesiyle ”Bakanlar Kurulu’nun yüzde 50’si“nde yine onlar...
Sadece siyasal iktidar da değil...
”Psikolojik harp“in komuta merkezi onlara emanet...
Kanaat önderliğini tekel oldukları bir sektöre dönüştürdüler nihayet!
* * *
Ankara’da Kuzu’ları sessizliğe mahkum eden, İstanbul’da copların altında dahi ”doğru“ bildiğini söylemeye devam eden gençlere kıyamıyoruz, arka çıkıyoruz, destek oluyoruz çünkü Ali Sirmen’in dün yazdığı gibi hepimizin içine ”Cumhuriyet’in çökmeyen kaleleri“ olduğu inancını serpiştirdiler duruşlarıyla, inatlarıyla, dirençleriyle...
”İleri demokrasi!“nin simgesi yürütmenin, Silivri ve polis zulmüne demeçleri ve eylemleriyle arka çıktığı bir dönemde... Mülkiyeli gençlerin eylemleri yanlışları da içerse, amaçlarını haykırmaları”na eşlik ettik çünkü hepimiz içten içe:
Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik şimdi biz!
* * *
Ama hanidir bastırdığımız coşkunun keyfini süreceğiz diye yazı masalarımızın başında, yıllardır belki kendi kendimize bile itirafta zorlandığımız o gerçeği saklama lüksüne sahip miyiz çocuklarımızdan?
Can yakan soruları naftalinleyip kaldırabilir miyiz yine anı sandığımıza:
Dün bu marşı söyleyerek amfilerinden sokaklara dökülen gençler şimdi nerede?
Nerede “sureti”ni görünce içimizi kıpır kıpır eden Deniz Gezmiş’in aslı?
Nerede Hüseyin İnan?
Nerede Yusuf Arslan?
Ve nerde onları darağaçlarına, kurşunlara, mahpuslara, dağlara sürüp, domino taşı gibi birbirinin ardı sıra dizdikleri gençlerin yıkılışını, birbirlerini yıkışını izleyenler?
* * *
Türkiye’yi “sağlı-sollu 68 Kuşağı” yönetiyor şüphe yok.
Ama “Milli Türk” olduğu iddiasıyla yola çıkıp “İngiliz talebesi” olan 68, “Bizim 68” mi şüpheli orası!
“Amerikan üslerinin tarlasına dönen bir ülkenin bağımsız olamayacağını” savunan gençlere “mısır patlatır gibi bomba patlattırıp” sonra da “emperyalizmin kalem memurluğuna” terfi!“ ettirilen 68 bizim mi iyice bir düşünmeli!
* * *
Bugün Türkiye’yi yönetenler, 68’de birileri emperyalist işgalin karşısına geçip ”defol“ diye diklenirken; diklenmeden” sıralarını bekleyenler!
Ve onlar;
Anadolu’nun bir karış toprak uğruna bin oğul fedaya hazır anaları “haksızlık karşısında susmamayı” öğütlerken hala evlatlarına...
Onlar;
Kendileri gibi “sıralarını beklemeleri” ni öğütlüyorlar muhtemelen kolej sıralarında iş adamı olan dahi çocuklarına!
* * *
Velhasıl...
Paranın değil zekanın, makamın değil emeğin hakkıyla girdiğin o okulda da, hayatta da sıranı kaptırma genç arkadaş!
“Deniz” gibi coş, taş, dalgalan da; sıranı kaptırma!
Sırana oturan bulunur da, ananın, babanın, vatanının bağrında kapanmaz yokluğunun boşluğu bir daha!
++++++
İMKB ile aldatmak!
Başbakan Erdoğan, dün yumurtalı öğrenci protestolarıyla ilgili bir değerlendirme yaptı ve aynen şunları söyledi:
Ana muhalefet partisi ve
malûm medya marjinal öğrenci gruplarının reklamını yaparak, bu grupları hükümete karşı cesaretlendirerek bilsinler ki İMKB içinde prim yapamazlar. Orada
kaybederler. Onun için de bu şiddetle
bu şiddet içeren anlayışla hiçbir yere
gidilemez...
Üstteki cümleyi bir kez daha okuyun:
Sürrealist bir romandan fırlamış gibi duran bu sözlerden bir şey anladınız mı?
Aynı cümle içinde:
Ana muhalefet partisi... Malûm medya... Hükümet... İMKB... (Borsa...) Şiddet... Tehdit...
Kısacası, ne ararsanız var!
Peki, ne yok?
Anlayış...
Onu da boşuna aramayın; çünkü kendi güçlerine tapanların iktidarında bulamayacağınız tek şey anlayıştır!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Öteki Bahçeli
MHP Lideri Devlet Bahçeli, üniversiteden hocam... Sadece benim değil biz gazeteci milletinden çok kişinin öğretim üyeliğini yaptı. Tanışıklığımız 1978’e, üniversite yıllarına dayanır. MHP liderliğine geldiği günden bu yana da en az ayda bir, Meclis kulisinde veya makamında görüşürüz. Bütün bu süreçte ben dünkü Bahçeli ile hiç karşılaşmadım. Ne üniversitede, ne de siyaset hayatında... Daha ilerisi, birkaç küçük espri dışında siyaset arkadaşlarından da dünkü Bahçeli’yi dinlemedim.
1970 pozu
32 yıl sonra dün öteki Bahçeli ile tanıştım. Diğer yüzünü gördüm. Dizi izleyen, onlardan toplumsal sonuçlar çıkaran; yol gösteren. Sosyal paylaşıma verdiği önemi göstermek için, “Twitter yazılarını bizzat yazdığını, zaten şifresini de kendinden başkasının bilmediğini” söyleyen. Ve hepimizin gözlerimizi fal taşı gibi açarak, sanki rüya görüyormuş gibi şaşkın tebessüm içinde bakakaldığımız parmağındaki yüzüğünü çıkarıp uzun uzun anlatan... 1970 döneminin saatli, yüzüklü fotoğraf çektiren sanatçıları gibi foto muhabiri arkadaşlarıma poz veren Bahçeli ile karşılaştım. Bunları yaparken hiç yapmacık tarafı yoktu. Aksine samimi, doğal, kendiliğinden yapıyordu. Bugüne kadar her daim taşıdığı kalın, ağır zırhı çıkardığında içinde bulunan doğal kimliğinin sıcaklığını sergiliyordu.
* Muharrem Sarıkaya / Habertürk
++++++
Anayasa Mahkemesi yıkıcılığı önlemeyecekse ne yapacak!
Ünlü besteci Muammer Sun’un 58. yaşı dolayısıyla düzenlenen ödül töreninde konuşmacıların en sık kullandıkları söz “Türk kalarak çağdaşlaşmak” sözüydü. Kemalist devrimleri en iyi özetleyen formül de buydu belki. Muammer Sun ile Murat Katoğlu’nun birlikte yazdıkları kitabın adı da böyleydi. (...) Katoğlu zaten Kemalist devrimi yeni bir “uygarlık projesi” diye tanımlamıştı hep. Tarihle coğrafyanın birlikte getirdiği bir noktada Osmanlı toplumundan bir ulus yaratmanın en kolay çerçevesi de böyle bir proje olabilirdi. Çeşitli etnik kökenlerin ve imparatorluğun uzak topraklarından gelmiş insanların birlikte yaşayacakları uygar ve özgürlükçü bir ulus ancak böyle bir çerçevede yaratılırdı. Bunları düşününce geçenlerde “Ben Türk değilim ki” diyen bir Meclis üyesini anımsamadan yapamıyor insan. BDP’li Sırrı Sakık, boyuna bosuna uygun düşmeyen bir yaklaşımla ilkokul çocuklarının güne başlarken ettikleri bir andı alıp “Varlığımı Türk varlığına niçin armağan edeyim ki?” demişti. Oysa yalnız o değil, 2. Dünya Savaşı sonundan başlayarak Federal Almanya’ya çalışmaya giden Anadolu insanlarının hepsi pasaport formu doldurduklarında ya da “Uyrukluğunuz ne” diye sorulduğunda hep “Türk” demişlerdi ve hâlâ da başka türlü diyemezler. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası da devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanları hukuken Türk olarak tanımlar. Şimdi hem böyle bir devletin sınırları içinde vatandaş olarak yaşayacaksınız ve uyrukluğunuz resmen böyle olacak, ama kendinizi Türk diye adlandırmaktan uzak duracaksınız. Böyle bir yaklaşım dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiştir. Yurdun Güneydoğu köşesinden BDP’li politikacıların şimdiye kadar söyledikleri yetmiyormuş gibi,
bir de yerel milis kurmaktan söz ettiklerini duydukça yeni filizlenmekte olan bu tarz bir bölücülüğü tehlikeli bulmadan durabilir misiniz? Son yıllarda ürkütülüp parti kapatma yetkisine dokunmak bile istemeyen Anayasa Mahkemesi, hiç olmazsa bu tarz bir yıkıcılığı önlemek
için kurulmuş değil midir?
* Mümtaz Soysal / Cumhuriyet
++++++
Öcalan’dan barış güvercini olmaz
Bazı safdiller, Abdullah Öcalan’dan barış güvercini yaratmaya çalışadursun; o; hala 1978’deki yerinde durduğunu açıkça gösteriyor. Öcalan’ın bütün hayali; Kürtleri önce ayrı bir halk, ayrı bir millet haline getirmek; sonra da o millete bir vatan bulup orada bağımsız bir yapı oluşturmaktır. BDP tarafından dile getirilen özerklik isteği de ona giden bir adımdır. Zaten bunlar her yerde Kürdistan’dan söz etmiyorlar mı? Kürtçe eğitim isteği de Kürt milliyetçiliğini yaygınlaştırmak isteğinden kaynaklanıyor.
Kürdistan hedefiyle patlatılan en önemli isyan; 1925 şubatında Şeyh Sait’in başlattığı isyandır. Bu dönemde Türkiye; Musul’u almak için Milletler Cemiyeti’ne baskı yapıyor; askerimiz de güneyde İngilizler ile yer yer çatışıyordu. İngilizlerin Türkiye’yi Musul’dan vazgeçirtmek amacıyla kuvvetle desteklediği Şeyh Sait ayaklanmasını günümüzün Kürtçüleri ilericilik gibi pazarlıyorlar. Halbuki bu isyanın gerici niteliği, sömürgeci güçlerin eliyle parlatıldığı gerçeğini dönemin Komüntern belgeleri bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor.
Abdullah Öcalan; açıklamasında 1925 Şeyh Sait isyanını kutsayarak ve masum göstererek oradaki ayrışmaya dikkat çekiyor...
O isyanın bir ayağını Kürtçüler; bir ayağını doğulu derebeyleri, bir ayağını İstanbul’daki işbirlikçi liman burjuvazisi, bir ayağını da Nakşibendi tarikatinden eşraf oluşturuyordu. Nakşibendi tarikatinin lideri de Seyit Abdülkadir idi. Bu kişi; Şeyh Sait isyanını el altından desteklemiş ve isyan sonrasında yargılanarak asılmıştı.
Hatırlatayım ki bu kanlı sürecin tarihini unutarak bugün kalıcı bir çözüme ulaşmak mümkün değildir.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
PKK devlet içinde devlet kuruyor
İmralı çalışıyor! Sürekli yeni politikalar üretiyor!
Demokratik Toplum Kongresi de Apo’nun direktifleri doğrultusunda Güneydoğu’da “Öz savunma birliği” oluşturulması için faaliyeti sürdürüyor.
Siz bir dernek kurmaya kalkışsanız polisten, savcıdan, muhtardan oradan buradan kırk tane belge almak zorunda kalırsınız.
Adamlar devlet içinde devlet kuruyor...
İktidardan ses seda yok.
CHP mi? AKP’den de sessiz...
CHP Parti Meclisi üyesi, Kürt meselesinde uzman meslektaşımız Mehmet Faraç’a soruyoruz:
- CHP Kürt raporu için bir komite kurmuştu. Siz de o komitedeydiniz. Ne durumda çalışmalar?
- 6 kişilik bir komite kurulmuştu. Haluk Koç, Ensar Öğüt, Umut Oran, Tekin Bingöl gibi arkadaşlarla birlikte çalışıyorduk. Ama çalışmalar 1.5 ay önce durdu. Komite dağıldı...
Komiteyi oluşturan isimler Abdullah Öcalan’ın isteklerine yüz vermeyen, CHP ile Kürt seçmeni buluşturmaya önem veren kişilerdi.
Genel Başkan ise malum “İmralı ile görüşülebilir”, “Genel Af ”, “Ana dilde eğitim” gibi mesajlarla farklı bir çizgi çiziyor...
Parti şimdilerde Sezgin Tanrıkulu gibi PKK’ya pek de uzak olmayan kişilerin peşine düşmüş durumda. Peki CHP, PKK’ya yakın mesaj ve politikalarla Doğu’dan ve Güneydoğu’dan oy toplayabilir mi? Mümkün mü? Ya ne olur? Mehmet Faraç’ın düşüncesi:
- Ulusal duyarlığı olan kitlelerle birlikte Batı’da büyük kentlerde CHP’ye oy veren milyonlarca Kürt seçmeni de kaybeder...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
MİNİ YORUM
Atsız’ın nesli
Asım’ın neslini bilirsiniz ya; bir de Atsız’ın nesli var... Övünmek gibi olmasın az buçuk o nesilden sayılırız. Bir etiket çünkü adı... Onu okumak demek “ırkçı, kafatasçı” yaftasıyla yaşamaya taliplik demek aynı zamanda... Varsın olsun, Bozkurtlar’ın Ölümü ve Dirilişi’ni okumasaydık, nasıl ikna olurduk bugün Ergenekon’un “terör örgütü” den başka bir şey olduğuna! Hiç de “milli” bir eğitimden geçmediğimiz okul hayatlarımızda “ilk öğretmenimiz” olamasa da “başöğretmenimiz” olan Atsız’ı ölüm yıldönümünde rahmetle anıyoruz...