31 Yıl Sonra 12 Eylül Darbesi
Bugün, 12 Eylül 1980’de Kenan Evren önderliğinde gerçekleştirilen darbenin 31’inci yıldönümüdür. 12 Eylül’ün Türkiye tarihi açısından zaman belirtmenin çok ötesinde bir anlamı vardır. Olgu olarak da 12 Eylül’ün, “darbe”yi de aşan farklı boyutları vardır.
12 Eylül devletten çok millete, siyasetten çok kültüre, ülkenin bugününden daha çok geleceğine el koyma hareketidir. Bu yönü itibarıyla 12 Eylül’ü güç kullanarak milleti ve kimliğini dönüştürmeye yönelik silahlı bir jakoben hareketi olarak görmek gerekir. Bu nedenle 12 Eylül iddia ve idealleri uğruna sokakta vuruşan sağ ve sol eylemcilere haddini bildirme hareketi değildir.
12 Eylül darbesini, ancak dönemin şartları içinde anlamlandırmak mümkün olur. Nitekim 1979’da ABD, Orta Doğu’daki jandarması olan İran’ı kaybetmiştir. Aynı dönemde Afganistan’da SSCB yanlısı bir darbe gerçekleşmiştir. Türkiye 1974’te Kıbrıs’a müdahale etmiş, Yunanistan ise NATO’nun askeri kanadından çekilmiştir. Her ikisi de ABD’nin müttefiki olan Türkiye ve Yunanistan bir savaşın eşiğine gelmişti. 1980’lerde Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede SSCB nüfuzu giderek yaygınlaşırken ABD nüfuzu gerileme işareti göstermekteydi. Bloklar arasında Soğuk Savaş da alabildiğine hüküm sürüyordu: NATO ve Varşova paktları karşılıklı olarak birbirlerinin nüfuz alanlarına sızmaya çalışıyordu. Türkiye “emperyalizmin en zayıf halkası” olarak nitelendirilir hale gelmişti. Türkiye’de anarşi ve terörist eylemler kitlesel çatışmalara dönüşmüştü. Darbecileri harekete geçiren şartlar bunlardı.
Bu nedenle 12 Eylül’ü yalnızca sistem karşıtı haline gelen sağ ve sol unsurları cezalandırma, terbiye etme ve etkisizleştirme hareketi olarak görmek yanlış olur. 12 Eylül’ün temel amacı, Türkiye’deki terörizmin Doğu ve Batı bloku arasındaki güç dengesini bozmasını engellemek, Türkiye’nin Batı blokuna ve ABD ihtiyaçlarına kökten bağlı bir ülke konumunu güçlendirmek ve Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü sağlamaktı.
12 Eylül, bir yönü itibarıyla ister ülkücü isterse devrimci kanattan gelsin idealizmi, ütopyası uğruna daha iyi bir dünya arzu etme umudunu yok etme hareketi olarak işlev görmüştür. “Savaşımız vurguncu düzenedir düzene” sloganı atan ülkücülerle, “Bu düzen değişmelidir” diyen solcuların birlikte işkenceye tabi tutulmasının nedeni budur. 12 Eylül, Türkiye’yi iddia ve idealleri doğrultusunda dönüştürmek isteyenlere kendisini ülkenin gerçek sahibi gören darbecilerin verdiği etkili bir derstir.
Türk milletini reşit ve mümeyyiz görmeyen seçkinci anlayışa sahip darbeciler açısından, 12 Eylül, kendi konumlarını güçlendirmek için kullanabilecekleri bir araçtı. Bu nedenle de 12 Eylül cuntaları, akan kardeş kanının durdurulmasından daha çok, akan kandan yararlanarak kafalarındaki devleti ve toplumu inşa etmeye yönelmekte bir sakınca görmemişlerdir. 12 Eylülün, bu yönü itibarıyla yalnızca bir darbe olmadığını, güce dayanarak toplumu, tarihi, kimliği, ekonomiyi ve değerleri yeniden inşa etme süreci olduğunu görmek gerekir.
12 Eylül ve sonrasında meydana gelen olayları anlamlandırmak, ancak bu bakış açısıyla mümkün olabilir. Bu olayların gerçek boyutlarını kavrayabilmek için de öncelikle dönemin ulusal ve uluslararası şartlarını çok iyi irdelemek gerekir. 12 Eylül, gerçekte bu iç ve dış şartların diyalektiğinin dayattığı bir sonuçtur.