28 Şubat’ta ABD desteği
Ülkenin en önemli gündemi bence ne CHP kurultayı ne de Tayyip Bey’in hastalığı. Türkiye’de insan ne yazık ki olayları net olarak göremiyor. Biz buralarda öylesine olaylara tanık olup, öyle konuşmaları duyduk ki şimdi yazarken bile hakikaten gerçek miydi yoksa hayal mi gördük diye kendi kendimi sorguluyorum. Ama 28 Şubat olayı konusunda Türkiye’de yazılıp çizilenleri gördükçe aklım almıyor. Burada yaşananları insanların nasıl görmezden geldiğini anlamak çok zor.
Mesela o dönemde Refahyol iktidarına buranın tepkisini sizlere anlatamam. Zira aklımda kaldığı kadarıyla Tansu Çiller ‘beni desteklemezseniz iktidara Erbakan gelir’ diye Clinton yönetimine şantaj yapmaya kalkışmıştı. Ancak tutup da Erbakan ile koalisyon yapınca Washington, Tansu Çiller’e öylesine kızmıştı ki kendisi buraya geldiğinde birçok Amerikalı yetkiliden randevu alamamış, hıncını Büyükelçi Kandemir’den çıkarmış ve arkadaşları ile gece toplantılarına katılmıştı.
Aslında gerçeği söylemek gerekirse, 28 Şubat olayının arkasında burasının olduğunu duymuştuk. Ve hatta askerin darbe yapmadan Refahyol’u iktidardan indirecek bu geçişi yapmasını sağladıkları için de birbirlerini kutlamışlardı. Yani darbe istemiyorlardı ama İran ve Libya’da cevherler yumurtlayan Necmettin Erbakan’dan kurtulmak için de bir dizi ayak oyunları çekiyorlardı.
Bu olayı doğrulayan 28 Şubat’ın aktörleri ile Washington’da yönetim sıkı temas kurarken, mağdurlarına randevu vermemesi en açık kanıtı. Ve bu işin mimarı olan asker ve sivil kişilere siz, Washington’a biat etmiş ve emir ve direktiflerini eksiksiz uygulayan AKP hükümetinin dokunabileceğini mi sanıyorsunuz? Avucunuzu yalarsınız. Nasıl 12 Eylül konusu fos çıktıysa bu işte fos, ama tabii bu durumu sazanlara karşı kullanmayı önleyecek bir durum yok. Yani gördüğünüz gibi bu hamur daha çok su kaldırır.
Gelelim, Suriye konusuna. Hele geçen hafta yapılan toplantının adını duyunca zaten yeteri kadar bu işin ciddiyeti olmadığını anlıyorsunuz. Suriye’nin biz dâhil ne kadar düşmanı varsa bir araya gelip bu ülkenin iyiliğini konuştu. Hem de demokrasiye kilometrelerce mesafede olan Suudi Arabistan ve öteki Arap krallıkları ile.
Geçen gün bir Amerikalı gazeteci arkadaşım, Tayyip Erdoğan ile Esad yönetimi arasında demokrasi ve özgürlükler konusunda çok da fark olmadığını söylüyordu. Doğal olarak bizde de demokrasi yalancılığı ardında tam bir siyasi diktatörlük yok mu? Suriye’de tutuklu gazeteci sayısı bizimki ile bile karşılaştırılamayacak kadar az. Beşşar Esad muhaliflerini tutukluyorsa, bizimkiler de Silivri’ye tıkıyor. Bu aralar bu nedenle AB Türkiye’yi yeniden insan hakları alanında izlemeye (monitoring durumuna) alabilir.
Türkiye’deki yüzde 51’in pek umurunda değil ama dünya, Türkiye’de insanların yargılanmadan yıllarca cezaevlerinde kalmalarından rahatsızlık duyuyor. Beşşar Esad ne yapıyor, o da muhaliflerinin hakkından geliyor. Esad ayrıca şu anda mezhep kavgasına gidiyor, peki Türkiye’de AKP iktidarı mezhep kavgasını körüklemiyor mu? Şimdi söyleyin bakalım; yakın bir tarihte AB ülkeleri de Türkiye için bu tür önlemler ve toplantılar düzenlerse ne dersiniz. Ne yaparsınız. Mesela PKK ile demokratik olarak anlaşın deseler ne yapılabilir acaba?
Türkiye’nin önünde çok önemli konular ve uluslararası bunalımlar var. Bu durumda iş başında ülkenin birlik ve bütünlüğü altına dinamit koyan yöneticiler, birbirlerinin gırtlağına çökmüş iktidar ve muhalefet ortakları...
Bu arada dostça bir tavsiye. Sakın ola ki bu kimselerle bu arada bir silahlı çatışmaya girmeyin. Her hareketi sorgulanan bir askeri gücün hareket serbestisi ve doğru karar verme yeteneği de elinden alınmış demektir. Yani siz siz olun, çatışmayın kimselerle. Müttefiklerinizde sizi ıslık çalarak koruma örneklerini yakın tarihte gördük.