2010’da Türk-ABD ilişkileri
Yıl biterken ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bir muhasebesini yaptım. Ben yazarken Tayyip Bey de televizyondan ulusa sesleniyordu. Dayanamadığım için kapattım.
ABD-Türkiye ilişkileri içinde sorun yaratan kalemleri alt alta yazıp topladığımızda ortaya çıkan sonuç hiç de iç açıcı değil. Biliyorum, aklınızdan Amerika’ya karşı hep mi biz yanlış yapıyoruz sorusu geçiyor. Yanıt açık, akıllı politikacı ilişkileri bozmadan kendi çıkarlarını kollar, bizimkilerin yaptığı gibi zücaciye dükkânına giren fil hesabı her şeyi kırmaz.
Türk-Amerikan ilişkilerinde en önemli ve açık sorunlar ABD Kongresi’nde yaşandı. İster inanın, ister inanmayın, şu anda Türkiye’ye açıkça söylenmeyen bir silah ambargosu var. Kongre’de benim bildiğim kadarıyla Türkiye’ye satılacak dört ayrı kalem silah için onay verilmedi.
İkincisi, Erdoğan hükümetinin Türkiye’de son aylarda giderek sertleşen uygulamaları nedeniyle Kongre’de oluşmaya başlayan tepki. Ergenekon’da adalet için oynanan oyunlar, üniversitelerde yaşanan gerginlikler, özellikle Musevi lobisinin de katkısı ile kartopu gibi yuvarlandıkça büyüyor.
Bir de Ermeni soykırımı tasarısı var. Bizim Türk grupları ve lobi şirketleri çok çaba harcadı bu tasarının gündeme gelmemesi için. Ancak Ermeniler ve Temsilciler Meclisi Başkanı Pellosi isteseydi bu tasarıyı hem gündeme sokar hem de oylatarak geçirirdi. Bizimkiler böbürleniyor, geçirtmedik önledik diye ama bizim duyumlarımız hiç de aynı değil. Erdoğan’ın Hamas ve Sudan ilişkileri Musevi lobisi ile de aramızın açılma nedeni. İsrail’e kafa tutarken geri planda işleri düzeltme çabasına girdiler ama bu kez tutmadı.
Kongre, politikacıların iç politika kaygılarıyla hareket ettikleri bir yer diyebilirsiniz. Doğru da, sanki bizde farklı mı? Erdoğan, Davos’ta “one minutes” olayını tribünlere oynamadı mı?
Yönetim ile ilişkilere gelince. İkili ilişkiler görünüşte Kongre kadar kötü değil. Ama yalnızca görünüşte. Erdoğan’ın ulu orta etrafa döke saça kendine yeni bir yön çizmesi, Türkiye’yi yeni bir yörüngeye oturtma çabaları, Obama yönetiminde hoş karşılanmadı. Açıkça İran konusunda Güvenlik Konseyi oylaması kopuşun en belirgin halkası oldu.
O güne kadar el altından ima yoluyla çekilen dikkatler artık yönetim yetkilileri tarafından alenen söyleniyor. Dışişleri Bakanlığı oylamayı eleştirirken bizimkiler hâlâ aramız kötü değil diyebildi.
Bu kötü ilişkilere rağmen Ankara, Washington tarafından eline tutuşturulan Kürt devleti ve PKK planını adım adım uyguladı veya uygulamak zorunda kaldı. Özerklik federe sistem konusunda içeride mangalda kül bırakmayan AKP iktidarı, Adalet Bakanı ve Bakanlık yetkililerini Amerika’ya yollayıp federasyon ile eyalet sistemi konusunda hukuki incelemeler yaptı. Yanlış hatırlamıyorsam Adalet Bakanı hâlâ gensoruya cevap vermiş değil. Kendi caddelerinde bile yürümekten aciz komutanlarla yapılan Güvenlik Kurulu bildirileri de bana bir şey ifade etmiyor.
Türkiye ile Lozan Antlaşması’nı onaylamamış olan stratejik ortak Amerika, Doğu ve Güneydoğu’yu içine alacak Kuzey Irak ile bütünleşecek Kürt devleti projesini ustalık ve sabırla uyguluyor. Eyalet sistemi ve özerklik, planın bir parçası. Ardından PKK’lı teröristlere af konusu gündemde. Önümüzdeki yıllarda bebek katili Meclis’e girip AKP’nin de koalisyon ortağı olacak. Bu projenin bekleyecek zamanı kalmadığı için önümüzdeki yıllarda uygulama hızlanacak.
Son olarak; PKK ve Kürt konularında milletin gazını alacak laflar ortaya atan Abdullah Gül, yılın son dış gezisini Diyarbakır’a yapıyor. Acaba Gül yeni çipli pasaporttan aldı mı ki? Zira politikaları ile yarattıkları bu sorunlu bölge için adamlar artık pasaport soruyormuş.
Evet, sevgili okurlarım, 2011’in bu kötü 2010’u aratmaması dileğiyle hepinize sağlıklı ve mutlu bir yıl diliyorum seneye görüşmek üzere.