200 yıl öncesi ve meşruiyet
Referandum gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle konuşuyor: "Bugün Türkiye 200 yıllık kadim bir tartışma konusu olan yönetim sistemi konusunda tarihi bir karar vermiştir. Bu karar sıradan bir olay değildir. Çok ciddi bir yönetim sistemi üzerindeki değişim, dönüşüm kararının verildiği gündür bugün." 200 yıl geriye gidecek olursak 1817'yi, tahtta genç Sultan II. Mahmut'u görüyoruz. Osmanlı'nın ilk defa faizli dış borç aldığı; savaşların, isyanların ve iç kargaşanın yaşandığı, devletin ve kamu düzeninin temelden sarsıldığı buhranlı yıllar...
Devleti toparlamak üzere III. Selim döneminde başlatılan "düzenleme" ve "reformlar" sürdürülüyor. Osmanlı Türk Devletini çöküşten kurtarmak için ilk somut adım sayılan, 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı ilân ediliyor. Bundan tam 163 yıl sonra da, yine "değişim" ve "dönüşüm" projesiyle, 3 Kasım 2002'de Erdoğan tek başına iktidar oluyor.
200 yıl öncesinde de, sonrasında da devletimiz zor durumdadır. Çözüm için ileri sürülen bu iki döneme ait değişim ve dönüşümün mahiyetine bakalım:
3 Kasım 2002-16 Nisan 2017 dönemi: Türkiye Cumhuriyetini "dönüştürmek" için Haçlı Batı ve bazı siyasi mihraklarla her alanda ve özellikle tarihte eşine rastlanmayan nitelikte iş birliği yapılmıştır. Buna göre referandum dönemine kadar nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşadığımızı biliyoruz. Türk Milletini etnik (köken-ırk) parçalara ayırıp, bunlara göre devleti bölüşmek üzere, PKK ile yapılan mutabakatları gördük. Türk Milleti, bir yandan AB'ye uyum (!) adına çıkarılan birçok yasa, idarî ve fiili düzenlemelerle; öbür yandan can alan, kan döken vahşi bölücü terör saldırıları sonucunda devlet ve kamu düzeninin nasıl tahrip edildiğinin şahididir. Gelinen noktada içeriden ve dışarıdan nasıl kuşatıldığımız da açıktır. Ekonomimiz iflas durumundadır. 2002'de toplam borcumuz 201 milyar dolar iken 2016'da 733 milyar dolara çıkmıştır. Ahlaki bozulmanın, sosyal doku çözülmesinin, korku toplumu oluşmasının, Referandum ile egemenliğimizin, bağımsız ve tarafsız yargının, aynı zamanda parti başkanı olan tek adama teslim edildiği dikkate alındığında, Türk Milletini nelerin beklediğini tahmin güç olmasa gerektir.
3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı dönemi: Medeniyetimizin yarışı kaybettiği gerçeği karşısında, gelişmiş ülke modellerinden yararlanma yolu seçilmiştir. Japonya vb. gibi. Bu bakımdan: 1) Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanması, 2) Açık yargılama ve yargısız idama son verilmesi, 3) Vergide adaletin sağlanması, 4) Erkeklere dört yıl mecburi askerliğin getirilmesi, 5) Rüşvetin ortadan kaldırılması, 6) Herkesin mal ve mülkünün sahibi olması, bunu miras olarak bırakabilmesi. (Müsaderenin kaldırılması), 7) Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyanına karşı Avrupa'nın desteğinin alınması 8 ) Avrupa'nın Osmanlı iç işlerine karışmasının önlenmesi, 9) Fransız İhtilali'nin olumsuz etkisinin azaltılması, 10) Gayrimüslimlerin devlete bağlanması.
İki dönemin farkı; biri Türk devletini ayrıştırıp tasfiyeye, öbürü onarıp diriltmeye çalışmak değil midir?
TBMM yerine YSK mı?
16 Nisan referandumuna gölge düşmüştür. Diğer yolsuzluk iddiaları bir tarafa, kanun "Arkasında sandık kurulu mührü olmayan oylar geçersiz sayılır" dediği halde YSK, kanuna karşı içtihat oluşturulamaz hükmüne rağmen veya kendini TBMM yerine koyarak geçerli demesi, meşruiyetin kaybı için yeterli olmuştur. Bu konuda değerli uzman Prof. Dr. Kemal Gözler'in incelemesine bakmak yeterli olacaktır. Kemal hoca soruyor: "Mühürsüz pusulayla kullanılan oyun geçerliliği sorununa hangi hukuk kuralı uygulanacaktır" sorusunun kanımızca basit bir cevabı vardır... bu kural da... 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 8 Nisan 2010 tarih ve 5980 sayılı Kanunla değiştirilmiş 101'inci maddesinde bulunmaktadır. Bu maddede aynen şöyle denmektedir: 'Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan,... oy pusulaları geçerli değildir'.
Bizim için mesele bundan ibarettir. Hukuken daha fazla bir şeyi tartışmaya gerek yoktur. Açıklık durumunda yorum yapılmaz.
YSK'nın kararının dayanağı olarak ileri sürdüğü iki kural (AİHS, 1 Nolu Ek Protokol, m.3 ve Anayasa, m.67) da, mühürsüz oy pusulalarıyla kullanılan oyların geçerliliği sorununa uygulanamaz. Dolayısıyla YSK'nın 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı Kararının geçerli bir hukukî dayanağı yoktur.
Hukukî değerlendirmede yerindelik mülahazalarına yer yoktur. Hukukta sorunlar, hukuk kurallarının ne dediğine göre çözümlenir.. Hâkimler, yerindelik denetimi yapmazlar; hukukilik denetimi yaparlar. Nitekim, Anayasamızın 125'inci maddesi hâkimlerin yerindelik denetimi yapmasını açıkça yasaklamaktadır." ()
Sonuç: Başkan, referandumla aldığı meşru olmayan sınırsız yetkiye dayanarak, yarım kalan "çözüm sürecine" devam edebilir. Hatta, "dönüştürme" işini garantiye almak için "halife" olmaya da kalkabilir. Bunun için acaba, 3.3.1924 tarih ve 481 nolu kanunun "Halifelik, hükümet ve Cumhuriyet'in anlam ve kavramı içinde esasen mevcut bulunduğundan hilafet makamı kaldırılmıştır" hükmü gereğince "halife" olabilir mi? Vatandaşın siyasi bir makam olan "halifeliği", Kur'an'ın emri gibi görmesi, istismar konusu yapılamaz mı? Bu çok önemli.