13 aydır Hasdal Cezaevinde tutuklu bulunan Kurmay Albay Mustafa Önsel: &
Her seferinde ellerim titreyerek açıyorum zarfı. Önce “gönderen”in ismine bakıyorum, sonra ona dair yazılanları, çizilenleri kısa film gibi gözümde canlandırıyorum, sonra itiraf edeyim şöyle bir bakıp yazılanlara, okumayı erteliyorum;
Bazen bir, bazen iki, bazen üç gün!
Kolay iş değil, cesaret gerekiyor Hasdal’da, Silivri’de yaşanan Türkiye ile yüzleşmek. Soğukkanlılık gerekiyor. Yoksa al, bir adamın “aşk” mektubu say vatanına, hıçkıra hıçkıra oku; iş değil. Anlaman lazım, anlayacak kadar güçlü durman.
Hasdal’dan gelen son mektubu okumak için bekledim ben de. Günlerce çantamda dolaştırdıktan sonra; dün gecenin bir yarısı, bir otel odasında tek başımayken nihayet “vaktidir” dedim.
Sadece vefa yok
Yazan 13 aydır tutuklu bulunan Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel bu kez, “Sizin de duruşmalarımıza tanıklık etmenizi, daha doğru ifade ile tarihe tanıklık etmenizi istirham ediyorum” diyor;
“Mahkemede inanın komedi trajedi her şey var. Sadece vefa yok!”
Mektubuyla birlikte 6 Ekim 2011 tarihli duruşmada yaptığı “suçlama”yı da yollamış Önsel. Evet evet yanlış okumadınız “savunma” değil de “suçlama” yapmış.
“Suçum yok ki, niye, neyin savunmasını yapacağım” diyor.
“Yok” dediği “vefa”yı göstermesi gereken herkesin, hepimizin yüzüne tokat gibi çarpan ifadelerle dolu 10 sayfalık “suçlama”!
Ağacın kurdu içinde
“Var da diyemem yok da diyemem” diyen, silah arkadaşları “rehin”ken zırhlı araca binen “komutanları”nı suçluyor önce.
“Ağacın kurdu içinde olur” diyor ve “TSK üniformasını giyip, bazı değerler üzerine silahın ve bayrağın şahitliğinde yemin etmiş, silah arkadaşı görünümlü alçaklar”ı suçluyor;
Gelecekleri uğruna geçmişlerini sattıkları için!
Ve tam bu noktada veda ediyor üniformasına.
Bir askerin yıllarca onurla taşıdığı, devletin, bağımsızlığın, tarih boyunca bu vatan uğruna canını vermekten çekinmemiş binlerce, yüz binlerce şehidin, kazanılmış nice zaferin simgesi olan üniformasını çıkarıp da “Dünya durdukça sen var ol! Ben artık yokum!” dedirten duyguları, tıpkı Silivri’den dönüşte hissettiklerini aynı cümleyle özetleyen İsa Gök ve Özcan Yeniçeri’nin dediği gibi;
Yüreğimi kanatıyor; bir parçasını koparıp alıyor.
Allah’ın gazabı iftiracılara
“Eğitim adı altında ABD’li gizli servis elemanlarından destek alan, mankurtlaşmış emniyetçi çete”yi suçluyor Önsel.
“Balyoz planı ile ilgili belgelerin gazetelerde yayımlanması için ricacı olan”, tahliyeler üzerine “çetecilerin nöbetçi hakimleri” diye saldırıya geçen, “balyozu balyozcuların başına geçirdik, bu iş daha bitmedi devamı gelecek” diye kin ve intikam kokan açıklamalar yapan siyasetçileri suçluyor.
“Yalan rüzgarı” yazan sözüm ona gazeteleri, sözüm ona gazetecileri suçluyor hem de en ağır dille:
“Allah’ın gazabı, kim iftira atıyorsa onun üzerinizde olsun!”
Dreyfus davasını hatırlatıp, Emile Zola olmayı göze alamayan aydınları suçluyor!
Sahteliği yüzlerce kez ispatlanmış bir CD üzerinden tutuklu yargılanan biri olarak haliyle yargıyı suçluyor. Hukuku “diktatörlerin kılıfı, zalimlerin kırbacı” yapanları suçluyor.
Türk halkı ile Türk ordusunun arasını açanları; 12 Eylül’lerin 28 Şubat’ların “mimarları”nı suçluyor.
Cesaret özgürlüktür
“Cambaza bak” dediklerini ileri sürüyor mektubunda:
“Her geçen gün batağın içine çekilen ülkemde ben cezaevindeyim. Ülke ise giderek cezaevine dönüşüyor. Bu gidişle çıkınca da özgürlüğün bir kıymeti olmayacak. Hukuk giderek daha karanlık biçimde, dikta rejiminin kılıfı haline getiriliyor.
Hitler Almanya’sında “Önce karşı komşumu götürdüler Yahudi deyip sesimi çıkarmadım” diye başlayan, en sonunda kendi kapısına gelindiğinde “Benim için bağıracak kimse kalmamıştı” diyen papazın hikayesi ne kadar öğreticidir. Sıra bize gelmeden bu gidişe dur demeli mücadele edilmeli, onurlu bir direnç gösterilmeli diyorum. Cesaret cezaevinde bile insanı özgür kılar, ama korkaklık cezaevini devamlı insanın ruhunda yaşatır. Maalesef toplumumuz bir kesimiyle sindirilmiş, bir kısmıyla uyutulmuş durumdadır. Bu tepkisizlik ne kadar daha sürecek bilemiyorum. Şu anda yürütülen siyasi davalar; emperyalizmin güdümünde demokrasi kılıflı, dikta rejimine koşar adım gidilen bir dönemde, toplumu oyalama amaçlı “cambaza bak” projeleridir. Toplum bu davalarla oyalanırken enflasyonmuş, bütçe açığı imiş, borsanın yüzde 80’i yabancıların elinde imiş önemli değildir. Çocuk pornosu ve gazeteci tutuklamalarında dünyada birinci sırada çıkmışız, füze kalkanı kurulacakmış kime ne? Varsa yoksa Ergenekon, Balyoz vs. Bakınız bu davalar kocaman bir yalandan ibarettir. “Bin tavşandan bir at, bin yalandan bir doğru olmaz” olayın özeti budur.
ABD karşıtlarının tasfiyesi
Geçtiğimiz günlerde 28 Şubat’ta en çok mağduriyeti yaşamış partinin yöneticilerinden Oğuzhan Asiltürk yaptığı açıklamada “Ergenekon Balyoz vs. davalar ordu içerisinde ama sol, ama milliyetçi, ama mukaddesatçı olsun özellikle Amerikan karşıtı subayların tasfiyesi için açılmıştır” demiştir. Bu yaklaşım hemen hemen olayın özetidir. Başka söz gerek yoktur. Bu davalarda yargılananların durumu Nedim Şener ve Ahmet Şık’tan farklı değildir. Sizi tenzih ediyor bu konudaki düşüncelerinizi biliyorum ama keşke bir kısım gazeteci arkadaşımız onlar içeri alınmadan diğer davalarda da kararlı bir duruş sergileyebilseydiler.”
Önsel “suçlama” metninin sonunda “siz hiç çatışma gördünüz mü” diye soruyor mahkeme heyetine; “siz hiç pusuya düştünüz mü?” Onları bilemem ama biz Türk Milleti’nin fertleri, “Yeni Anayasa” pususuna düştük düşüyoruz...
“Bir gün sıra hepimize gelecek. Durup seyretmeye devam edersek, alkış seslerinden zaten kendi sesimizi duyamaz olduk. Türkiye’de basın özgürlüğü varmış gibi bir illüzyon yaratmaktansa dışarıda kalmak daha iyi. Bir süre taviz verilebiliyor belki, esneme noktanız var belki ama biz kırıldık. Esneyecek bir yer kalmadı.”
Can Dündar (Elif Aktuğ röportajı, Akşam)
88 yılın en güzel bayramıydı
Orada riyakarlık yoktu
İktidar “hassasiyet” nedeniyle Cumhuriyet törenlerini iptal ettiği akşam, üç düğüne birden gitti, saz heyeti yetişemez...
Birinci düğün; Atakule salonlarındaydı...
Medya koştu...
Ama medyaya kapalıydı...
Hassasiyet olmasın çünkü...
İkinci düğün; birinci düğünün peşinden ATO salonunda...
Yetişti bizim çocuklar peşlerinden...
Hassasiyet önce varmıştı...
Medyayı almadılar...
Üçüncü düğün; ikinci düğünün arkasından Sheraton Oteli salonunda...
Devleti yönetenler oradaydı...
Hassasiyet de orada olduğu için, millet görsün istemediler...
Kapılar medyaya kapatıldı...
*
“Nikâhlar için gün alınmıştı, iptal etmek olmazdı” dedi hassasiyet...
İyi ama...
88 yıl önceden gün alınmıştı...
Asla bir eğlence olmayan, Cumhuriyetimizi halkın katıldığı törenlerle kutlamak, anmak, yaşamak niçin iptal edilebildi?..
*
Bence iyi de oldu...
Hassasiyetin engeline karşın, en anlamlı Cumhuriyet Bayramı kutlandı... Sokaklarda, caddelerde, meydanlarda, çarşılarda...
Evlere bayraklar asıldı, çiçeğini alan anıtlara koştu, çocuklar küçük bayrakları ile annelerinin elinden tutup çıktılar...
Ankara ayaktaydı...
İzmir coştu...
İstanbul’da on binler yürüdü...
Tüm kentlerde eskisinden daha coşkuyla kutlandı Cumhuriyet...
*
En güzel Cumhuriyet Bayramı’ydı bence...
Çünkü sadece yüreğinde Mustafa Kemal ve Cumhuriyet sevgisi olanlar katılabildiler... Cumhuriyeti yıkmak isteyenler, onun ilkelerini tekmeleyenler iyi ki gelmediler...
Sırf Cumhuriyetin koltuklarında oturdukları için oraya gelip duranlar yoktu...
İkiyüzlülük gözükmedi...
Sahtecilik sırıtmadı...
Riyakârlık orada değildi...
*
Güzel bir bayram oldu yani...
Kutlu olsun...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Erdoğan önce kendi çöpünü temizlesin
Benzetmeyi; Sultanahmet Turizm ve Yatırımcıları Derneği Başkanı Kaan Koç yapıyor ve “Başbakan İstanbul benim göz bebeğimdir demişti. Sultanahmet’de Ayasofya’nın hemen bitişiğindeki tarihi alana, Doğu Roma döneminden kalma saray kalıntıları üzerine korkunç yükseklikte bina dikildi. Yani Başbakan’ın gözbebeğinin ortasına çöp batmış oldu” diyor.
800 milyon kilo çelik çakıldı.
Tarihi alanda otel yükseldi.
Çok iğrenç bir yapılaşma oldu.
2 binanın yüksekliği Ayasofya’yı, Topkapı Sarayı’nı, Hürrem Sultan Hamamı’nı ezip geçti. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın kendisi bile “Ben bu kadar yoğun yapıyı bu tarihi mekanda içime sindiremem” demek zorunda kaldı. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, dava açtı. Yerel mahkeme ve yüksek mahkeme “gözbebeğine giren bu çöpün yıkılması” kararını aldı. İki yılı geçti fakat bina sahibi; bekletiyor yıkmıyor. Otelleri, inşaat şirketleri de olan Mesut Toprak adlı büyük işadamı, aynı zamanda Başbakan’ın partisi AKP’nin Sütlüce’deki İstanbul İl Başkanlığı binasının oturduğu arsanın da sahibi... Rant avcısı Başbakan’ın parti binasının altında korumaya alınmış!
Başbakan önce “kendi göz bebeğine girmiş çöpü çıkartmadan” yani Sultanahmet’de Ayasofya’nın dibinde “mahkemelerin yıkılsın” kararı aldığı çirkinliğin neden yıkılmayıp bekletildiğini hiç merak etmeden dikleniyor.
Dikleniyor ama ne fayda!
Necati Doğru / Vatan
TRT tiyatrosu..
Her dört yılda bir aynı tiyatro yaşanıyor.. TRT’ye genel müdür olmak isteyenler RTÜK’e başvuruyor, RTÜK üç kişi seçip bakanlar kuruluna yolluyor.. Bakanlar da bir kişiyi genel müdür atıyor..
Tiyatro dediğim bu..
Çünkü eninde sonunda Başbakan’ın istediği kişi genel müdür oluyor..
Doğrusu da bu..
Gerisi fasa fiso..
Bir kuruma genel müdür müracaat usulüyle seçilir mi?
Bir kuruma genel müdür özgeçmişe bakılarak seçilir mi?
43 kişi genel müdür olmak için başvurmuş.. İçlerinde avukat olan da var, Sağlık Bakanlığı’nda müfettiş olan da, pazarlamacı olan da var, üniversitede hoca olan da, müzik öğretmeni de var, tahakkuk şefi de..
*
Sorum şu.. Hepsi dallarında değerli kişilerdir, RTÜK üyeleri 42 kişiden 39’unu hangi kritere göre eleyecek? Sınav yapacak hali yok?
Aslında bu işte bir tek kriter var..
Başbakan’a yakın olmak..
Mehmet Tezkan / Milliyet
Bu yıl Cumhuriyet Bayramı törenlerle kutlanmadı ama ikinci cumhuriyetçiler kutlamaların yapılmamasını kendi aralarında mutlaka kutlamışlardır...
Haldun Ertem
Döneklikle övünülür mü
“Nedir azizim Atatürk Milliyetçiliği bilen var mı?” diye yazan Baskın Oran’a bizzat kendisinin “Atatürk Milliyetçiliği” kitabını referans vermiştik. Baskın son 15 yılda öğrendiklerinin fikirlerini değiştirdiğini yazdı geçen hafta Radikal’de. Baskın yazısında dönekliği de övüyor. Sadece embesiller (aptallar) fikir değiştirmezmiş. İyi de döneklik başka, fikir değiştirmek başka şeyler. Fikirler elbet değişir, gelişir. Ama değişimin özünde çıkar beklentisi yoktur. Döneklik çıkar beklentisi ile yapılan saf değiştirmelerdir. Bununla övünülür mü?
Melih Aşık / Milliyet