12 Eylül tuzağı
Bu satırların yazarını okuyanlar 12 Eylül darbesi ile ilgili yazı ve araştırmalarının ciltlerce kitabı dolduracağını bilir. Nitekim neredeyse 15 yıldır tembelce de olsa yaptığım çalışmalarım sonunda 3 tam cilt bitti. Ancak bütünlüğü bozmama titizliği yüzünden yayınlatmaya henüz kıyamıyorum. Fakat “Darbeden damlalar” niteliğinde yaşanmış öyküleri derlediğim “Darbe ve İnfaz” bitti. 12 Eylül’ün yıldönümüne yetişmese de meraklıları için “Acı bayram şekeri” olacak.
Geçtiğimiz yıl Kara Eylül başlıklı yazımda “Eylül” isminde bir sevgilim olmadı ama Eylül hüznüyle yaşadıklarım yüzünden kızımın adının Eylül olmasını düşünmüştüm diye yazmıştım. Aybikehan Kasım ayında doğdu. Yıllar sonra 12 Eylül’ü hatırlatır diye adını Eylül koymaya kıyamadım. Eylül bizim kuşak için yaşanmış aşkların mevsimi olmadığı gibi Türkiye’nin tuzağa düşürüldüğü dönemin sembolü oldu.
Tuzak teşhisi bana ait değil. 12 Eylül belgeseli hazırlıklarım sırasında her türlü yardımını esirgemeyen ve fikri gelişmemin mimarı olan değerli hocam Hakkı Şafakses’e aittir. 12 Eylül öncesi ve sonrasında tüm hatlarıyla sıcağı sıcağına yaşayan Hakkı hocaya “Tek kelime ile ifade etmek gerekirse ilk aklınıza gelen duygu ve düşüncelerinizi özetleyen kelime ne olurdu ?” soruma tereddütsüz “Tuzak” cevabını vermişti. Tuzak kelimesi hemen pusuyu çağrıştırdı bana. Pusuya düşmenin endişesiyle “Tuzağın olduğu yerde bir tuzağı kuranlar, bir de tuzağa düşenler olmalı. Bu tuzağı kim veya kimler kurdu ? Kimler bu tuzağa düştü ? Yüzünden eksik etmediği gülümsemeyle Şafakses başladı anlatmaya :
“Tuzağı kuran bugün küresel güç denen derin dünya örgütünün ele geçirdiği ABD yönetimidir. Tuzağa düşenler Atatürk’çülüğün lafzını dillerine pelesenk ettikleri halde son yüz yılın en büyük Türk Milliyetçisi, devlet adamı Atatürk’ü içselleştiremeyen 12 Eylül cuntacıları ve onların sivil destekleyici odaklarıdır. Bu tuzağın mağduru ise Türk milleti ve onun ” Delikanlı gençliğidir “ Tuzağın farkına vardıkları halde tuzağı bozmaya kaderin izin vermediği sırtından hançerlenen ve mağduriyeti hala süren, horlanan, suçlanan Ülkücü Hareket ise bu delikanlı gençliğin en hicranlı gönülden yaralısıdır.”
Hoca’nın bugüne kadar 12 Eylül’ü ifade eden özet cümlelerle sözleri pek örtüşmüyordu. En klasik yaklaşımlar sağ sol çatışması, anarşi, halkı sokağa çıkamaz hale getirmişti, ülke büyük bir kaosa sürükleniyordu, Türk Silahlı Kuvvetleri anarşi ve iç çatışmayı, akan kanı durdurmak içtin müdahale etti “ şeklindeydi. İhtilalin anlatılan ve inandırılan tek gerekçesi de bu değil miydi ? Bu Doğru ama bu sebep anlatılan bu gerekçe hakkı teslim edilmesi gereken hakikat mı ? Niçin tuzak diyorum. Çünkü tuzakta aldatma, kandırma ve sahtekarlık vardır. Bu tuzağın en büyük aldatmacası da bu gerekçenin hazırlanması ve etkin bir propagandayla kabul ettirilmesidir.
“Hoca’nın bu ifadelerinden “Anarşi olduğu için 12 Eylül ihtilali yapılmadı. 12 Eylül ihtilalinin yapılması için anarşi ortamı oluşturulup yaygınlaştırıldı ve millet bu yolla bunaltıldı” anlamı çıkıyordu. O zaman komünizm tehdidine karşı verilen Ülkücü mücadeleyi de oyunun bir parçası olarak mı görmemiz gerekiyor “sorumuza “Bu soruyla siz de farkında olmadan Ülkücülere yönelik ağır ve sinsi propagandanın izlerine işaret eden bir refleks ortaya koydunuz” ‘Cevabını veren sese “nasıl yani” diyebildim.
“Şöyle ki, Ülkücülerin de anarşinin taraflarından biri olduğu kabulü maalesef yaygın ve tesirli olmuş bir propagandadır. Türk Milliyetçileri Türk milletinin tarihi boyunca var olmuş ve ” Sur üflenene kadar da var olacaktır. Türk Milliyetçilerinin20. yüz yılın son çeyreğinde Ülkücü kimlikle yüklendikleri sorumluluk ve dik duruş sadece Sovyet emperyalizminin komünizm rejimine yönelik bir direnç değildir. Sizin de yakinen bildiğiniz gibi Ülkücülerin temel ülküsü Tük milletine yönelik her türlü emperyalizmin karşısında olmaktır. Konumuz 12 Eylül olduğu için bu perspektifin dışına çıkmadan kısa bir özet yapalım. Bildiğiniz gibi kapitalizm ve onun ekürisi komünizm ve bu iki ideolojiye karşı faşizm de batının ideolojik tarihinde emperyalizmin çirkin ve acımasız insanlık suçu taşıyan üç yüzlü prizmasıdır. Türk milleti ve Balkanlar’dan Çin Seddi’ne kadar vatanlaştırdığı her coğrafya parçası haçlı seferlerinden beri batının tehdit ve saldırısı altındadır. Ülkücüler bu derin tarihi perspektif ile gelişen olayları kavramış ve ona göre tavır almış bir mücadelenin tarafıdır anarşinin değil. Sığ ve basit bir mantık önermesiyle anarşinin varlığını taraflara indirgeyerek Ülkücü hareketi denklemin bir tarafına yerleştirmek konumuz olan 12 Eylül tuzağına düşmek demektir.
Ülkü ile kalın.