100 yılın doğurduğu sorumluluk!

100. yıldönümünü "kaygılar" içinde dün kutladığımız 19 Mayıs, aslında her Türk'e gurur ve coşku vererek özellikle gençlerimizi daha "derin" düşündürmesi gerekiyor.

Bir asırlık "onurlu" bir maziye sahip "19 Mayıs 1919" daha parlak daha "heyecanlı" bir atmosferde yaşanmasını beklemek her "şerefli" Türk'ün hakkı bulunuyor.

Böylesine tarihi bir oluşumla, bütün dünyaya da "gereken" mesajı vermiş olmamız icap ediyor.

Ne var ki, son yıllarda "19 Mayıs 1919"a hiçte yakışmayan yaklaşımlar, her şeyden önce aziz milletimizi içten içe yaralıyor.

Üstelik, dini olsun, milli olsun, bütün bayram ve önemli günlerin asıl sahibinin "millet" olduğunu asla unutulmaması başta geliyor. Yani, hiçbir zümre, grup, parti, geniş halk tabakalarının bu "öz varlığına" göz dikme hakkına sahip bulunmuyor.

Zaten, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını korumak ve kollamak, özellikle gençlerimizin vazgeçilmez görevi oluyor.

Mustafa Kemal Atatürk'ün, "vatanın bağımsızlığı" için Anadolu topraklarına ayak basışından şu ana kadar, yıllar geçmiş olmasına rağmen, hâlâ "sen-ben" kavgalarıyla uğraşmanın ve dış dayatmaların sıkıntısı ne yazık ki çekiliyor.

Gerçekten de, 100 yıl önce, ülkenin huzur ve selameti için ilk adımlar atılmış ve büyük mücadelelerden sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları çizilmişken; şimdi hırslar, kişisel menfaatler ve dış mihrakların oyunları yenileniyor.

Oysa, aziz vatanımızın bölünmez bütünlüğü, milletimizin huzur ve güvenliği için, en büyük özveriyi göstermemiz bir beklenti oluyor.

100 yılın muhasebesi yapılırsa, eksikliklerimiz, ihmalkârlığımız hatta gaflet ve delaletimiz, bir bir ortaya çıkıyor.

Birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz bu dönemde, "19 Mayıs" ruhunun, benliğimizi bütünüyle sarması bekleniyor.

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'nın anlamı, basitleştirilen kutlamaların, hatta "Samsun törenleri" sanki "göstermelik" ve ne yazık ki "siyasi" değerler taşıyor.

Çünkü, yerel seçimin özellikle İstanbul'daki gelişmelerin estirdiği "tehlikeli" havanın doğurduğu fırtınalar hala dinmiş görünmüyor.

Her şeyden önce, gençliğimize devredeceğimiz mirası, uzun uzun düşünüp tavır, hareket, hatta eylemlerimizi yeniden düzenleme şartı bizleri bekliyor.

Açıkça ifade etmek gerekirse, 19 Mayıs'ların, vatanın istikbali ve selameti üzerinde "pazarlıklara girişilsin" diye yaşanmadığının bilincini çoğunluğumuz gösteriyor.

Nitekim, Öcalan için yeniden yaratılmak istenen "atmosfer" Türk milletinin büyük çoğunluğunu kara kara düşünceye yönlendirirken sanki "100 yıllık onurlu miras"a hançerler saplanmak isteniyor.

Kaldı ki, güney sınırlarımızda ki, askeri hareketlilik ve şehit olan kahraman askerlerimizin yüreklerimizi dağlaması gölgeler düşürüyor.

Ayrıca, iktidarın büyük bir "kararsızlık" içinde bocalama hissi yaratması özellikle "100 yılın doğurduğu sorumluluk" bu günlerin şanına yakışmıyor.

Aslında esaret zincirini, ta 100 yıl önce kırmak üzere bayrak açan ve bütün güçlüklere rağmen bunu başaran Türk milleti, elbette her türlü krizi aşabilecek ruhu hâlâ muhafaza ediyor.

Heyecan, gurur ve sevinç içinde kutlamamız gerekirken, içine düşülen ve yaşanan burukluktan kurtulmanın yollarını, "19 Mayıs" ruhunda aramak, sağduyu sahibi milletimize düşüyor.

Unutulmamalıdır ki, gençlerimiz en büyük umudumuz oluyor.

Acı olan şudur ki genç nüfus avantajımız ve gençlerimizin fonksiyonu bir türlü devreye girmiyor.

Her ne kadar, gençlerimizin gücünden, kapasitesinden yararlanmayı şimdiye kadar ertelemiş olsak bile, tek ümidimiz sadece onlar kalıyor.

Genç nüfus potansiyeli, ne yazık ki kadroların elinde eriyip gidiyor.

Özellikle, Türk kadınının yeniden şahlanışını görmezden gelenlerin, "günahı" gün geçtikçe çoğalıyor.

Bütün partizanlıklara, kanunsuzluklara, uygunsuzluklara ve baskıya rağmen özellikle gençlerimize düşen en büyük görevlerin başında, "19 Mayıs 1919" ruhuna yakışan duruşlar ve "cesur" girişimlerde bulunmak geliyor.

Her şeye rağmen, nice 19 Mayıslara...

Yazarın Diğer Yazıları