Zafer Arapkirli Avrupa'da hangi takımın başarılı olacağını şimdiden açıkladı

Zafer Arapkirli Avrupa'da hangi takımın başarılı olacağını şimdiden açıkladı

Günboyu spor yazarı Zafer Arapkirli, Avrupa'daki temsilcilerimiz Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş arasında hangi takımın başarılı olacağını yazdı...

Dolmabahçe'de, adı şimdilik yani yeni bir sponsor bulunana kadar "Beşiktaş Park" olan şu güzelim stattan çıkarken, oradaki onbinlerce taraftarın yanısıra TV başındaki milyonlarca Beşiktaşlı'nın da çektiği derin "Ohh"un sesini duyar gibiydik.

Maç çıkışında Boğaziçi semalarındaki muhteşem mehtaba karşı birer cigara (puro?) tüttüren ya da içeceğinden bir yudum alan herkes, "Buraya kadar iyi getirdik. İyi..." diyordu adeta. Açık konuşalım, Kiev ekibini İstanbul'da bu kadar kolay geçeceğimize çok kişi inanmıyordu.

Türk takımlarının 6'ar maçlık UEFA "ön eleme" süreci geride kaldı.

Çok iyi maçlar çıkaran Adana Demirspor, son düzlükte penaltılara takılıp elendi ama, diğer 3 takımımız da, kazasız belasız gruplara kalmayı başardılar. Galatasaray, hiç yabancısı olmadığı Şampiyonlar Ligi'ne 17'nci kez katılma hakkını elde ederken, Beşiktaş ve Fenerbahçe UEFA Konferans Ligi'nde gruplara yükseldiler.

Bu durum her 3 kulübümüz için de önemli bir maddi gelir anlamına da geleceği için önemli... Başka bir açıdan baktığınızda, "iş/maç yükünü" arttırıyor olsa da, takımların ve oyuncuların "Başka bir boyutta", yani Avupa sahnesinde boy gösterebilmesi, kendini test etmesi, geliştirmesi ve biraz da "oyuncularının piyasa yapması" anlamında önemli bir avantaj oluyor.

Gidiyorsun, Avrupa'nın futbolu bizden daha gelişmiş ülkelerinde, şehirlerinde o seyirci önünde ve o kulüplerin yöneticilerinin gözü önünde oynuyorsun. Hem oyuncular, hem de teknik direktörler için önemli bir vitrindir bu.

Gelelim, bu süreçte takımlarımızın bu aşamaya kadarki performanslarına...

6'ar maçlık süreçte, her 3 takımımızın da (BJK, GS, FB) maçlarını izleyerek maç bazında yazı yazma olanağım oldu. Geçen sezonun lig şampiyonu Galatasaray ve ikincisi Fenerbahçe için, özetle şunları yazmışımdır:

Her iki takımın da geçen yıla takviye anlamında çok iyi kadrolar yaptıklarını, tempolu ve süratli futbol oynadıklarını, hızlı hücum edebilme kapasiteleri açısından şimdiye kadar oynadıkları takımları (Galatasaray'ın Molde maçları hariç) rahat geçebildikleri bir süreç oldu.Galatasaray, Norveç ekibi Molde karşısında ciddi bir testten, belki de "Icardi sayesinde" geçti denilebilir. Evet, bir oyuncunun nelere kadir olabileceğini gösterdi bu maçlar. Tabii ki "gol" dediğimiz aksiyon tek başına hazırlanıp atılmıyor. Ama o kritik anda orada bulunup da her defasında "şaşmaz" biçimde o perfomansı gösterebilen bir oyuncunuz varsa, rakip kim olursa olsun puanı ya da puanları size getirebilir. Bu olgu, kısmen Aboubakar için de geçerli.

Galatasaray'ın "üzerine titremesi" ve kocaman bir nazar boncuğu ile dolaştırması gereken bir "asset"idir Mauro Icardi. Takımda alternatifi kimdir? Ondan emin değilim.

Dikine ve hızlı hücum edebilen bir ekip olması tabii ki Galatasaray'ın en önemli özelliği. Ama ileride o "bitirici" (İngilizlerin 'killer touch" - öldürücü vuruş dedikleri) hareketi yapacak adamın olması daha da önemli.

Her ne kadar Şampiyonlar Ligi'nde çok dişli ekiplerle (Bayern Münih, Manchester United, Kopenhag) aynı gruba düşmüşse de, Galatasaray bu kadrosu ve bu özellikleri ile, "iş yapabilir".. 1999 - 2000 sezonunu Cimbom'un Avrupa'daki tüm maçlarını çıplak gözle, yerinde izlemiş bir muhabir olarak söyleyebilirim, geçmişten gelen "O ruhun" etkisini de unutmamak (evet öyle bir ruh var) lazım. Meşhur Fatih Terim'li yıllardan söz ediyorum.

Bakalım... Göreceğiz...

Fenerbahçe'nin sadece bir tek maçını izleyebildiğim için, çok ayrıntılara girip de, "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma" durumuna düşmek istemem. Ama "kenar malzemesi zengin" bir takım olması Fener'in en büyük avantajlarından biri. Giderek daha da oturmaya başlayan bir takım görünümünde. Grupta onların da şansı oldukça yüksek sayılır.

Gelelim, İstanbul'daki her maçını statta çıplak gözle, deplasman maçlarının da hepsini TV'den izlemiş olmanın avantajı ile Beşiktaş analizine:

Hep söyledik, söylemeye de devam...

Beşiktaş transferde, rakiplerinin çok gerisinde kaldı. O açıdan, elindeki kadroyu verimli kullanabilmek çok daha önemliydi Karakartal için. Şenol Güneş, zaman zaman (üstü kapalı ve diplomatik bir dille) yönetime bu içerikte haklı mesajlar yolluyorsa da, şu ana da kadar yapılabilenler kısıtlı.

Evet, umut vaadeden yeni oyuncular alındı takıma. Mesela Colley, mesela Amartey, mesela Bahtiyar, Rebic, Rashica ve Chamberlain...

Ama bunların mevcut kadroya "tam ve tartışmasız" olarak montajı henüz gerçekleşebilmiş değil. Zaten bu konularda genelde temkinli (bana göre gereksiz fazla temkinli) davranan Şenol Güneş, kenarda hep "belli bir anın gelmesini bekliyor" yeni oyuncularını monte etmek için. Bir bildiği vardır deyip geçelim şimdilik.

Mesela son maçta Colley - Amartey ikilisini kullanamadı, sakatlık nedeniyle. Süper Joker Necip Uysal pekala özveri ile o boşluğu doldurdu.

Orta sahada Gedson'un geçen yıla oranla en az 2 hatta 3 kat daha verimli ve tempolu oyunu, herkesten çok Şenol Hoca'yı mutlu ediyordur. Bunda kendisinin de katkısı yadsınamaz. Gedson'un üzerinde çok çalıştığını biliyoruz. Geçen yıl da "çok (bazı açılardan haklı olarak) çatıştığını"...

Amir Hacıahmetoviç'in giderek daha fazla takımın "dinamosu ve organizatörü" konumuna doğru ilerlemesi de Güneş'in önemli kazanımlarından biri. Salih Uçan'ın da bir inip bir çıkan grafiğindeki "çıkışlarda" iyi faydalanıldığında katkısını inkar edemeyiz.

Gelelim, Beşiktaş'ın en önemli sıkıntılarından "kanatlar ve ileri uç" meselesine...

Sağ kanada hala bir "Quaresma" bulamadı Beşiktaş. Ne derseniz deyin, kim bilir kaç sezondur söylüyorum (basın tribününün de vazgeçemediği bir muhabbettir bu), o adamın ölüsünü getir, oynar bu takımda. Evet, sorunlu bir şahsiyetttir. Evet, Şenol Hoca'nın o nedenle anlaşılabilir bir "gıcığı" olabilir. Evet, uzun süredir bir takımda oynamamış olması belki bir handikaptır. Ama, o adamı getir İnönü'ye, tribünden bir "doz" alkış alsın, bugün bile orayı ayağa kaldıracak kapasitede oynar.

Nedeni şu: Futbol denen güzel oyunun bu tür (İngilizce tabirle) "unpredictable" (her an her şeyi yapabilecek) ikonik oyunculara her zaman ihtiyacı vardır. Beşiktaş mabedinin (İnönü'nün) de her zaman vardır. Bir Pascal bir Quaresma, işte bu tür ikonlardandır. Bilmem anlatabildim mi?

İdare etmesini bilene tabii...

Valentin Rosier? Çalışkan, süratli, tekniği iyi.. Ama hep "eksik olan" bir şey var bu adamda. Bazı maçlarda anlaşılmaz bir düşüş içinde. O yüzden o kanatta ileri geri iş yapabilen, ama hep bir soru işareti ile sahada dolaşan bir adam.

Solda, hâlâ N'koudu'yu arıyor benim gözlerim. Şenol Hoca buna asla katılmayacak olsa da ısrarla söylüyorum. Premier League'de - Tottenham'da onca iş yapmış bir adamı burada oynatamıyorsan, onunla takışıyor ve takımdan kaçırıyorsan (geçen yıl bunu yaptılar) kabahati kendinde arayacaksın.

Oraya, yani Masuaku'nun önüne bir türlü yeni birini oluşturamadı Beşiktaş.

Bir süre Cenk'i oralarda (kaleye yakın pozisyonda) denedi ama Cenk'in "vitesi" artık 3 beş kat düşük olduğu ve çok sık sakatlandığı için altından kalkamaz o işin. Sola da, sağa da bir "Quaresma" bir "N'koudu" gerek. Dinamik, enerjik ve oyunu iyi okuyabilen. Kanatlarda oynayan adamların oyunu en az 10 numaralar kadar okuyabilmesi önemli. Koşusunu, hızını, pasının ölçüsünü, açısını ve zamanlamasını iyi hesaplayan biri.

Ve tabii "ileri uç"...

Aboubakar'ı çıkar, elinde kimse yok şu anda.

Cenk Tosun?

Perşembe gecesi basın tribününde yanımdaki Mehmet Tezkan'la onu konuşuyorduk. "Adam artık emeklemeye başladı neredeyse. Pili bitti. Ne zaman alacak oyundan Şenol Hoca? Cenk'e bu kadar mı güvenmiyor (haklı bence) acaba?..." diyorduk ki, mecburen aldı oyundan.

Evet, olmadık zamanda olmadık bir hareketle sana maç kazandırıyor. Usta işi, yıldız işi goller atıp Beşiktaş'ı şu an için sırtında taşıyor...

Ama tek bir adama kalmayı kaldırabilir mi koca Beşiktaş?

Bunu iyi düşünmek lazım.

Ha.. Bir de Perşembe gecesi yaptığı hareket, rakip yedek kulübesine gidip "hareket çekmek" gibi inanılmaz çocukça hareketleri (ya kırmızı verseydi hakem?- Dakika daha 52) var bu adamın. Hatırlayın yıllar önce yine Avrupa'da durup dururken bir Yunan oyuncuya kafa atıp kırmızı kart görmesi o sene Beşiktaş'a tura ve turlara malolmuştu. Bu hastalığın bir tedavisi gerek. Şenol Hoca'ya önemli bir ev ödevi daha...

Diyebilirsiniz ki, "kardeşim, golcü dediğin sınıf futbolcu da bakkalda rafta satılmıyor ki... Dünyada kaç tane var zaten?.. Olanı da kapış kapış alıyorlar..."

Haklısınız...

Bir de Aboubakar'ın rahatsız edici bir yavaşlığı söz konusu. Tekniğin üst seviyede,. bitirici vuruş yeteneğinin üst seviyede olması, tek başına yeterli özellikle değil. Forvet (striker) dediğin adam koşacak. Rakip defansın aklını başından almakla kalmayıp, koşularıyla nefesini de kesecek. "Bizim Abou"da bu özellik yok maalesef...

Netice itibarıyla, Beşiktaş Tirana takımına deplasmanda 2 İstanbul'da 3, Azerbaycan'ın Neftçi takımına İstanbul'da 2, Bakü'de 3, Dinamo Kiev'e de deplasmanda 3 burada 1 ol atarak turları görece (Bükreş'teki Dinamo maçı hariç) rahat geçti.

Toplam 14 gol atıp, kalesinde 5 gol görüp gruplara kaldı.

"Eldeki malzeme" ile bunu becermek, önemli bir başarı sayılmalıdır.

Ama defanstaki, kanatlardaki ve ileri uçta (striker) sorunlarını çözmeden, Beşiktaş'ın işi ileride (daha sıkı takımlarla eşleşme dönemi başlıyor) bu kadar kolay olmayabilir.

Son 6 maçlık süreç için oyuncuları ve Şenol Hoca'yı kutlayıp, bunları hatırlatmak istedim.

Tabii ki bu yazı aynı zamanda, son maçta olası bir terslik halinde taraftarın "cebinde" istifa çağrılarını beklettiği ama Perşembe gecesi çıkarmadığı Kulüp Yönetimine de yazılmış iyi niyetli bir mektuptur.

Tribün, bu yazdıklarımızın farkında.

Nitekim zaman zaman da hatırlattılar, işler iyi gitmediği dakikalarda.

Kazanmak turu geçmek her zaman güzel.

Ama futbolda dün ve bugün yoktur.

Yarınlar önemli.

Bizim işimiz kolay.

Gördüğümüzü yazıyoruz.

Yönetimin ve sahadakilerin işi daha zor.

Top onlarda.

(Zafer Arapkirli)

İlgili Haberler