Yılmaz Öztuna ve Faruk Ebubekir
“Ölüm” gibi acılı yazılar hatta röportajlar, yarım asrı geçen gazetecilik hayatımızda, ne yazık ki, sanıldığından da fazla yer alıyor.
Ne var ki, her seferinde, sadece “ölümün ölümsüz” olduğu vurgulanıyor.
Ülkemizin tanınmış işadamlarından, 25 yıldan beri yakından tanıdığımız değerli ağabeyimiz Faruk Ebubekir’i dün toprağa vermenin derin üzüntüsü yine benliğimizi sarıyor. Nur içinde yatsın, mekânı cennet-i ala olsun dileğimizden başka, elimizden bir şey gelmiyor.
Yıllarca, “Banvit” gibi bir markayı ve onun basketbol takımını başarıyla yönettikten sonra, yakın bir zamanda hisselerini devrederek, çalışmalarını diğer yatırımlarına özellikle “Bossa”ya yönlendiren Faruk Ebubekir’in hayırseverliği de biliniyor. Bir süre, Fenerbahçe’nin yönetim kurulunda da yer alan rahmetli Faruk Ebubekir’in, geride kalan dost ve akrabalarına başsağlığı dileyerek bir başka acı kayba, geç olsa da sütunlarımıza yer vermemiz gerekiyor.
***
Özellikle, yıllarca ve (4 defa) fasılalarla Genel Yayın Müdürü olarak çalıştığımız Türkiye Gazetesi’nden ebediyete göç eden şahsiyetlerin Hak’ka yürüyüşlerinin “dayanılmaz” burukluğu içinde, şimdi de Yılmaz Öztuna’nın vefatı insanı sarsıyor.
Gerçekten de, Ahmet Arvasi, Tarık Buğra, Mukbil Özyürük, Ayhan Songar, Abdülkadir Karahan, Ahmet Kabaklı, Yalçın Özer, İrfan Ülkü, Ergun Göze, Ömer Öztürkmen gibi dev imzalar, “Türkiye”yi terk etmiş, rahmeti rahmana kavuşmuş bulunuyor.
Rahmetli Yılmaz Öztuna için çok güzel ve duygu yüklü sözler söyleniyor ve yazılar kaleme alınıyor. Doğrusu, bu kadar candan ilgiyi hak etmiş, bir gazeteci, bir yazar ve bir düşünür hatta derin bir tarihçi Yılmaz Öztuna’nın yerinin kolay kolay doldurulamayacağı şimdiden anlaşılıyor.
1990’ların başlarında, Türkiye Gazetesi’nin sahibi Enver Ören’in “davetini” tevdi etmek üzere, Ankara’daki evinde tanıştığımız rahmetlinin, her şeyden önce, büyük bir “gönül adamı” olduğu hemen anlaşılıyordu.
Birinci sayfada bitecek “baş makale” yazma mutabakatı, ancak ikinci Ankara ziyaretimizde sağlanıyordu.
Üstat, “Mevlevi” olduklarını sadece fısıldıyordu. Bu arada, tam isminin Abdullah Tahsin Yılmaz olduğunu da belirtiyor ve elindeki, “kehribar” tespihini sanki makamla, ahenk ile çekiyordu.
Üstat Yılmaz Öztuna, başmakalesini kaleme alırken, mutlaka konu ile ilgili aktüel ve tarihi bilgileri de veriyordu. Yılmaz Öztuna gibi üstatlara o kadar ihtiyacımız var ki, samimi olarak belirtmek gerekiyorsa, bunu izaha bir yerde kelimeler bile yetmiyor.