Türkiye'den bakmak... (17 Mart 2016)
Devlet adamları, dünyada olup biten olaylara, bulunduğu devletten bakarlar. Bir devlet adamı, ancak böyle bir duruşla, gelişen olayların kendi devletinin yararına veya zararına olup olmadığı yargısına varabilir. Devletler arasında 'müttefiklik' zemini çoğu zaman kaygandır. Müttefiklik, özellikle 'emperyalist' ülküler peşindeki devletler için çoğunlukla bir 'aldatmaca' da olabilmektedir; I. Dünya Savaşı'nda müttefikimiz Almanya'nın, kendi ülküleri için bizi kullandığı gibi...
Bir devlet adamı için en büyük tehlike, yabancı 'hayranlığı'dır. Bu hayranlık, kendi ülkesinin gelişmesi için bir 'imrenme' ivmesi yaratıyorsa, yararlı sonuçlar doğurabilir; Büyük Petro da olduğu gibi... (Rus Çar'ı Büyük-Deli Petro'nun Batı Avrupa'nın gelişmesine hayranlığı, ülkesinde Batı Avrupa'ya benzer düzenlemeler yapmasını sağlamış; ülkesinin kalkınma sürecini hızlandırmıştı. Nitekim bugünkü Rusya'yı kuran Büyük-Deli Petro'dur.) Fakat 'hayranlık' şuur teslimiyetini doğurursa, işte o zaman, o devlet adamlarınca yaratılan 'millî' felâketleri yaşamak kaçınılmaz olur... Bu hayranlık bir çeşit hastalıktır. Herkese bulaşabilir. Sivil veya asker; hiç fark etmez. Felâketin doğması, o devlet adamının 'yönetim gücünü' elinde bulundurmasına bağlıdır. Böylesi beyni kuşatılmış devlet adamlarının çoğu, olaylara kendi yurtlarından bakamazlar; hayran olduğu ülkelerden bakarlar. Bu kuşatılmış beyinlilerin 'iyi niyetli' olanları ise; kendi müttefikinden ülkesi zararına çok açık biçimde 'mesaj' aldıktan sonra, ancak uyanabilirler; Enver Paşa da olduğu gibi...
Biz, 'beyin ambargosu' yaratan hayranlık 'hastalığı'nın doğurduğu felâketi 1. Dünya Savaşı ile yaşadık. Almanya hayranı Enver Paşa, ülkesini Almanya yanında 1. Dünya Savaşı'na soktu. Savaşın ilk yılı dolmadan, Alman ordularının Fransa sınırındaki Marn bataklığına saplanıp kalmasının bile hesabını yapamadan (Bu hesabı, o günlerde Sofya Askerî Ataşesi Yarbay Mustafa Kemal yapmıştı) Mehmetçiklerin kanı pahasına dehşet bir aymazlıkla 'müttefikliğini' sürdürdü. Müttefikinin gizlediği emperyalist ülküyü fark edip, ayıldığı zaman ise, müttefiklikten ayrılmak istese de, savaşın gidişatı, Osmanlı Devletini ayrılamaz duruma getirmişti. Enver Paşa ne zaman ayıldı? Türk orduları Bakü'ye girdiği zaman! Savaşın gelişmesinin getirdiği bir hareketle Türk orduları Bakü'ye girince, Alman Genel Kurmayı'ndan bir telgraf gelir: "Bakü'den çıkınız!" Niçin? Çünkü oralar petrol bölgesidir ve de Almanya'nın hedeflediği yerdir! Rahmetli Enver Paşa, bu haberi alınca çevresine şöyle der: "Biz bu savaşı Almanya ile kazansak bile korkarım ki, Anadolu'yu korumak için Almanya'ya karşı savaşmak zorunda kalabiliriz"
Evet uyandı; ama, çok geç...
Devlet adamının aymazlıklarına en çarpıcı bir örnek de şudur: TRT'de program yaptığım günlerde (1985 yılında) programlarım vesileyle dost olduğum Havacı Albay Sayın Ergüder Gediz, bir çalışma için Cumhurbaşkanlığı Arşivi'ni tararken karşılaştığı dehşet bir bilgiyi şöyle anlatmıştı:
"Mevlüt Bey, sizin ailesini bulduğunuz, Erzurumlu Nâfiz Bey'e ait bilgiler bulabilir miyim diye Cumhurbaşkanlığı Arşivi'ni tararken gözüme bir yazı ilişti. Yazı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a yazılıyor. (1959 yılı olsa gerek) Yazıda özet olarak şöyle deniliyor: "İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Necmettin Erbakan, uçak motorunun prototipini yapmıştır. İzin ve imkân verilirse seri üretim yapabiliriz..." Bu yazının en ilginç yönü ise şudur: Celal Bayar, yazıya bir 'derkenar' düşmüş ve şöyle diyor: "ABD'den uçak alıyoruz, gerek yoktur!"
Ne diyordu Celal Bayar: "ABD'den uçak alıyoruz, gerek yoktur!"
Celal Bayar ve ekibi ABD'ye güveniyordu... DP'nin varisleri de bu güvenlerini sürdürdüler. Taa... ki, 1974 yılına kadar! 1974 yılında, Türk katliamını durdurmak için Türkiye Kıbrıs'a çıkınca, ABD'nin silah ambargosu ile karşılaşıverdiler!
Uyanmıştık; ama çok geç...
Başarının sırrı, dünyaya Türkiye'den 'bakmak' ta saklıdır.
Esen kalın efendim.