Türkiye aşiret devleti olmaya koşuyor
Bir ülkenin gerçekten devlet mi yoksa aşiret mi olduğunu gösteren bazı belirtiler vardır. Etrafta bayrağı olan, üzerine üniforma geçirilmiş korumalarıyla kendini devlet gibi gösteren çok sayıda aşiret ve kabile var.
Atatürk, Türkiye’yi bu geri kalmışlıktan kurtarıp muasır, yani çağdaş bir devlet düzeyine getirmek için çabaladı. Sadece kılık kıyafeti değil, geçmişle bizi zincirlerle bağlayan alfabe ve ilişkileri de kopardı attı. Kendi öz sanayini, teknolojisini, ziraatını kurdu, gençlerini eğitti ve memleketi birdenbire o yıllarda çağdışı ve aşiret olan ve hâlâ çağdışı kalan komşularından 10 adım, 100 adım öne sıçrattı, ilerletti.
Bugün baktığınızda göreceksiniz ki, iki dönemdir ülkede iktidarda olan hükümet bunları tamamen silmek için mücadele ediyor ve hızlı davranıyor. Bu duruma karşı çıkması muhtemel kişi ve grupları, Atatürk’e inananları, topraklarını-vatanlarını sevenleri, adı ne olursa olsun birer bahaneyle teker teker yok ediyor, sindirmeye çalışıyor. Ve bunda oldukça da başarılı. Bu da gösteriyor ki bizim halkımız ve toplumumuz uygarlığı 80 senede hâlâ hazmedememiş.
Elindeki telefonun, kullandığı televizyonun ve buzdolabının, otomobilinin son model olması kimseyi uygar yapmaz. Uygarlık kafanın içindedir. O kafa uygar olmazsa görünüm ne kadar sevimli olsa da siz hâlâ mağara devrindesiniz demektir. Ne yazık bizdeki kafada değişmeyen, değiştirilemeyen şeyler var. Belki de genlerimiz böyle ne diyeyim. Diyeceksiniz ki neden efkârlandın, ne kızdırdı da bunları yazıyorsun. Basit. Hollanda’daki uçak kazası ve ardından yapılan habercilik.
Uygar ülkelerde kişilerin özlük hakları vardır ve bu haklara başta devlet olmak üzere, komşularınız, arkadaşlarınız, patronunuz saygı duyar. Kaza sonrası Hollanda hükümetinin kazada ölen ve yaralananların adlarını açıklamamasına sinirlendi bizim adı gazeteci taifesi. Batı dünyasında kuraldır, kaza kurbanlarının yakınlarının kaybını televizyondan duyup kriz geçirmesini önlemek için bu yola başvurulur. Bu tür haberler verilirken yanlarında bir sağlık görevlisi de bulunur genellikle. Batı basını bu isimleri almış olsa bile yayımlamaz, yayımlayamaz.
Artık siyaseti, özel ve genel yaşamıyla vıcık vıcık olmuş bir topluma bunları anlatmanın imkânsız olduğunu da bilmiyor değilim.
Günün ikinci konusu ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan Uluslararası İnsan Hakları Raporu. Bu rapor ABD’nin dış temsilcilikleri, elçilikleri ve diplomatlarının yolladığı raporlar doğrultusunda hazırlanır. Bu yılki insan hakları raporunu şu “Ergenekon soruşturması” ve gelişmelerini nasıl verecek, ne tepki gösterecekler diye merakla bekliyordum.
Aslında bu rapor, Ergenekon olayının ardında hangi dış güçlerin bulunduğunu çok açık sergiliyor. Raporda ince bir paragrafla değinilen bu konuda içerik yok denecek kadar az. Oysa daha önce teröristleri bile mahkemelerine girerek raporlarında savunan ABD ve AB’li diplomatların aylardır oynanan hukuk skandallarına gözlerini yumdukları açık.
İnsan hakları konusunda mangalda kül bırakmayan Batılı ülkeler nedense bizdeki kişilerin insanlık haklarında ayrım yapıyor. Yapacaktır da. Biz kendimiz önce insan olup olmadığımıza karar vermemiz lazım. Onurumuzu ve geleceğimizi yiyecek paketlerine sattığımız ve dilenciliği kabullendiğimiz sürece biz ne uygar bir ülke oluruz ne de uygar bir kişi. Okullarında çocukları donarken, yakacak kömür bulunmazken seçim propagandası için kömür dağıtan bir iktidarı destekleyen seçmenin insanlık ve uygarlıkla ilişkisini bana tanımlayabilir misiniz?
İşte bu nedenlerle önce aynayı alıp kendimize bakarak kim olduğumuzu ve olmak istediğimizi iyice tanımlayıp karar vermemiz gerek. Yoksa bizler çok daha Batılı ülkelerin ayak işlerini yapmak üzere kiralanır, göçmen işçi olmak için kuyruklarda bekleriz.