Suriye ve "İnsan Hakları!"
Her şeyden önce, değil Suriye’de, dünyanın her hangi bir yerinde, “İnsan Hakları”nı tanımamanın, çiğnemenin şiddetle kınanması gerekiyor.
“İnsan Hakları”nı şu veya bu şekilde ihlal eden ülkelere karşı, kınamanın ötesinde, “ambargo”, “abluka” ve hatta “ilişkileri kesme” gibi önlemlerin süratle alınması icap ediyor.
Ne var ki, “İnsan Hakları” ihlalleri gerekçesiyle, ülkeleri “imha etme” girişimlerinin, tıpkı Libya’da hatta Irak’ta olduğu gibi çok tehlikeli sonuçlar doğurduğu biliniyor.
Üstelik, “İnsan Hakları” ihlalleri gerekçesiyle, istila planlarının gündeme getirildiği de görünüyor.
Adına ne denirse denilsin ve tarafları kim olursa olsun, Orta Doğu’da “çok tehlikeli” bir planın, safha safha uygulanmakta olduğu netleşiyor.
Yıllar önce, adı konan bu yıkım projelerinin bir ucunda ABD ve müttefikleri, diğer ucunda da, ne yazık ki, Müslüman ülkeler de yer alıyor.
10 yıl kadar süren Irak-İran Savaşı “milat” alınırsa oynak stratejinin başlangıç tarihi hakkında fikir edinmek mümkün oluyor.
Arada, İran kaynaklı “Hizbullah” oluşumları ve eylemleri, İsrail’in tehdit altında olduğu propagandasını oluşturuyor.
Arkadan da, Irak’ın Kuveyt’i işgali belki de tuzağı ve Körfez Savaşı, düğmeye tam olarak basışın kilometre taşı sayılıyor. Öte yandan, Afganistan ve Pakistan hezimeti sürece eklenirse, durumun çarpıklığı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Önce, “Büyük Ortadoğu Projesi” sonra da, “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi” ile enerji ve yollarını “güven” altına alma hülyasına dalan ABD’nin çirkin yüzü resmileşiyor. Artık, ABD kendine Orta Doğu’dan, tam müttefik ve tam düşman seçimine girerek, planını daha süratli bir şekilde uygulamaya koyuyor.
...Ve tam bir yıl önce, “Arap Baharı” adı
altında, fırtınalar estiriliyor.
Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreyn’de “İnsan Hakları” ihlaline karşı ayaklanmalar
başlatılıyor.
Uzmanları bile şaşkına çeviren bu ani bahar gösterisinin aslında, ülkelerin iç işlerine karışma ve “yıkım” anlamına geldiği bir türlü kabul edilmiyor.
Sadece, Libya’da 50 bin sivil halkın öldürüldüğü, 400 milyar dolarlık zarar verildiği gözlerden kaçırılıyor. Bunca, can ve mal kaybı trajedisinden sonra, şimdi de, Suriye “yutulmak” isteniyor.
Libya senaryosunun aynen uygulanmasına, Rusya ve Çin’in karşı çıkması bütün planları alt üst ediyor.
Rusya ve Çin’in ardından, İran’ın başından beri gösterdiği karşı çıkış daha da güç
kazanıyor.
Suriye’nin kolay kolay düşmeyeceğini öne sürmek için ne iyi bir diplomat ne de uzman olmaya gerek kalmıyor.
Üstelik, İran’ın muhtemel bir çatışmaya veya savaşa girmesinin Orta Doğu’yu barut fıçısı haline getireceği de, peşinen kabul ediliyor.
Çoğu çevreler tarafından olumsuz görünen hükümet politikasını eleştirmenin ötesinde, İran’ın devreye girmesi halinde Türkiye’nin büyük zararlar görebileceği kanısı kafaları kurcalıyor.
Aslında, şimdilerde olsa bile Türkiye’nin komşularına karşı tarafsız politika gütme refleksine dönmesi halkın büyük beklentileri arasında yer alıyor.
Projenin bir parçası olmak değil, ondan mümkün olduğu kadar uzaklaşabilmek hatta kaçabilmek politikasını yaşama geçirmek, çok engebeli bir tepeye tırmanmaya benziyor.
Suriye’de öne sürülen “İnsan Hakları” ihlallerinin Hafız Esad tarafından tam 30 yıl yapıldığı hatta katliamlara rağmen, hür dünyanın bunu seyrettiği unutulmuyor.
Babasının radikal yolundan, zaman içinde ayrılmayı deneyen Beşşar Esad’ın, bütün baskı ve tehditlere rağmen istenilen reformları yapma zamanını yakalayacağı sanılıyor.