Soykırım dünyası!
Kim tarafından, kime yapılırsa yapılsın soykırımları sonsuza kadar unutmamak ve kınamak gerekiyor. Dünyamız, insanoğlu tarafından yapılan katliamlara “mekân” olmaktan yorulmuş, bezmiş bulunuyor.
Özellikle, yoksul ülkelerde yaşayan geniş halk tabakalarına, en vahşi bir şekilde yapılan soykırımların bir türlü hesabı sorulamıyor.
Söz gelimi, Bay Sarkozy’nin Fransa’sının, Cezayir’de giriştiği soykırım, hâlâ “bir insanlık ayıbı” olarak duruyor.
Sonra, Amerika’nın kuruluş günlerinde, Kızılderililere reva görülen vahşetten pek bahsedilmiyor.
Hele, 53 yıl önceki Kerkük katliamı, adeta gizlenmek isteniyor.
Oysa, soydaşlarımızın beklentisi yıllardan beri sürüyor.
Fevzi Türker soydaşımızın gönderdiği ve “Biz Türkmeniz” dergisinde yayınlanan, kahır dolu, sitem dolu yazısından bazı bölümleri alarak, “Kerkük Katliamı” nı hatırlatmak ve TRT’yi uyarmak bize de düşüyor;
“TRT’nin Kürtçe yayın yapan 6. Kanalı, 1988 Halepçe katliamını konu alan bir belgeseli 12 Mart Pazartesi gününden itibaren, katliamın 24. yıl dönümü nedeniyle 7 bölüm halinde ekrana getirmiş bulunuyor.
TRT 6’da geçen sene 20 Mayıs akşamı KDP lideri Mesut Barzani’nin babası Mustafa Barzani’yle ilgili özel bir program sunuldu. Aynı programda ayrıca “Ölümsüz Mustafa Barzani” belgeseli gösterildi. Basına göre, belgeseli Mesut Barzani evinde izlerken ağlamış, yanındakiler neden ağladığını sorduklarında “Babamın belgeselinin bir Türk televizyonunda gösterilmesi beni duygulandırdı, onun için ağladım” demişti.
TRT kanalları bugüne kadar neden Türkmenlerin dramını Türk ve Dünya kamuoyuna duyurmak istemedi? Türk TRT’si, Türkmenlerin de Kürtler gibi katliamlara uğradıklarından haberi yok muydu? 1959’da Kerkük’te, 1991’de Altunköprü’de ve Amerikan işgalinden sonra da Telafer, Tazehurmatu ve Amirli’de, Türkmenler tarihin en acımasız katliamlarına maruz kalmadılar mı?”
Ne yazık ki, okurumuz Fevzi Türker’in belirttiği gibi; çoğu kez, gerçekler acı oluyor.
Söz okurlardan açılmışken, birkaç mesaja kısa da olsa yanıt vermek icap ediyor.
Aslında, okurlardan övgü veya eleştiri mesajları almak bizim gibi gazetecileri pek duygulandırıyor.
Fakat, okurlara cevap verilmediği zaman üzüntü oluyor.
Sayın Emel Bayrakçı’nın, genel ve derin düzeydeki yaklaşımı tarafımızdan bilinmekle beraber, sınırlı bir köşe yazısında, konuyu çok kısa ve basit izah etme zorunluluğu bulunuyor.
Kaldı ki, mesela sadece Bay Sarkozy’ye değinmek yazımızın sınırlarını çiziyor.
Üstelik, akademiksel tanımlar kullanmak, bütün tarihsel gelişmelerden bahsetmek için bazen kitap yazmak bile yetmiyor. Tıpkı, “Cezayir’de Fransız Vahşeti” kitabımızda olduğu gibi...
Bu arada, Paris’ten Selim Tongur, Hasan Bal, Cengiz Sever, Mahmut Kul ve Selver Can adlı değerli okurlarımızın da, “yabancı” kelime kullanma eleştirisine katılmamak elden gelmiyor.