Hey gidi günler...
Bir zamanlar, Manchester United, Barcelona, Liverpool, Real Madrid isimleri, daha sezonun en başında Şampiyonlar Ligi tabelasına yazılır, Nisan – Mayıs aylarına kadar da o tabelada hep o isimler okunurdu.
Ama Çarşamba gecesi Anfield’de, rövanş maçında kapışan Liverpool – Real Madrid (5-2 Real kazandı deplasmanda) maçından sonra, Manchester – Barcelona eşleşmesinin “Kupa 2’de” olduğunu, 10 yıl önce birileri söylese, “şaka mı yapıyorsun?” derledi adama.
Ama, o devirler geçmişti.
Sir Alex’in United’ı, Guardiola’nın Barça’sından eser yoktu artık. Onlar artık “Bir alt ligde” birbirlerini ağırlıyorlardı.
İlk maçı geçen hafta, tam “koparıp alacak iken” 76’ncı dakikada Raphinha’nın ayağından gelen bir golle 2-2’ye razı olan United, Barcelona önüne muazzam bir seyirci avantajı ile çıktıysa da, ilk devre bir hayli tutuktu. Futbol adına yapılabilecek her şey Barça’dan geldi. Her ne kadar iki takım da, öyle “Tribünleri ayağa kaldıracak kalitede pozisyonlar” bulamadıysa da, topla “ne yaptığını bilen bir ekip” hüviyetindeydi Katalonya takımı.
Bütün tehlikeli ataklarını United’ın sağ kanadına yüklenerek yaptılar ve bir aşamada o kanadı yıkacaklarını hissettirdiler. Nitekim 15’nci dakikada Fernandez’in, Balde’yi düşürmesi sonucu hakem hiç tereddüt etmeden beyaz noktayı gösteriverdi.
Lewandowski, duraklaya duraklaya geldiği topu garip bir vuruşla kaleye gönderirken, De Gea az kalsın topu çıkarıyordu. Ama “ilahlar” o topun ağlarla buluşmasını istiyordu. Dakika 17’de Barça, deplasmanda öne geçiverdi.
Devrenin geri kalan kısmında da, yine benzer bindirmelerle United’ın sağ kanadını adeta şaşkına çevirdiler.
İngiliz ekibi ne yaptı? Ne yapabilirdi? Solda Rashford’a ve sağda Fernandez’e bel bağlayan İngilizlerin bu iki gol ayağı da ilk yarı suskundu.
Açıkçası benim gözüm Fernandez’den ve Rashford’dan daha çok, Beşiktaş’ta “Niye oynayamadı. Niye oynatamadılar?” tartışmaları ile 6 ay geçiren “Bizim Weghorst”daydı.
Ve “Bizim Weghorst” bildiğimiz gibiydi. Evet. İnönü’de ne ise, Old Trafford’da da o. Sürekli rakip kaleciye ve rakip defansa “pres yapıyor” görünme çabası. Kornerlerde ve diğer serbest vuruşlarda boy avantajı ile defansına yardım eder “görünme” rolleri. Ama, en kritik toplarda özellikle de kafa toplarında hiç yoktu.
Maçı yorumlayan İngiliz spikerler, “Evet. Çok çalışıyor ama, devre arasında hoca bunu alır oyundan...” dediler birkaç kez. Eric ten Hag da vatandaşına bu tavsiyeyi uyguladı.
Maalesef, “Bizim Weghorst, Dolmabahçe seviyesinin bile üzerine” çıkamıyor bir türlü. Samimi söyleyeyim, ben isterdim Old Trafford’u ayağa kaldırabilmesini. Bizi mahçup etmesini. Ne de olsa “Beşiktaş’ın çocuğu” diyoruz kendisine. Bizim formayı 1 gün bile terleten adama ben o gözle bakarım.
İkinci yarıya başlar başlamaz deyim yerindeyse “Çıkar çıkmaz çakıverdi” United. Bu kez Barça’nın sağından fırtına gibi gelen İngiliz ekibi, Fernandez’in pasında Fred’i topla buluşturdu ve ikinci yarı adeta 1-1 başladı. Dakika 46... Durum eşitlendi.
Maç bu dakikadan “fast break”lerle dolu hızlı bir NBA oyununa döndü. Ama esas United, tribünden hiç eksik olmayan “Yaşlı Kurt” Sir Alex’in gözlerini yaşartacak bir tempoda akın akın geliyordu. 1990’larda, benim de hep yerinde o tribünlerden izlediğim United’ın ruhu canlanmıştı adeta..
Bu hırs ve tempo 72’de Manchester ekibine golü getirdi. Peşpeşe üç şutla Barça kalesini bombardımana tutan United, Anthony’nin (Weghorst’ün yerine giren) ayağından harika bir golle öne geçti.. 2-1.. Old Trafford tribünleri çıldırdı adeta.
Barça şaşkınlık içinde, yedek kulübesinde de Weghorst kıskanarak izliyordu United’ı...
İkinci 45 dakikayı adeta “eski (Sir Alex’li) günlerdeki gibi” oynadı United. Uzatmanın son saniyelerinde kale çizgisinden Varane’ın çıkardığı top, skoru ve turu belirliyordu İngiliz takımı için.
Manchester UEFA Avrupa Ligi’nde, son 16’da...
(Zafer Arapkirli)