Şehit yeğenimi anarken...
Aylardır, tüm ülke olarak acılarla kavrulduk; kavruluyoruz. 'Ateş düştüğü yeri yakar', derler ya... Bu söz eksik! Kimi ateşler var ki, düştüğü yeri de yakıyor; ülkeyi de! Örtülü düşman ülkelerin uşağı hainlerin, sonuç vermeyecek olan cinayetleri devam ediyor... Pek çoğumuzun ailesinde yaşadığımız dayanılmaz acılar, yıllar geçse de yüreğimizde dipdiri yaşıyor; hem de dün gibi...
Komiser yeğenim sevgili Tevfik Fikret Erciyes, 2001 yılı 11 Mayıs'ında Ümraniye'deki hücre evi baskınında DHKP-C'li teröristlerin ilk ateşinde başından kurşun yarası aldı. Çapa Tıp Fakültesi'nde dört gün yoğun bakımda kaldı ve 15 Mayıs'ta şehit oldu. Ve biz onu Yozgat Şehitliği'ne emanet ettik...
Yeğenimden ve değişen toplum yapımızdan söz etmek istiyorum... İlçemiz Sorgun'un mezarlığında bir Jandarma Çavuşu'nun mezarı var. Mezar taşı sipsivridir. 1940'lı yıllarda Alcı Köyü'nde kaçak bir mahkûmla çarpışırken şehit olan Jandarma Çavuşu'muzun mezarıdır. O yıllarda halkımız bu mezara bakar, "Askere kurşun sıkılır mı?" der, hayret ederdi... Yine, bir öfkeyle insan öldüren -kader mahkûmu- biri, hapishaneden çıkınca, utancından evini başka mahalleye taşırdı. Filmlerde bile bu böyleydi. Hiç unutmuyorum; Eşref Kolçak bir filmde, annesine "Anne ben adam öldürdüm" diye kendini yerden yere vuruyordu. Ya şimdi? Çok değil o yıllardan 40-50 yıl sonra, bu ülkede, yine bu ülkenin sözde yurttaşları, askerimizle, polisimizle çarpışmaya başladı...
1960'larda Necdet Elmas oyuncak tabanca ile banka soyarken yakalandı; 'banka soyulur mu?' diye küçük dilimizi yuttuk ve bu olay filmlere konu oldu... Çok geçmeden, yine bu ülkede; fikri, namlunun ucuna tutsak eden bir 'ideoloji'nin militanları, banka soymayı kendilerince 'kahramanlık' olarak görür oldular.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Ege'de Kuşadası'ndaki bir koyda, koyun otlatan çobanlarımızı korumakla görevli jandarmamız, koya çıkan İngiliz donanması askerlerince taciz edildi. Askerimiz bir İngiliz'i öldürdü, ikisini yaraladı... İngiltere derhal gemilerini Ege'ye göndererek Atatürk'ün Cumhuriyeti'ni tehdit etti. Atatürk gürültüye pabuç bırakmadı; hemen, Ege bölgemizde kısmî seferberlik ilan etti. Bu kararlılık karşısında İngiltere, yelkenleri indirdi... Şimdi biz, yıllardır, her ile her ilçeye şehit cenazesi gönderten, bizi can evimizden vuran, dünya tarihinin en zalim, en kanlı teröristini, 'sözde yüksek devlet yararı' için besleyip durmaktayız. Türk halkının psikolojik direncinin 'kırılmasına' hizmet eden 'bu ABD projesinin' neresinde 'yarar' bulunduğunu, kuşkusuz tarih ibretle yazacaktır!
Ümraniye'de yeğenimi vuranlar bu ülkenin insanlarından. Çağ gerçeği, çok değişik bir 'kuşatmayı' yaşatıyor bizlere... Komiser yeğenimin büyük dedesi, Arabistan'da şehit olan, adını aldığım Mevlüt dayımdır. Onu, 27 Haziran 1917'de Arabistan çöllerinde -belki de bir Arap cembiyesiyle- aldığı yara şehit etmişti... Çölü kanımızla suladıktan sonra, İngiliz iş birlikçisi, sözde Osmanlı vatandaşı olan hain Araplar'a "Ne haliniz varsa görün" dedik, Anadolu'ya çekildik... Evet, çekildik! Bu kez, çekildiğimiz Anadolu toprağında askerimi, polisimi şehit eden bir başka iş birlikçi 'taşeronlar' türedi!
Şu gerçek bilinmeli: Çekilecek başka yerimiz yok... Tedbirler bu gerçeğe göre alınmalı! Kendi yurdumda; kendi askerimin, kendi polisimin, sözde kendi yurttaşlarımızca şehit edilmesi gücüme gidiyor! Sözde siyasetçi yeteneksiz bir azınlığın, tedbirsizliği, ihmali sonucu doğan ağır bedelin, geniş halk kitlelerine ödetilmesi, gücüme gidiyor! Kendi yurdumda 'şehit' cenazesi kaldırmak istemiyorum. Kendi yurdumda, birilerinin 'siyaseten' ekmeğime 'kan' katmasını istemiyorum. İsteyen varsa beri gelsin!
Şehitlerimizin kutlu ruhları için bu düğüm çözülmeli! Çekilecek başka yerimiz; verilecek toprağımız yok! Biz bu topraklarda, karnı tok, başı dik ve feryatsız-figansız yaşamak istiyoruz...
Sizce, çok mu şey istiyoruz?
Esen kalın efendim.