Propaganda hafife alınamaz!
Propaganda nedir?
Propaganda önemli bir sanattır. Bir başka deyişle; sanatla yoğrulmuş çok güçlü bir silahtır... Propaganda; ’irade’yönlendiricidir... Propaganda, geçtiğimiz yüzyılda, Nazi, Faşist ve Marksist devletler elinde en etkin biçimde kullanılmış olmasından dolayı, biraz da ‘lekeli’ bir sanattır... Ama bir silahın savunma amacı dışında kullanılmış olması, o silahın gereksizliğini ifade etmez.
Propagandanın bir ordu kadar önemli olduğuna inanırım. Propagandaya sıcak bakıyor olmam, sizi hiç şaşırtmasın; dünyada tanıdığınız anlı-şanlı yazar ve bilim insanlarının çoğu, kendi devletlerinin birer propaganda uzmanıdır! Örnek mi? Buyurun: Romanlarına hayran olduğumuz o Dostoyevski, Petersburg Bilimler Akademisi’nin ‘Türkiye Masası’nda çalışıyordu. Pek çok romanında Türklere hakaret vardır. (İliştiri: Türkçe çevirilerinde o hakaret cümleleri hep makaslandı). O anlı-şanlı tarihçi-bilim insanı dediğimiz Arnold Toynbee, İngiliz Genelkurmayı’nın ’memuru’idi. Toynbee, I. Dünya Savaşı süresince ‘Ermeni konusu’nda ve -özellikle Şeyh Sait İsyanı’nda- İngilizlerin Doğu Anadolu politikasını yönlendirdi...
Bu insanlar sanatçı ve bilim insanlarıydı; evrensel de düşünüyorlardı; ama öncelikle kendi uluslarının, kendi devletlerinin yanındaydı!
Çok acıdır ki; Türkiye, kendisine yönelik tehditlere karşı, propaganda sanatını-silahını yeterince kullanamıyor. Adına ister ‘tanıtım’ deyin ister propaganda; bu konudaki çalışmalar, çok dağınık, çok kısır ve yavan kalmakta. Çoğunlukla da; ’tehdit’, iç ve dış kamuoyuna, aleyhimize bir imajla mal olduktan sonra; bu önemli sanat, süreklilikten uzak ve acemice uygulanmakta.
Acemice çünkü; propaganda süreklilik ister. Propaganda tüm sanatları ’kanat olarak’kullanmak ister; propaganda ‘yaratıcılık’, incelik ve özellikle maddi kaynak ister... En önemlisi, tüm güzel sanat dallarından uzmanlarla birlikte; sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, uluslararası ilişkiler, tarih, etnoloji, strateji, ekonomi ve askerî uzmanların çalıştığı; bürokrasiden uzak, pratik çalışan bir kurum ister...
Özgür dünyanın devletlerini halk yönlendiriyor. Ancak halk oyunun ‘belirlenmesinde’ halkı da yönlendiren ‘propaganda merkezleri’, ‘lobi’ adıyla devreye giriyor. Bu merkezler demokratik görünümlü olsalar da, gerçekte acımasız birer irade hırsızlarıdırlar! Çünkü; politikacılar -özellikle Ermeni sorununda- gerçeği bildikleri halde, lobilerce yönlendirilmiş kamuoyunun istekleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalıyorlar...
Türkiye; tarihi, konumu ve toplum yapısı gereği olarak, propaganda sanatını hafife alma lüksüne sahip değildir! Türkiye, bilim-sanat karışımı bu silahı, en etkin biçimde kullanabilmelidir. En demokratik ülkelerde bile, bu sanat, örtülü adlarla sürekli üretilmektedir.
Tanıtımı (propagandayı) dışarıda beceremiyoruz; hiç değilse, yurdumuzdaki kendi insanımızı doğru bilgilerle donatmayı başarabilmeliyiz. Burada, “Ne yani, propagandayı kendi halkımıza mı yapacağız?” diyebilirsiniz. Ancak gerçek inanın öyle değil! Eğer benim, işinde-gücündeki işçi komşumun: “Dünya, Ermeniler yararına bu kadar çok kararlar filan aldığına göre...” diyerek, yüreğine ‘kuşku’ odu düşüyorsa; evet, Türkiye, önce kendi yurttaşlarını adamakıllı aydınlatmalıdır.
Kendi avlusunu temizlemeyen, mahallenin pisliğinden yakınamaz!
(Düzeltme: Geçen hafta Türk Tarihinin Öncüleri kitabının konu adlarını verirken; Alp-Er Tonga, Tomris, Attila, Bilge Kağan’ı yazmış; ama kitapta var olan Mo-Tun’u (Mete’yi) yazmamışım. Düzeltir, Sayın yazar Prof. Dr. İlhami Durmuş ve sevgili okuyucularımdan özür dilerim).
Esen kalın efendim.