Orta Doğu düşünceleri...
Orta Doğu, bilinen tarihi devirlerden günümüze kadar; kargaşanın, bunalımın olduğu kadar, uygarlığın da mekânıydı. Mısır'da ve Mezopotamya'da gelişen uygarlık, araştırmacıların hâlâ hayranlığını topluyor. 'Eski Dünya'da 'hârika' olarak tanımlanan insan yapısı yedi eserden söz edilirken; Keops'un Piramiti, İskenderiye Feneri ve Babil'in Asma Bahçeleri de sayılıyordu... Yazıyı hünerle kullanan Sümerler, Mısır uygarlığı, Fenikelilerin ticaret dehası, Hitit Uygarlığının bir kolu, Asurlular; hep Orta Doğu denilen coğrafyada türedi... Bize, 'Uygarlık, savaşın bitişik kardeşidir' dedirtecek bir geleneğin kaynağı da yine Orta Doğu'dur. Hem de, tarihte ilk yazılı antlaşmayla tescillenen bir bunalımın mekânı olarak!
Kadeş Savaşı, Mısırlılar ile Hititler arasında geçer. Bir değil birkaç kez tekrarlanır bu savaş. Nedeni ise; 'stratejik bölge' paylaşımıdır!
Kadeş'ten bu yana durulmadı Orta Doğu'daki çıkar fırtınası!
Uygarlığın görkemi yanında, dudak uçuklatacak talanlara, yağmalara da sahne oldu bu coğrafya! Hıristiyan fanatiklerce İskenderiye Kütüphanesi yakıldı... Cengiz Moğolları Bağdat Kütüphanesini yakıp yıktı... 1. Dünya Savaşı sonunda ise İngiliz-Fransız ikilisi bir başka 'çağdaş' talanı uyguladı Orta Doğu'da...
Yıkım, talan, sömürü bu coğrafyanın 'kaderi' demeye dilim varmıyor; çünkü, bu coğrafya, bir de, Türk egemenliğini tanıdı. Ve bu egemenlikte, ne talan vardı, ne de sömürü! Yazdığımız son cümlemizde, inanın, hiç abartı yok! Siz bakmayın Irak denilen yerin Başbakanı'nın, biz Türklere akılsızca 'posta' koymasına... Türkler, bu coğrafyada bulundukları günden, yaşadığımız şu zamana kadar, hep adil bir düzen kurmaya çalıştılar. Almadılar; verdiler! Yöre halkının hizmetinde oldular. Gizli niyetleri yoktu. Taşıdıkları tek amaç, "Allah'ın rızasını kazanmak" idi. Kutsal bildikleri o yörelere -Orta Doğu'ya- hizmet aşkı, onlara huzur veriyordu.
11. yüzyıl başlarında, Bağdat'daki Abbasi Halifesi'nin, dolayısıyla yöre halkının huzurunu sağlayan Selçuklu Türkleri'dir.
Yıl 1077... Malazgirt Zaferi'nden altı yıl sonra... Irak bölgesi karışır. Abbasi Halifesi Kaaim Biemrillah, Melikşah'tan yardım ister. Melikşah, Eksükoğlu Artuk Bey komutasında güçlü bir orduyu Irak topraklarına gönderir. Artuk Bey, Basra'ya kadar iner; düzeni sağlar. Bağdat'a döndüğünde, Halife, Artuk Bey'e armağanlar verir ve bir ferman yayımlar. Bu fermanın yazılı metni günümüze kadar gelmiştir. Fermanda Abbasi Halifesi, rüyasında gördüğü Hz. Muhammet ile Cebrail'in Türkleri öven konuşmalarından söz eder; "Dokuzoğuz Türklerinin dinin gerçek hizmetkârları olduğu" vurgulanır. (Bkz. Prof. Dr. Ali Sevim, Ünlü Selçuklu Komutanları, S. 56, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990).
Sömürmeden, sömürü niyetini perdelemeden devam eden bu anlamlı 'hizmet' geleneği, 20. yüzyılın başlarına kadar sürdü... 1517 yılında bir Osmanlı sultanı ise, ben buraların hâkimi değil, 'hademesiyim' diyordu... Selçuklu'dan sonra 400 yıl boyunca Osmanlı, buralara gözü gibi baktı. Yemedi, yedirdi. "Mekke-Medine fukaraları için" diye söz ettiği, gerçekte ise tüm yöre halkına dağıtılan "Sürre Alayı altınları" aktı bu coğrafyaya... Bu şefkât, 1917 yılına kadar artarak sürdü.
Ve şimdi Irak'ta sözde bir Başbakan, 'Türkler buralara giremez' diye bağırıp-çağırıyor!
Ne diyelim... 'Hâl ve gidiş' meydanda...
Not'u elbette yine tarih verecek!
Irak'ın o ilk işgal günlerini bilmem izlediniz mi televizyonlardan: ABD askerleri yalnız Petrol Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı önünde nöbet tuttular... Niçin sadece oraları korudular? Oraları öncelikle korudular; çünkü biri petrol (mama kapısı) olduğundan; diğeri ise can korkusundan!
Ama çok ilginçtir; insanlığın ilk uygarlığına ait eserleri barındıran Bağdat müzesi ve o görkemli Bağdat Kütüphanesi korunmadı! ABD gözetiminde günlerce, acımasızca, vahşice yağmalandı!
Böyle bir Orta Doğu fotoğrafı seyrettik o yıllarda.
Bu 'fotoğraf' bizim olamaz! Adı gibi, bizim değil!
Bu dünyada, Türk'ün olmadığı; ABD ve Avrupa'nın eseri bir "Orta Doğu" var şimdi!
Esen kalın efendim.