Olayları tarihe kaydetmek...
Sevgili okuyucum; bilinmesinde ve tarihe kaydolmasında yarar gördüğüm - ülkem ve devletim adına- bir olayı anlatacağım.
Olaya geçmeden önce kısa bir giriş yapalım…
2. Dünya Savaşı bitiminde Sovyetler'in Doğu Avrupa'dan çıkmaması, oraları kendine bağlaması, Sovyet Dış İşleri'nin Kars ve Ardahan'ı diline dolaması,Boğazlar'dan hak talep etmesi, Türkiye'yi telaşa düşürmüş ve yoğun bir arayışa yöneltmişti...
İşte bu nedenle Kore'de savaştık. Ve kanımızın 'bedeli' olarak; Kuzey Atlantik Paktı(NATO) na girdik! Girmemizle beraber, savunma başta olmak üzere, her 'güvenlik' konusunda NATO'nun -gerçekte ABD'nin- gözünün içine bakar olduk.
Bu öyle bir kör bakıştı ki; zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar, uçak motoru yapmak isteyen bir Türk bilim insanının önerisini "ABD'den uçak alıyoruz gerek yoktur" diyebiliyordu. -o bilim insanı rahmetli Necmettin Erbakan'dı- (Bu bakış gerçekten öyle bir kör bakış ki, Ermenistan-Azerbaycan savaşı sırasında, zamanın 'devletlûsu' Turgut Özal ABD gezisinde gazetecilere "Azeriler zaten Türk değil!" sözünü söyleme tuhaflığında bulunabiliyordu.)
Şimdi olaya geçelim...
Yıl 1987, Sovyetler henüz yıkılmadı...
Türkiye Sovyetlerle ilgili 'haberleri' Brüksel üzerinden alıyordu. Brüksel bir NATO üssü idi. Bir başka deyişle, Türk kamuoyuna ancak NATO-ABD 'süzgecinden' geçmiş haberler ulaşabiliyordu. (Bir iliştiri: Söz konusu NATO-Türkiye olunca, NATO'yu masum göremiyorduk. Çünkü 1960'larda NATO toplantısında görevli bir subayımız, Sovyetler sonrasında Türkiye aleyhine uygulanacak önemli bir 'plân'ı tesadüfen öğrenmişti.)
Evet, Türkiye bir NATO müttefikiydi; yani bir tehdit karşısında korunacak ülkeydi. Ne var ki ilk Irak Savaşı başlarında, Saddam füzelerinden Türkiye'yi korumak içinPatroit-Hava Savunma Sistemi'nin Türkiye'de konuşlanmasına nasıl 'ayak sürüdükleri' ve bu konudaki nice saygısızlıkları, belleklerimizde tazeliğini koruyor.
Doğrusu NATO, Türkiye'ye karşı hiç de masum değil...
Fakat NATO, masum olmayabilirdi; ama Türkiye nasıl oluyor da, 100 milyon soydaşı olan -Sovyetlerden- 'haberleri' sadece Brüksel üzerinden alabiliyordu? OysaSovyetlerin Türkiye'de yerleşik televizyonları, haber alma üniteleri vardı. Ne var ki, Türkiye'nin Sovyetlerde böyle bir kurumu yoktu! Bu, gerçekten Türkiye için akıl almaz bir durumdu!
Değerli okuyucum; işte bu konular, birisini 1987 yılına kadar iyice rahatsız etmeye başlar. Rahatsız olan kişi ne politikacıdır, ne de askerdir; devlet kurumunda çalışan bir gazetecidir. O kişinin geceleri gözlerine uyku girmez olur.
Ve artık dayanamaz; Türkiye'nin ihmal edilen bu derdini Millî Güvenlik Kurulu Toplumla İlişkiler Dairesi Başkanı (Emekli) Tümgeneral Hilmi ŞENGÜN Paşa'ya açıklar!
Emekli Paşa, o kişiyi TRT'de yaptığı önemli yayınlarından dolayı tanımakta ve o kişiye çok güvenmektedir. O kişi de Paşa'yı tanımaktadır: Emekli Paşa, dikkatli, uyanık ve ülkesi için yaşayan askerlerimizden birisidir. (İliştiri: O Paşa Kıbrıs Barış Harekâtı'nı hazırlayan bir kahramandır!) -ulu Tanrı uçmağında ağırlasın- o kişiyi dinleyen sakin kişilikli Paşa, oturduğu koltuktan birden ayağa kalkar. Kendisine, vatanı için yalvaran gözlerle bakan o kişiye:
"Senin bu isteğin hepimizin dileğidir. Askerlik şerefim üzerine yemin ederim ki, elimden gelen her şeyi, bugün derhal yapacağım" der.
Ve çok geçmeden TRT'nin ve Anadolu Ajansı'nın büroları Moskova'ya açılır!
Bu bürolar çok daha önceleri açılsaydı, Sovyetler'in yıkılışına hazırlıksız yakalanmazdık. Biz bu yıkılışa hazırsızdık; ama ABD hazırlıklıydı!
Değerli okuyucum; dünyanın en netameli coğrafyasında yaşıyoruz.
Ulu Tanrı, devletimizi -özellikle şu günlerde- yönetenlere yardımcı olsun.
Esen kalın efendim.