Meral Akşener çözüm önerilerini açıkladı

Meral Akşener çözüm önerilerini açıkladı

İYİ Parti lideri Meral Akşener, Youtube kanalında açıklamalarda bulundu. Türkiye'nin sorunlarının çözümsüz olmadığına vurgu yapan Akşener, dış politika ile ilgili iktidara hem eleştirilerde bulundu hem çözüm önerileri sundu. Akşener, Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi ile ilgili yaptıkları tüm uyarılarda haklı çıktıklarını belirtti.

İYİ Parti lideri Meral Akşener, Youtube kanalından yaptığı yayınla gündemi değerlendirdi ve dış politikadaki sorunlara yönelik görüş ve önerilerini açıkladı.

Türkiye'nin çaresiz ve sorunlarının çözümsüz olmadığını ifade eden Akşener, "Türkiye Ak Parti’nin çapsız kadrolarına, vizyonsuz zihniyetine mahkum değil. Kimse endişe etmesin. Biz varız. Milletimiz sandıkta yetkiyi verir, biz de memleketimizi hak ettiği yere hızla getiririz." dedi.

Akşener, Erdoğan'ın dış politikada yörüngesini yitirdiğini belirterek, "Dış politikasını, iç politik kaygılarla, mevcut iktidar mensuplarının şahsi ikballerine bağlamış, ve ikbal kaygılarını da devletin beka sorunuymuş gibi sunar hale gelmiştir." şeklinde konuştu.

"Gerekli görüldüğü taktirde ülke savunmamız için her adımı atabilir, her masaya oturabiliriz." diyen Akşener, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de haklı olduğunu, ancak haklı olunduğu kadar da akılcı olunması gerektiğini ifade etti.

Akşener, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne yönelik de eleştirilerde bulunarak, bu sistemin sürmesi halinde yandaş kayırmanın, haksızlığın, hukuksuzluğun yolsuzluğun, yoksulluğun, yasakların ve milletimizin çilesinin süreceğini ifade etti.

"Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne dair yaptığımız tüm uyarılarda haklı çıktık." diyen Akşener,"  İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, içeride ve dışarıda güveni sağlayacak, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim demektir.

İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, zenginliğin, huzurun ve refahın kapısını aralamak demektir. İyileştirlmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, Adil bir düzen, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün tesis edildiği, konuşan Türkiye demektir." şeklinde konuştu.

Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde;

Aziz Milletim;

Sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Dünyanın yeni bir döneme girdiği bu günlerde,

Yaşanan gelişmelerle ilgili görüş ve önerilerimizi paylaşmak için huzurunuzdayım.

Sözlerimin başında,

20 Ocak 1990 günü, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yaşanan katliamda, hayatını kaybeden kardeşlerimizi rahmetle anıyorum.

Sovyet tanklarına karşı Azadlığı haykıran Azerbaycanlı kardeşlerimizin,

“Kanlı Yanvar” olarak andıkları böylesi acıların, bir daha yaşanmamasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

Değerli vatandaşlarım;

Zor günler yaşıyoruz.

Pandemi nedeniyle verdiğimiz kayıplarımız azalsa da, maalesef hala sürüyor.

Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de hem tedavi, hem de aşı süreci devam ediyor. 50 milyon doz aşı için anlaşma yaptığını açıkladıktan 3 ay sonra, İktidarın, ancak 3 milyon doz aşıyı temin edebilmiş olması, vatandaşlarımızda haklı olarak hayal kırıklığı yaratmıştır.

Bu vesileyle iktidara, aşıyla ilgili olarak, nasıl büyük bir sorumlulukla karşı karşıya olduğunu, bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Vatandaşın gözü kulağı aşıyla ilgili yeni haberlerde.

İktidarın, bu hassasiyete karşılık vermesi şarttır. Çünkü böyle dönemlerde, milletimizin devletine olan güveni çok önemlidir.

Aşının temini ve uygulama süreçleriyle ilgili olarak, bilgiler ve takvim net şekilde acilen açıklanmalıdır.

Devlet, aşıyı getirmek için gayret sarf etmez. Bulur ve getirir.

Aziz milletim;

Son günlerde yaşanan bazı olaylar, maalesef toplumsal huzurumuzu tehdit ediyor.

Gazeteci ve siyasetçilere yapılan saldırıları, devletin savcısına yönelen tehditleri, milletimizin hem huzuru, hem de güvenliği açısından kaygı verici buluyorum.

Daha önce yaşanan saldırılarda olduğu gibi, devleti yönetenler, gereken cevabı vermedikçe, bu olayların devam edeceğinden endişeliyim.

Bu tip olaylar karşısında, ilk tepki vermesi gerekenler devleti yönetenlerdir.

Dolayısıyla, son yaşananlarla ilgili olarak, ilk ve en önemli muhatap da Sayın Erdoğan’dır.

İçişleri ve Adalet Bakanları da, saldırganlarla ilgili vakit kaybetmeden işlem yapmakla mükelleftir.

Çünkü, 83 milyonun can ve mal güvenliğinin sorumluluğu, onların omuzlarındadır.

Kendilerine yönelen en küçük sözlü saldırıya bile en üst perdeden cevap verirken, ülkenin siyasetçisi, gazetecisi, savcısı saldırıya uğrayıp, tehdit edilirken sessiz kalamazlar.

Bu olmaz.

Bir yandan hukukta reformdan söz edip, diğer yandan bu hukuksuzluklara sessiz kalmak olmaz.

Hele ki, saldırganlara arka çıkanlara, bir çift söz edememek hiç olmaz.

Bu vesileyle Sayın Erdoğan’ı, Küçük ortağını, bu konularda takındığı, medeniyet ve hukuktan uzak tutumu konusunda, uyarmaya çağırıyorum.

Siyaset, millete hizmet yoludur.

Siyasetçiler, ülkenin sorunlarına ilişkin görüş ve önerileriyle millet iradesinin karşısına çıkar.

Siyasi partiler, memleketin geleceği için ürettikleri vaatlerini, projelerini ortaya koyar, milletimiz de bunlara bakar, değerlendirir ve kararını verir.

Milletin verdiği karar üzerine, kimsenin edecek sözü olamaz.

Dolayısıyla böylesine kutsal bir amaçla yapılması gereken siyasetin, öncelikle kendi diline ve tavırlarına dikkat etmesi gerekir.

Siyaset, insanların birbirine hakaret ettiği, tehdit ettiği bir alan olamaz, olmamalıdır.

Vatandaşın derdini bir kenara bırakıp, sürekli gerilim, sürekli kavga üreten, milleti kamplara ayıran bir siyaset dilinin, kimseye bir faydası olmaz.

Gerilimden beslenen siyaset milletimize hiç bir şey vermedi, veremez.

Aksine, hem bugünü ıskalatır, hem de yarını tehlikeye düşürür.

Milletimiz ağır ekonomik koşullarla boğuşurken, sırf siyasi ikbal uğruna, yanan ateşe odun taşımanın manası yok.

Milletin derdi, işsizlik.

Milletin derdi, kaynamayan tencere.

Milletin derdi, özgürlük. Milletin derdi, ödenemeyen faturalar, gelmek bilmeyen ay sonları.

İktidar acilen boş konuşmayı, hamaset yapmayı bırakıp, milletimizin gündemine odaklanmalıdır.

Yani iktidar, milletimizin kendine verdiği işi yapmalıdır.

Emeklilere nefes aldıracak adımları atmalı,

Tencereyi kaynatamayan anaların feryadına kulak vermeli,

Ülkesinden umudunu kesen gençlerimize moral olmalıdır.

Eğer bunu yapamıyorsa da, benden bu kadar demeyi bilmeli,

Özetle ya bir yol bulmalı, ya da yoldan çekilmelidir.

Türkiye potansiyeli olan büyük bir ülke.

Ve bu potansiyeli gerçekleştirmek için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz.

Ama başarmak için, artık kaybedecek vaktimiz yok.

İşini yapmayan iktidarlar elinde, kaybedecek daha fazla zamanımız yok.

Sabah aynaya bakıp, kendiyle kavga eden bu ruh haliyle oyalanma lüksümüz yok.

Türkiye çaresiz, milletimizin dertleri çözümsüz değil.

Türkiye Ak Parti’nin çapsız kadrolarına, vizyonsuz zihniyetine mahkum değil.

Kimse endişe etmesin.

Biz varız.

Milletimiz sandıkta yetkiyi verir, biz de memleketimizi hak ettiği yere hızla getiririz.

İçiniz rahat olsun.

Aziz milletim;

Tüm dünya, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yönetim değişikliğini dikkatle izliyor.

Dünya siyasetinde, önümüzdeki dönemi şekillendirecek gelişmeler yaşanıyor.

Bu gelişmelerin gerek bölgesel, gerek de global yansımalarının, ülkemiz üzerindeki olası etkileri üzerine, kafa yormamız gereken bir döneme girdik.

Ama böyle bir farkındalığı, maalesef, Sayın Erdoğan ve arkadaşlarında göremiyoruz.

Oysa dış politika; bir ülkenin ön savunma hattıdır, devlet yönetiminin can damarı, milletimizin güvenliğinin teminatıdır.

Dış politika, devlet ciddiyeti ile, milletin çıkarları öncelenerek yapılır.

İç siyasette sevimli görünmek, oy almak, oyunu cebinde tutmak için yapılmaz.

Dış politika, diplomasi kanalları ile yapılır. 

Parti il kongrelerinde, sosyal medya hesaplarında, Cuma namazı çıkışlarında yapılmaz.

İçeride hamasi nutuklar atıp, dışarıda “Ne vereyim abime?” denmez.

Dış politika, stratejik bir akılla yapılır.

Dünyadaki değişimleri, kısa orta ve uzun vadede değerlendirip, atılacak adımları, alınacak kararları, devlet hafızası ile belirleyerek yapılır.

Dış politikada yapılan hataların sonuçları bir milletin kaderini etkiler.

O nedenle, ülkelerin dış politikaları, kişilere göre oluşturulmaz, kişiler arası dostluk ilişkilerine göre belirlenmez, haftada bir politika değiştirilmez.

Dış politika, kurumlararası ilişkilerle yürür,

Dostlarla tavla oynamaya benzemez.

Eğer, öyle olsaydı, “Kardeşim Esad’ın” Suriye’siyle bu noktaya gelmezdik.

Eğer öyle olsaydı, “Dostum Trump’ın” Amerika’sında, giderayak yaptırımlar imzalanmazdı.

Eğer öyle olsaydı, oğlunun nikah şahidi Karamanlis’in Yunanistan’ıyla bugünkü sorunlar yaşanmazdı.

Eğer öyle olsaydı, “Kankam Putin’in” Rusya’sıyla bin türlü sorun yaşanmaz, hatta Karabağ meselesinde masanın dışında kalınmazdı.

Eğer öyle olsaydı, sebebini bir türlü anlamadığımız şekilde sıkı fıkı bir ilişki yürütülen Katar, dönüp, ülkemize boykot uygulayan Suud’la can ciğer olmazdı.

Dolayısıyla dış politika, eşi, dostu, yandaşı büyükelçi yapıp, ülkelerin liderleriyle arkadaşlık ilişkisi kurmaya çalışarak yürütülmez.

Nitekim, bu yanlış zihniyet doğrultusunda Sayın Erdoğan, dış politikada yörüngesini yitirmiş, dış politikasını, iç politik kaygılarla, mevcut iktidar mensuplarının şahsi ikballerine bağlamış, ve ikbal kaygılarını da devletin beka sorunuymuş gibi sunar hale gelmiştir.

Bu yanlış zihniyet doğrultusunda Türkiye artık maalesef,

Avrupa Birliği üyeliği konuşulmayan, ABD ve AB tarafından yaptırım uygulanan bir ülke.

FETÖ, PKK ve DHKP-C gibi terör örgütleriyle olan mücadelesinde, diğer ülkeler tarafından yalnız bırakılmış bir ülke.

Ege ve Doğu Akdeniz’deki haklarını reddeden bir ittifaklar zinciriyle, çevrelenmiş durumda bir ülke.

KKTC, Azerbaycan ve Katar gibi, sınırlı sayıda ülke dışında, yakın coğrafyasında dostu kalmamış bir ülke.

Biden yönetimi altında, ABD ile ilişkilerin nasıl olacağı da, iktidarın amigoluk seviyesinde takındığı, Trump destekçiliği nedeniyle, an itibariyle belirsiz durumda olan bir ülke.

Değerli vatandaşlarım;

Peki biz buraya nasıl geldik?

İktidarının ilk yıllarında, Avrupa Birliği ile derin ilişkiler kuran Ak Parti, zaman içinde bütün köprüleri attı.

Oysa Avrupa Birliği ile ilişkiler, Türkiye için stratejik bir karar, tüm iktidarların sürdürdüğü bir devlet politikasıydı.

Sayın Erdoğan ve hükümetleri, maalesef, Avrupa Birliği normlarını, vesayeti yıkma bahanesiyle, memleketi bir parti devletine dönüştürme hedefiyle kullandı.

Oysa, AB normları, Türkiye için, hukuki ve demokratik adımlardı.

Hukukun üstün olduğu, kuvvetler ayrılığının sağlandığı, denetleme sisteminin oturduğu, şeffaf ve demokratik bir sistemin, inşası için masaya konan bir rehberdi.

İktidarının ilk yıllarında, bu konularda adımlar atan Sayın Erdoğan,

Kendini, mutlak güç olarak gördüğü andan itibaren, köprüleri attı.

Kendi imzaladığı sözleşmelere rağmen, AİHM kararlarını uygulamayan,

İç hukukta, Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan,

Yargıyı, siyasetin arka bahçesi haline getiren tutumların neticesi, Türkiye-AB ilişkilerini zora soktu.

İşte bunun faturasını da bugün, Doğu Akdeniz gibi bölgesel konularda bile karşımıza koyuyorlar.

Yani, Sayın Erdoğan’ın iktidar hırsının ve bu hırsın vücut bulmuş hali olan, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin sonuçlarını yaşıyoruz.

Aziz milletim;

Türkiye, yaşadığı iç sorunların yanında, belli ki, dış meselelerle de boğuşacağı bir döneme giriyor.

Dünyanın, yeni bir dönem olarak gördüğü önümüzdeki günlerde,

Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini, nasıl ve hangi kadrolarla yürüteceği çok önemli.

Doğu Akdeniz’de ne yapacağız?

Suriye’de nasıl bir pozisyon alacağız?

Libya’daki rolümüz ne olacak?

Irak merkezi yönetimiyle ve bölgesel yönetimle, nasıl bir ilişki kuracağız?

Bütün bunlar, hem bölgesel ilişkilerimiz, hem de Avrupa Birliği ve Amerika ile ilişkilerimiz bakımından, belirleyici olacak.

Amerika Birleşik Devletleri’nde Joe Biden göreve başladı.

Kurumsal devlet yapılarında, başkanlık koltuğunda kimin oturduğunun aslında çok da önemi yoktur.

Çünkü devletin başı, ortak aklın, ülke çıkarlarının gereklerine göre hareket eder.

Eğer siz de kendi dış politikanıza benzer bir anlayışla yaklaşırsanız, her ülkeyle, müşterek çıkarlarda buluşabilirsiniz.

Yeni dönemde, Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinin, gelişmesini ve normalleşmesini umuyorum.

S-400 alımı, F-35 projesinden dışlanmamız ve gelen yaptırımlar nedeniyle gerilen ilişkilerin, milli menfaatlerimiz çerçevesinde, akıl ve sağduyu ile tamiri en doğru yol olacaktır.

Bir noktanın özellikle altını çizmek istiyorum:

Biden yönetimi, Türkiye’nin egemenlik hakları ve menfaatleri olduğu gerçeğini unutmamalıdır.

Türkiye’yi, S-400 alımına iten nedenler arasında,

ABD’nin bir önceki yönetiminin adımlarının da, önemli etkisi olmuştur.

Biz, gerekli gördüğümüz taktirde ülke savunmamız için her adımı atabilir, her masaya oturabiliriz.

Türkiye’nin NATO’nun önemli bir parçası olması,

Güvenlik açığı yaşama pahasına, tüm güvenlik mekanizmasını, tek bir yere bağlayacağı anlamına gelmez.

S-400 meselesi, çözülemez bir mesele değildir.

Yeter ki, Türkiye’yi itip kakan bir tavır sergilenmesin.

Burada iktidara düşen de, ülkemizin başını ağrıtabilecek bir inatlaşmaya girmemesidir.

Diplomasi kazanmayı emreder.

Diplomaside dik durmak, bağırıp çağırmakla değil, kazanmakla mümkündür.

Bu da, müşterek çıkarlarda buluşarak olur.

Bu pencereden baktığımızda, NATO’ya üye bir ülke olduğumuz gerçeği ile, savunma stratejimizi belirlemekteki bağımsızlığımız, pekala bir arada olabilir.

Bunun için tek ihtiyacımız, devletlerle ilişkilerimizi kurumsal düzeyde yürütüp, yine liyakatli kadroları sahaya sürmektir.

Doğu Akdeniz’de haklıyız.

Haklı olduğumuz kadar da akılcı olmalıyız.

Haklılığımızı, akılcı yöntemlerle savunmalı, uluslararası hukukun rehberliğinde devam ettirmeliyiz.

Suriye gibi, Libya gibi, iç savaş yaşanan ülkeler konusunda, taraf olmaktan vazgeçmeli, ülkemizin menfaatleri neyi gerektiriyorsa, ona göre pozisyon almalıyız.

Müslüman ülkelerin bile, “Haçlı” dediklerinizle iş birliği yapabildiği bir diplomasi fotoğrafında,

Türkiye hep kaybeden taraf olur.

Sadece siyasi anlamda değil, ekonomik anlamda da kaybeden olur.

Biz, komşularıyla barışık bir Türkiye görmek istiyoruz.

Trilyonlarca dolarlık bölgesel pazarda, şahsi inatlaşmalar yüzünden yaşanan kayıpların, ülkemizin geleceğinden, gençlerimizin geleceğinden çalmak olduğuna inanıyoruz.

Irak’la, Suriye’yle, Irak’taki bölgesel yönetimle, İsrail’le, Mısır’la, Rusya’yla girilecek, sağlıklı diplomatik ilişkilerin, Türkiye’ye, çok büyük bir ekonomik potansiyel sunacağına inanıyoruz.

Yatırımcılarımızın, iş insanlarımızın tecrübesi yeterli.

Yeter ki iktidar, onlara hareket alanı yaratsın.

Böyle bir pazarda, önemli bir aktör olmanın, yani kazanmanın yolu, sağlıklı, kurumsal ve başarılı bir diplomasiden geçer.

Bu da ancak liyakati esas almakla olur.

İlk günden bu yana hep liyakat vurgusu yapıyoruz.

Türkiye, dünyanın bu yeni dönemine, liyakatli diplomasi kadrolarıyla, milli menfaatlerini gözeterek hazırlanmalıdır.

İşte eksik olan budur.

Bu yüzden iktidarı sürekli uyarıyoruz.

Bu yüzden Sayın Erdoğan’ı, o kulak asmasa da,

“Devleti devlet gibi, devlet ciddiyetiyle, devlet aklıyla, Türk Devletine yakışır donanımdaki kadrolarla yönet.” diye uyarıyoruz.

O bizi değil, saray danışmanlarını dinlemeye devam etse de, uyarmaktan vazgeçmeyeceğiz.

O nedenle yine, ülkemizin uluslararası alanda karşı karşıya kaldığı sorunlara yönelik çözüm önerilerimizi, sizler aracılığıyla bir kez daha iktidarla paylaşmak istiyorum.

Her şeyden önce bütünleştirici, istikrarlı bir dış politika ekseninde yürümek zorundayız.

Bu nedenle, her şartta barışı önceleyen bir dış politika düsturunun esas alınması şart.

İlk adım olarak, komşularımız veya başka ülkelerin iç işlerine karışmayı artık bırakın.

Bunun aynı zamanda, başkalarının da bizim iç işlerimize karışmamaları açısından, en önemli güvence olduğu bilinciyle hareket edin.

Yöneticiler arasındaki dostluklar geçici, devletler arasındaki karşılıklı çıkar ilişkileri kalıcıdır.

Başta komşularımız olmak üzere, dost, müttefik ve kardeş ülkeleri kapsayan ekonomik coğrafyamızda, karşılıklı çıkarlarımızı buluşturmak ve bütünleştirmek, Türkiye’ye kazandırır.

Bunu aklınızdan çıkarmayın.

Atatürk’ten bizlere yadigâr olan ilkeler doğrultusunda,

Rusya’yı tahrik etmeyin, Arap ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklara müdahil olmayın.

Açıkça talep gelmedikçe, komşuların iç sorunlarında ve ikili ilişkilerinde, arabuluculuğa soyunmayın.

Din ve mezhep konularından arındırılmış bir dış politika benimseyin.

Girdiğiniz Ortadoğululaşma yanlışına artık son verin.

Dış politika konularını, iç politika malzemesi olarak kullanmayı artık bırakın.

Büyük/küçük ülke farkı gözetmeksizin, “mütekabiliyet ilkesini” istisnasız uygulayın.

Uluslararası hukuk temelindeki haklarımızı, uluslararası anlaşmalarla sağlanan edinimlerimizi koruyun, ahde vefa ilkesine bağlı kalın.

Biz, uluslararası örgütlerin önemine inanıyoruz.

Bu örgütler bünyesinde, etkin bir konumda olmak için proaktif adımlar atın.

Terörle mücadelede tavizsiz olun.

Düzensiz göç ve başta insan kaçakçılığı olmak üzere, tüm uluslararası kaçakçılık şebekeleriyle mücadele edin.

Türkiye’nin tehdit değerlendirmelerini, objektif bir temelde oluşturup,

Uluslararası güvenlik perspektifini ve ittifaklara aidiyetini de, bu tehdit değerlendirmeleri çerçevesinde şekillendirin.

Sert ve yumuşak gücümüzü, sağlıklı bir analiz doğrultusunda, akılcı bir biçimde uygulamaya koyun.

Enerji diplomasisine, dış politikamızın öncelikleri arasında yer verin.

Diplomasi ile ekonomik gelişmişlik arasındaki ilişkiyi unutmayıp, sağlıklı bir uluslararası ilişkiler düzeninin, aynı zamanda, yatırım ve istihdam anlamına geldiğini aklınızdan çıkarmayın.

Avrupa Birliği’ne tam üyelik perspektifini yeniden rayına oturtun, karşılıklı çıkarlar temelinde geliştirip, nihai hedefine ulaşması için gereken adımları atın.

Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinin, ülkemiz için, bir çağdaşlaşma yolculuğu olduğunu dikkat alarak, demokrasi, hukuk, adalet ve özgürlükler alanlarında girdiğiniz, yanlış ve tehlikeli yoldan acilen dönün.

Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal gereksinimlerinin karşılanması, ve kadrolarının geliştirilmesi için anlamlı kaynaklar ayırın.

Türk Dünyası’nın ve diasporamızın güçlenerek, uluslararası alanda etkin bir konuma gelmesi için çaba sarf edin.

Kıbrıs meselesinin, millî bir dava olması noktasından hareketle, çözüm sürecinde ulusal güvenlik ihtiyaçlarımız doğrultusunda, aktif bir tutum benimseyin.

Aziz milletim;

Tüm bu önerilerimizi hayata geçirmek hiç de zor değil.

Ama iktidarın yönetim anlayışı, ve o anlayışın vücut bulmuş hali olan, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle,

Türkiye ne dış politikada, ne de memleketin iç meselelerinde, en ufak mesafe alamaz.

Çünkü Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi, Türkiye’nin potansiyelini hayata geçirmesinin önündeki en büyük engeldir.

Bu ucube sistem sürdükçe, yönetimdeki cehalet sürer, vizyonsuzluk sürer, beceriksizlik sürer.

Bu ucube sistem sürdükçe, yandaş kayırma sürer, haksızlık sürer, hukuksuzluk sürer.

Bu ucube sistem sürdükçe, yolsuzluk sürer, yoksulluk sürer, yasaklar sürer.

Bu ucube sistem sürdükçe, milletimizin çilesi, gençlerimizin sıkıntısı sürer.

Geçtiğimiz 2 buçuk yılda yaşadıklarımız, bunun şahididir.

İşte o nedenle biz, İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diyoruz.

İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem,

içeride ve dışarıda güveni sağlayacak, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim demektir.

İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, zenginliğin, huzurun ve refahın kapısını aralamak demektir.

İYİleştirlmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem,

Adil bir düzen, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün tesis edildiği, konuşan Türkiye demektir.

Değerli vatandaşlarım;

Hem 16 Nisan referandumu öncesinde, hem de bu ucube sisteme geçtiğimizden bu yana geçen 2 buçuk yıl boyunca,

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne dair yaptığımız tüm uyarılarda haklı çıktık.

Ancak, bizim meselemiz haklı çıkmak değil, milletimizin ne kazandığı, ya da ne kaybettiğidir.

Bizim meselemiz, onun bunun siyasi ikbali değil, milletimizin istikbalidir.

Türkiye’nin ne içeride, ne de dışarıda çözülemeyecek sorunu yok.

Güçlü, zengin ve dünya sahnesinde itibarlı bir Türkiye’yi kurmak hiç de zor değil.

Buna inanın.

Doğru bir vizyonla, akılla ve liyakatli kadrolarla yönetilen bir Türkiye’nin yolu, fırsatlarla dolu.

Ak Parti’nin vizyonu dar, zihniyeti sığ, kadroları da beceriksiz olabilir.

Varsın olsun.

Çünkü biz varız.

Onlar görmese de, biz bu fırsatları görüyoruz.

O nedenle durmadan çalışıyoruz.

Millet bizi çağırıyor, ve biz geliyoruz.

Onlar tıpış tıpış gidiyor, biz vizyonumuzla, projelerimizle koşarak geliyoruz.

Milletimizle buluştuğumuz her yeni gün, durmadan büyüyoruz.

Türkiye’yi, dünyada hak ettiği yere taşımak için sabırsızlanıyoruz.

Kaygıya, endişeye mahal yok.

İlk sandıkta millet yetkiyi verecek, sonra dünya, Türkiye’yi izleyecek.

Biz geleceğiz ve milletimizin dertleri son bulacak.

Hızla kalkınan bir Türkiye’de, insanımız mutlu, gencimiz umutlu olacak.

Biz geleceğiz ve Türkiye İYİ Olacak.

Bundan şüpheniz olmasın.

 

İlgili Haberler