Meral Akşener İYİ Parti Grup Toplantısı''nda yaptığı konuşmada gündeme dair çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Akşener, kamuoyunda Elmalı davası olarak bilinen davada verilen karara sert tepki gösterdi. Akşener, "Bu insanlıktan yoksun kararda pay sahibi olan herkesi, Allah’a havale ediyorum. Yazıklar olsun." diyerek karara tepkisini gösterdi.
Erdoğan''ın Kanal İstanbul için yaptığı "Söke söke" çıkışına yanıt veren Akşener, "Sayın Erdoğan; Tarafını seç. Milletinin yanında mısın, yoksa 5’li çetenin arkasında mı duracaksın? Bu ülkenin Cumhurbaşkanı mısın, yoksa yabancı şirketlerin avukatı mı olacaksın? Milletin adamı mısın, yoksa lobilerin adamı mı olacaksın?" şeklinde konuştu.
Uluslararası hukukta, “tiksindirici borç” diye bir kavramın olduğunu belirten Akşener, Hiç heveslenme, bu parayı milletimiz ödemeyecek. “Tiksindirici Borç Doktrini’ne” göre, Milletimize inat olarak yaptığını, bizzat kendin itiraf ettiğin, bu projeden doğan, şahsi borcunu, eğer paran varsa, bizzat sen ödeyeceksin" dedi.
Akşener, "Yolsuzluğu nasıl bitireceğimizi, hak ve adaleti nasıl sağlayacağımızı açıklıyoruz" diyerek duyurduğu Artagan projesi içinse "Artagan’ın sağlayacağı kazançlar, emsalsiz bir bereketin kapılarını aralıyor. Şimdiye dek hiç yaşamadığımız bir para bolluğuna sahip olacağız." dedi.
ARTAGAN NE DEMEK?
Meral Akşener, Artagan''ın anlamını ise şöyle açıkladı:
"Artagan, çok özel bir isim. Öz Türkçe’de, “bolluk ve bereket” anlamına geliyor. Ve adı gibi, memleketimizi, bolluk ve berekete kavuşturma yolunda, çok önemli bir kilometre taşını oluşturuyor."
Akşener’in açıklamaları şu şekilde:
Aziz Milletim, Değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz.
Sözlerimin başında,
“Elmalı Davası” adı verilen, hukuk rezaletinden bahsetmek istiyorum.
6 ve 9 yaşlarında, iki küçük yavrumuzun yaşadığı, korkunç olayları biliyorsunuz.
Sanıklar, adli tıp raporlarına rağmen, aylar önce tahliye edilmişler.
Tutuklu yargılamayı olağanlaştıranlar,
konu iki küçük çocuğumuza, vicdansızca yapılan cinsel istismar olunca,
tutuksuz yargılamayı tercih etmişler.
Bu insanlıktan yoksun kararda pay sahibi olan herkesi, Allah’a havale ediyorum.
Yazıklar olsun.
Hukuka ve adalete olan güvenimizin,
pamuk ipliğine bağlı hale getirildiği bir dönemde,
bu korkunç suçun faillerinin, aramızda geziyor olması, kabul edilemez.
Çocuklarımız çizerek anlatmışlar, anlaması gereken vicdansızlar anlayamamış.
Buradan, başta Adalet Bakanı olmak üzere, iktidarı uyarıyorum:
Milletin adalet duygusu ve vicdanıyla sakın oynamayın.
Empati yoksunu yargı kararlarıyla, milletimizi tahrik etmeyin.
Her bir çocuğumuz gibi, bu iki yavrumuz da bize, Allah’ın emanetidir.
Bunu aklınızdan çıkarmayın.
Açılan HSK soruşturması, doğru yönde atılmış bir adımdır.
Ancak, toplum vicdanını rahatlatmak ve adaletin tecelli etmesi için,
süratle devamı gerekir.
Süreci yakından takip edeceğiz.
Her ne pahasına olursa olsun, emanetlerimize sahip çıkacağız.
Değerli dava arkadaşlarım;
Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan’ın bir gece ansızın, aklına esip,
İstanbul Sözleşmesi’ni, yürürlükten kaldırmaya kalkması üzerine,
bir hukuk süreci başlattık.
Çünkü biliyoruz ki;
hukuken hiçbir makam, kaynağını anayasamızdan almayan bir yetkiyi kullanamaz.
Yine de bununla kalmadık, sürecin gerekçesini, bizzat Danıştay tarafından ortaya konulan,
ve istisnasız biçimde uygulanan bir ilkeye dayandırdık.
Neydi bu ilke?
“Bir işlemi sona erdirme hakkı, sadece onu yapan makama aittir.”
Yine aynı ilkeye göre,
“Bir işlem, hangi usule göre yapılmışsa, ona uyularak ortadan kaldırılır.”
Ancak buna rağmen Danıştay,
karara muhalif üyeler olduğu halde, başvurumuzu reddetti.
Yani Danıştay, göz göre göre,
Sayın Erdoğan’ın, meclisimiz “uygundur” demeden, onaylayamayacağı bir anlaşmayı,
tek başına ortadan kaldırmasına, cevaz vermiş oldu.
Sözüm ona, Türk Milleti adına verdiği bu kararla da,
Millet iradesinin tek temsilcisi olan, Büyük Millet Meclisimizi,
yani aslında, bizzat milletimizi, devre dışı bıraktı.
Verilen bu fantastik karar, yargı üzerindeki vesayetin apaçık ispatıdır.
Sayın Erdoğan;
Gittiğin bu yol, yol değil.
Yargıda açtığın bu gedikler, yol verdiğin bu adaletsizlikler,
hem toplum vicdanını, hem milletimizin devletine olan güvenini yaralıyor.
Giderayak, sırf senin gönlün olacak diye,
Türk Devleti’ne zarar vermeye hakkın yok.
Yazıktır, günahtır.
Buradan, Türkiye’nin dört bir yanında,
çetin bir mücadele veren kadınlara seslenmek istiyorum:
Ne hukuk taklaları, ne de oldu bittiler bizi yıldıramaz.
Kadınların mücadelesi, benim mücadelemdir.
Kadınların mücadelesi, İYİ Parti’nin mücadelesidir.
Bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz.
Sonuna kadar, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” demeye, devam edeceğiz.
Ve sonunda bu çirkin zihniyet değil,
mutlaka, biz kadınlar kazanacağız.
Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Değerli milletvekili arkadaşlarım;
Sınava giren öğretmenlerin dahi, optik formun, ancak üçte ikisini doldurabildikleri,
çocuklarımız için kabusa dönen, bir TYT-AYT süreci geçirdik.
Doğal olarak, Sayın Erdoğan’a, ve eğitim gurusu ambalajıyla göreve getirdiği,
Milli Eğitim Bakanı’na sormak istiyorum:
Siz bu öğrencilere, neden böyle gıcık oluyorsunuz?
Bir buçuk yıldır, kesintiler ve zorluklarla, eğitimlerine devam etmeye çalışan,
2 milyon 600 bin gencimizin önüne getirilen sınavın, bu kadar zor,
soru formlarının da, bu kadar farklı olmasının sebebi nedir?
Bu çocuklar, size ne kötülük yaptı kardeşim?
Milletçe türlü zorluklarla mücadele ettiğimiz şu pandemi döneminde,
doğal olarak çocuklarımız da, hem eğitimsel, hem de psikolojik anlamda,
salgın şartlarından, derinden etkilendiler.
Böyle durumlarda, devletten beklenen,
bu durumu, tersine çevirecek düzenlemeler yapmasıdır.
Ama siz ne yaptınız?
Çocuklarımız için, bu olağanüstü sürecin olumsuz etkilerini,
en aza indirecek tedbirler almak yerine,
soruların formatlarını değiştirmeyi,
sınavı iyice zorlaştırarak öğrencilerimizi şaşkına çevirmeyi,
adeta onları cezalandırmayı tercih ettiniz.
Böyle vicdansızlık olur mu?
Böyle insafsızlık olur mu?
Yazıklar olsun.
Bu vesileyle,
bu yıl, tarihin en zor sınavına, yakın tarihimizin en zor şartlarında hazırlanarak giren,
2 milyon 600 bin eğitimzede gencimizi, yürekten kutlamak istiyorum.
İktidarın onlara reva gördüğü tüm zorluklara rağmen,
her biri, elinden gelenin en iyisini yaptı.
Yolları, bahtları açık olsun.
Aziz milletim;
Biz, Kurtuluş Savaşımızla, işgalcilerden istiklalini,
kanıyla, canıyla, imanıyla, söke söke almış bir ecdadın torunlarıyız.
Mahatma Gandi’nin tarifiyle,
“Düşmanların hazırladığı tabutları, başlarına geçirerek”,
işgalcilerden istikbalini, söke söke almış bir milletiz.
Karşımıza dikilen koca koca devletlere rağmen,
kardeşlerimizin üzerine çöken kabusa dur demiş,
Kıbrıs’ın istikbal ve istiklalini, söke söke almış bir milletiz.
Nice darbeye, muhtıraya, kalkışmaya ve vesayet teşebbüsüne rağmen,
her defasında, demokrasisini, söke söke geri almış bir milletiz.
Sultan Alparslan’ın Anadolu’yu,
Sultan Mehmet Han’ın da, İstanbul’u aldığı gibi,
Biz de, millet olarak, hakkımızı ve hukukumuzu söke söke almayı biliriz.
Nitekim tarihimiz;
Değerlerimizi, bağımsızlığımızı ve geleceğimizi almaya kalkanlara verdiğimiz,
büyük derslerle doludur.
Ancak maalesef, geçen hafta,
devlet geleneğimizden, bir türlü nasiplenemeyen,
kahraman ecdadımızdan, bir türlü feyz alamayan,
şanlı tarihimizi de, zaten bilmeyen Sayın Erdoğan,
Kanal İstanbul’a karşı durduğumuz için,
bu yanlışa ortak olmayı düşünenleri, uyardığımız,
ve “iktidara gelince, size tek kuruş ödemeyeceğiz.” dediğimiz için,
çok sinirlendi, ve dedi ki;
“Boş konuşuyorlar.
Uluslararası tahkim yoluyla o parayı, sizden söke söke alırlar.”
Şuursuzluğa bakar mısınız?
Beşli çetenin ve yabancı şirketlerin avukatlığına soyunan,
şu sorumsuzluğa bakar mısınız?
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıyor,
ve milletin gözünün içine baka baka,
“O paraları sizden söke söke alırlar.” diyor.
Sizden dediği kim?
Milletin ta kendisi.
İbretlik gerçekten.
Dahası var.
Sayın Erdoğan’dan sinyali alan küçük ortak hiç durur mu?
Elbette durmaz.
Nitekim yine durmadı, ve dünkü grup konuşmasında, hiç utanmadan,
Türk Milleti''nin parasına çökecek firmaları, “Hukuki güvence altına alalım." dedi.
Bu nasıl iştir arkadaş!
Bu nasıl bir utanmazlık, bu nasıl bir vicdansızlıktır.
Hatta açık açık ilan edeyim;
Bu nasıl bir işbirlikçiliktir?
Yazıklar olsun.
Sayın Erdoğan;
Tarafını seç.
Milletinin yanında mısın, yoksa 5’li çetenin arkasında mı duracaksın?
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı mısın, yoksa yabancı şirketlerin avukatı mı olacaksın?
Milletin adamı mısın, yoksa lobilerin adamı mı olacaksın?
Bir karar ver.
İlk seçimde yolcu olduğunun farkına, daha yeni varmış olabilirsin.
Ama İsmet Özel’in şiirinde söylediği gibi;
“Tam düşecekken tutunduğun tuğlayı, Rab bellemeyeceksin.”
100 yıl önce de, işgalcilerin avukatlığını yapmaya kalkan, işbirlikçiler vardı.
Sonra ne oldu?
İşgalciyle birlikte, geldikleri gibi gittiler.
Tarihten ders al.
Oturduğun makamın getirdiği sorumluluğun artık farkına var.
Adeta bir sömürge valisi ağzıyla, abuk sabuk konuşarak,
sana bütün makamları veren bu aziz millete, apaçık ihanet ediyorsun.
Senin görevin,
Bu milletin olanı, söke söke almaya kalkacakların yanında saf tutmak değil,
bu milletin hakkını-hukukunu söke söke almaktır.
Aklını başına al, kendine gel!
Dava arkadaşlarım;
Sayın Erdoğan kendini,
kanal adı altında, otoyol viyadüğü temeli atma etkinliklerinde dile getirdiği,
tahkim üzerinden, milletine para ödetme fantezileriyle oyalayadursun,
uluslararası hukuka göre, kazın ayağı pek de öyle değil.
Arkadaşın bol maaşlı danışmanları bunları bilmez;
o nedenle, sorumlu siyaset anlayışımız gereği, kendisini biz uyaralım.
Uluslararası hukukta, “tiksindirici borç” diye bir kavram vardır.
Bu kavram, dış borç alan ve bunu milletinin menfaatine harcamak yerine,
kendi kişisel ikbali için harcayan liderler için kullanılır.
Bu liderler, iktidardan düştükten sonra,
o borcun, ülkedeki vatandaşlardan değil,
borcu alan liderlerin, kişisel harcaması olarak kabul edilerek,
o kişinin, bizzat kendisinden tahsil edilmesini söyler.
Alexander Nahum Sack tarafından geliştirilen doktrine göre,
bir borcun, “tiksindirici borç” olarak kabul edilmesi için, 3 şart var:
Bir;
Borcu veren kişinin bilgilendirilmesi.
Bu yapılmış mı?
Evet.
Biz, Millet İttifakı olarak, bu görevi yerine getirdik.
Her fırsatta, yerli-yabancı tüm kurumları uyardık.
İki;
Borcun halkın rızası dahilinde alınmamış olması.
Bu şart oluşmuş mu?
Oluşmuş.
Medya üzerindeki iktidar kontrolüne rağmen,
kamuoyu araştırmaları, milletimizin büyük çoğunluğunun,
bu projeye karşı olduğunu gösteriyor.
Ayrıca, Kanal İstanbul için, ayrı bir referandum yapılmamış ve halkın onayı da alınmamış.
Yani milletin rızası alınmamış.
Üç;
Borcun, halkın menfaati için kullanılmaması.
Mevcut ekonomik değerlendirmeler, Türkiye’nin,
işsizlik, enflasyon ve kişi başına düşen milli gelir gibi parametrelerde,
kendi sınıfındaki ülkeler arasında, en kötü performansı gösterdiğini söylüyor.
Peki Kanal İstanbul Projesi,
hali hazırda çalışan ve değer üreten firmaları ayakta tutmayı,
veya milletimizin refah seviyesini yükseltmeyi amaçlıyor mu?
Hayır.
Projenin, bölgede arsa kapatanlar ile, malum müteahhitler dışında,
milletimizin refahına ve insani gelişmişlik düzeyine, yapacağı bir katkı var mı?
Yok.
Dolayısıyla bu şart oluşmuş mu?
Bu şart da oluşmuş.
Ez cümle, Sayın Erdoğan;
Hiç heveslenme, bu parayı milletimiz ödemeyecek.
“Tiksindirici Borç Doktrini’ne” göre,
Milletimize inat olarak yaptığını, bizzat kendin itiraf ettiğin, bu projeden doğan,
şahsi borcunu, eğer paran varsa, bizzat sen ödeyeceksin.
Yani, şayet birisi, bir parayı söke söke alacaksa, hiç kusura bakma, senden alacak.
Nitekim, şimdiye kadar, söke söke verdiğin,
kapitülasyon tadındaki nice tavize bakınca,
şimdiden para biriktirmeye başlasan iyi edersin.
Benden söylemesi.
Değerli milletvekilleri,
Bu vesileyle, buradan sizlerin aracılığıyla,
Kanal İstanbul için avuç ovuşturan, projeye dahil olmak isteyen,
yerli ve yabancı bütün finans kuruluşlarını ve müteahhitlik firmalarını,
bir kez daha uyarıyorum.
Bütün bu veriler ışığında, bu “tiksindirici borcu”, milletimizden değil,
bizzat, Recep Tayyip Erdoğan’dan isteyeceksiniz.
Paranızı, onun şahsi hırslarına veriyorsunuz,
geriye de, bir zahmet, kendisinden alacaksınız.
Geçmişte, Ekvador ve Haiti’de yaşanan benzer süreçlerin,
nasıl sonuçlandığını incelemenizde, büyük fayda görüyorum.
Kanal İstanbul’la ilgili atacağınız adımları da,
bu gerçeğin bilinci ile atmanızı, özellikle tavsiye ediyorum.
Sonra siz üzülürsünüz.
Uyarmadı demeyin.
Dava arkadaşlarım;
Bu iktidarın milletimize verecek hiçbir şeyi kalmadı.
Milletimizin menfaatine kurdukları tek bir hayalleri,
Memleketin geleceği için koydukları, en küçük bir vizyon bile yok.
Onların tek derdi, koltuklarını korumak,
tek öncelikleri, beşli çetenin kasasını doldurmak,
tek vizyonları da, milletimizin varlıklarını yabancılara peşkeş çekmek.
Nitekim milletimiz, ağır ekonomik kriz ve pandemi şartlarında, zorluklarla mücadele ederken,
maalesef Sayın Erdoğan ve arkadaşları,
bambaşka hesapların, bambaşka önceliklerin peşinde.
Mesela;
Haziran ayı enflasyon rakamının açıklanmasıyla birlikte,
Temmuz ayında, memurlara ve emeklilere yapılacak maaş artışları belli olacak.
Biliyorsunuz, yıl başında, yüzde 3 maaş artışı yapılmıştı.
Kanun gereğince, memur ve memur emeklilerine,
Ocak-Haziran döneminde gerçekleşen enflasyon ile, yüzde 3 arasındaki fark kadar,
enflasyon farkı artışı verilecek.
Ayrıca, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine de, ilk altı aydaki enflasyon kadar maaş zammı yapılacak.
Dikkat ederseniz, çalışanlarımızın ve emeklilerimizin maaşları,
sadece enflasyon kadar artırılıyor.
O da maalesef, TÜİK’in makyajlı enflasyon rakamları esas alınarak yapılıyor.
Burada iki sorun var:
Birincisi;
maaş artışlarında, piyasa gerçekleriyle, mutfakla,
hatta bu konuda yapılan bilimsel çalışmalarla, hiç bağdaşmayan bir, TÜİK enflasyonu var.
Maaş belirlemede bunun esas alınması,
çalışanlarımızı ve emeklilerimizi mağdur ediyor.
İkincisi ise;
Çalışanlarımıza ve emeklilerimize büyümeden pay verilmemesi.
Madem ilk çeyrekte, Türkiye yüzde 7 büyüdü,
hatta ikinci çeyrekte, yüzde 20’ler civarında büyüyecek diyorsunuz,
o zaman, bu büyümeden milletimize, neden pay vermiyorsunuz?
Milletimizin gelirine yansımadıktan sonra, yüzde kaç büyürsek büyüyelim.
Milleti zenginleştirmeyen büyüme, büyüme değildir.
TÜRK-İŞ Araştırmasının, Haziran 2021 ayı sonucuna göre,
Türkiye’de açlık sınırı, 2864 lira.
Ülkemizde, bu rakamın altında maaş alan milyonlarca emekli var.
Hal böyle olunca, emeklilerimiz, hafta başında dertlerini anlatmak istedi.
Ama maalesef, iktidarın artık alışkanlık haline getirdiği üzere,
onlara da terörist muamelesi yapıldı.
“Biz sadaka istemiyoruz, çalışırken prim yatırdık, onun karşılığını istiyoruz.” dediler,
ama basın açıklaması yapmalarına bile izin verilmedi.
Bir de üstüne, göz bebeğimiz polislerimiz ile karşı karşıya getirildiler.
Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum;
Böyle vicdansızlık olur mu?
Böyle duyarsızlık olur mu?
Emeklilerimizin sesine kulak ver, onları açlığa mahkûm etme.
Ayıptır, günahtır.
Değerli milletvekilleri,
Bir diğer konu da, Kısa Çalışma Ödeneği.
Geçen haftalarda dile getirmiştim,
bu hafta, bir kez daha gündeme getirmek istiyorum.
Pandemi sürecinde, yarım yamalak da olsa, uygulanan kısa çalışma ödeneği,
bu ay sonunda bitiyor.
Milyonlarca çalışanımız bu haktan yararlanıyor.
Kısa çalışma ödeneğiyle birlikte, işten çıkarma yasağı da son bulacak.
Bu durum, milyonlarca vatandaşımızı işsizlik tehlikesiyle yüz yüze bırakıyor.
Biz, İYİ Parti olarak, kısa çalışma ödeneğinin uzatılmasını talep ediyoruz.
Bu vesileyle, buradan iktidara sesleniyorum:
Kısa çalışma ödeneğinin tamamı,
işçilerimizin zaten hakkı olan, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ödeniyor.
Ödemeler, yine aynı fondan yapılacağına göre,
işçinin parasını işçiden esirgemeyin.
Zorluklarla mücadele eden insanlarımızı, daha da zor duruma düşürmeyin.
Değerli dava arkadaşlarım;
Biliyorsunuz, geçen hafta Trabzon’daydım.
Önceki gün de, Muğla’ya gittim.
Milletvekillerimiz ve parti yöneticilerimiz de,
dört gün boyunca, İstanbul’u karış karış dolaştılar.
Milletimizin, iktidarın duymak istemediği gerçeklerini dinledik.
Sayın Erdoğan;
Sen, milletten söke söke para alacakları korumakla meşgulken,
milletimiz kan ağlıyor.
Trabzon’daki bir berber kardeşim,
“Aldığım 1600 lira ödenekle nasıl geçineyim?” diye soruyor.
Giyim mağazası sahibi bir kardeşim,
“Kirayı bile ödeyemiyoruz, işler çok kötü.” diyor.
Akçaabat’ta mağaza sahibi bir abimiz,
“Köyümde, bir tane elektrik direğinden başka bir şey yok.
Köydeki Cami’yi ve öğretmen lojmanını, belediyenin borcunu ödemek için sattılar.
77 yaşındayım ve hayatımın en zor 5 yılını yaşadım.” diyor.
Bir emekli vatandaşımız haklı olarak sitem ediyor.
“Ben emekliyim.
2 bin yılından önce emekli olanlar, intibak yasasıyla, benim maaşımı geçti.
Biz mağdur olduk.” diyor.
Ortahisar’daki bir çantacı kardeşim,
“Şu koca valizi, 25 lira kârla satıyorum.
“Bunu satınca, yerine yeni mal alacak durumum yok, bu çarkı döndüremiyorum.” diyor.
Aziz Milletim;
Türkiye’nin her köşesinden aynı şikayetler yükseliyor.
Muğla’da bir anne kulağıma eğilip,
“Akşama evde yemek yok Meral Hanım, yemek.” derken,
iktidar medyasına göre, batı bizi kıskanıyor.
Yine Muğla’da bir çiftçi kardeşim;
“40 derece sıcağın altında çalışıyoruz.
Elimize para kalmıyor.
Bittik, kurtarın bizi!” derken,
iktidardakiler, kendi yandaşını ihya etmenin peşinde koşuyor.
Bakın size, gencecik bir kardeşimizin isyanını aktarayım.
Kendisine söz verdim.
Diyor ki;
“Ben bu vatanın, ben bu milletin çocuğuyum.
Benim yaşımdakiler, yurt dışından geliyor, burada tatil yapıyor,
ben de onlara hizmet ediyorum.
Ben bu vatanın evladı değil miyim?
Türk Halkbilimi okuyorum.
Ülkeme hizmet etmek istiyorum.
Ama önüme taş koyuyorlar.
Kendi çevrelerindekilere 5 maaş veriyorlar,
bizi de ülkemizi terk etmeye zorluyorlar.”
Aynen böyle diyor.
Haklı mı?
Haklı.
Bugünü kaybettik.
Bu kafayla gidip, gençlerimizin sesine kulak vermezseniz, yarını da kaybedeceğiz.
Dava arkadaşlarım;
Bu arada, turizm cennetimiz Muğla’da, bu aralar herkesin eli yüreğinde.
Son olarak, Marmaris ve Dalaman’da çıkan orman yangınlarını biliyorsunuz.
Marmaris’te maalesef, bir de şehit verdik.
Herkesin eli yüreğinde dedim, çünkü, bu yangınlar ilginç.
Ben bunlara, “Akıllı yangınlar” diyorum.
Çünkü bu yangınlarda, daha önce Bodrum’da yaşadığımız gibi,
bir tesis için ne kadar alan gerekiyorsa, ne hikmetse sadece o kadarı yanıyor.
Yangın, ihtiyaç kadar alan yandıktan sonra, ya sönüyor, ya da söndürülüyor.
Şimdiden uyarıyorum;
Doğamız bizim için kutsaldır.
Marmaris’teki o alanın takipçisi olacağız.
Kimse boşuna heveslenmesin.
Yine Dalaman’da,
günlerdir zehir solutan yangınla ilgili soru işaretleri, henüz giderilmiş değil.
Ziyaretimiz sırasında, vatandaşlarımız yolumuza çıktı ve o yangının,
özel bir fabrikaya ait alanda, için için devam ettiğini,
ve günlerdir zehir soluduklarını söylediler.
Gerçekten biz de, o havayı soluduk.
İlgili Bakanları, ona buna laf yetiştireceklerine,
gidip Dalaman’daki o kesif dumanı solumaya ve vatandaşların taleplerini dinlemeye,
yani nadiren de olsa, işlerini yapmaya davet ediyorum.
Aziz Milletim;
Partimizin milletvekilleri ve yöneticileri, iki hafta üst üste, İstanbul sokaklarındaydı.
39 ilçede esnafımıza, emeklimize, işsiz gençlerimize kulak verdiler.
İstanbul, Türkiye’nin fotoğrafıdır.
İstanbul’daki bir tatlıcı kardeşimiz milletvekilimize diyor ki;
“Önceden en kötü şartlarda, 500 kilo satıyorduk.
Şimdi 70 kilo ancak satıyoruz.
Beş kişi çalışıyorduk, şimdi tek başımayım.”
Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’yi soyanların değil,
mağdur vatandaşının sesine kulak vermek zorundadır.
5 müteahhidin değil,
Beyoğlu’ndaki, tatlıcı kardeşimin derdiyle dertlenmek zorundadır.
Ama maalesef Sayın Erdoğan ve arkadaşları,
kendilerini saraylara kapatıp, sefaya daldıkları için,
gerçeği görmüyor, milletimizin sesini duymuyorlar.
Biz ise, Türkiye’yi karış karış geziyoruz.
Helal ekmeğinin peşindeki vatandaşlarımıza kulak veriyoruz.
Buradan, Millet’in Evi Gazi Meclisimizden,
dertlerini, sorunlarını duyurmalarına imkan sağlıyoruz.
Siyasetin görevi de işte tam olarak budur.
O nedenle, her hafta olduğu gibi bu hafta da,
Milletin Kürsüsü’nde bir konuğumuz var.
16 aydır, işyerlerinden tek kuruş kazanamayan kantincileri temsilen,
Burhan Yıldırım Bey aramızda.
Buyurun Burhan Bey kardeşim, söz de kürsü de sizindir.
Teşekkür ediyorum.
Bu kürsüden, her zaman olduğu gibi, gerçekleri dinlediniz.
Biz, yandaş müteahhit kasalarının, alengirli çıkar ilişkilerinin değil,
milletimizin ve memleketimizin gerçeklerinin peşindeyiz.
Gerçeğin peşinde, memleketi karış karış dolaşıyoruz.
Nereye gitsek, Ak Parti iktidarının neden olduğu yıkımı,
milletimize reva gördükleri sıkıntıları görüyoruz.
Değerli dava arkadaşlarım;
Bu eğri düzen, böyle devam edemez.
Türkiye bu ucube sistemi daha fazla taşıyamaz.
Milletimiz, ilk sandıkta, bu eğri düzenin sahiplerine çok ağır bir ders verecek.
Bu çok açık.
Bakın ne diyor Abdürrahim Karakoç:
“Kurtuluş yok, amma erken, amma geç,
Eden, ettiğini çekecek bir gün.”
O sandık er ya da geç gelecek,
ve milletimiz İYİ Parti diyecek.
Milletimiz yetkiyi verecek, ve memlekete yeniden güneş doğacak.
Biz hazırız.
Kadrolarımızla, projelerimizle hazırız.
Nitekim bugün, sizi bu projelerimizden biriyle tanıştıracağım.
İYİ Parti iktidarında, işlerin nasıl hızla düzeleceğinin,
Türkiye’nin nasıl hızla düze çıkıp, zenginleşeceğinin formüllerinden birini anlatacağım.
Biz, Türkiye’ye huzur getirmeye yemin ettik.
Biz, yolsuzluğu, haksızlığı, bu topraklardan silmeye yemin ettik.
Biz, Türk Milleti’ne refah sağlamaya,
gençlerimize umut olmaya yemin ettik.
İşte bugün, o yeminlerimizden birini yerine getiriyoruz.
Bugün,
Yolsuzluğu nasıl bitireceğimizi,
Hak ve adaleti nasıl sağlayacağımızı açıklıyoruz.
Bugün,
Cesur adımlarla, Türkiye’yi gelişmiş ülkeler seviyesine,
nasıl taşıyacağımızı açıklıyoruz.
Bugün,
Siyasi tarihimizde, Türkiye adına en büyük kaynağı yaratacak projeyi:
Artagan’ı açıklıyoruz.
Değerli dava arkadaşlarım;
Artagan, çok özel bir isim.
Öz Türkçe’de, “bolluk ve bereket” anlamına geliyor.
Ve adı gibi, memleketimizi, bolluk ve berekete kavuşturma yolunda,
çok önemli bir kilometre taşını oluşturuyor.
Projede emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Şimdi kendimize soralım:
Türkiye, bu kadar zenginliğe sahip bir ülkeyken,
nasıl oluyor da milletimiz, bu kadar düşük standartlarda bir hayat sürüyor?
Türkiye, Avrupa’nın en büyük ülkesiyken,
nasıl oluyor da yoksullukla, krizlerle boğuşmak zorunda kalıyor?
Türkiye, binlerce yıllık devlet geçmişine sahipken,
nasıl oluyor da, devlet mekanizmasını bu kadar verimsiz işletiyor?
İşte Artagan’ı, tam olarak da bu sorulara cevap olarak,
Türkiye’nin gerçek potansiyelini ortaya çıkarmak amacıyla hazırladık.
Türkiye’nin çok büyük bir potansiyeli var.
Güçlü, mutlu ve zengin bir Türkiye için, ihtiyacımız olan her şeye sahibiz.
Asıl sorunumuz, köprü yapmayı, bina dikmeyi vizyon zanneden bu beceriksiz iktidardır.
Asıl sorunumuz, geleceği kurgulamak yerine, geçmişte debelenen bu çapsız zihniyettir.
Asıl sorunumuz, hızla gelişen dünyaya ayak uyduramayan, bu vasat siyasettir.
Sorunu nasıl tanımlarsak tanımlayalım, Artagan nihai çözümü ortaya koyuyor.
Sahip olduğumuz bu muazzam potansiyeli açığa çıkarmamız,
bu zenginliği milletimize yaymamız mümkün.
Ez cümle;
“Artagan’la başka bir Türkiye, milletimize yakışır bir Türkiye mümkün!”
Aziz milletim;
Bugün yıkıcı inovasyon olarak adlandırılan,
ve toplumların yaşam biçimiyle birlikte,
ticaretin de kurallarını değiştiren bir değişim sürecinden geçiyoruz.
Bu öyle güçlü ve hızlı bir değişim ki,
pek çok dünya devini, ticaret sahnesinden sildi.
Ülkelerin milli gelirlerinden daha büyük ciroları olan,
teknoloji şirketlerinin doğmasını sağladı.
Hayatın her alanındaki bu yeni değer ve yöntemler,
yıkıma götüren tehditlerle, zenginliğe açılan fırsat kapılarını aynı anda sunuyor.
Üstelik yıkıcı inovasyon, sadece şirketleri değil,
devletleri, ve dolayısıyla milletlerin hayat standartlarını da etkiliyor.
Çağın gerektirdiği değişimlere ayak uyduran devletler, hızla zenginleşirken,
bu değişimi ıskalayan bizim gibi ülkeler ise, inovasyonun yıkıcı etkilerine maruz kalıyor
84 milyonun refahından sorumlu olan devletimiz,
Ak Parti iktidarının, beceriksiz ellerinde,
inovasyon, teknoloji ve bilişim alanındaki, baş döndürücü değişimlere ayak uyduramıyor.
Bu yüzden de her yıl, trilyonlarca liralık kayba uğruyoruz.
Günümüzde para trafiği, insan eliyle, insan gözüyle kontrol edilemeyecek kadar büyüdü.
Teknolojideki gelişmeleri yakalayamayan, mali denetim organlarımız,
her gün gerçekleşen milyonlarca parasal işlemi, hakkıyla denetleyemiyor.
Bunun sonucunda ise, ekonomik değerlerimizi koruyamıyor ve kayıplar yaşıyoruz.
İşte bu kaybın büyüklüğünü ve nedenlerini kavrayabilirsek,
Türkiye’yi bekleyen zenginliğin resmini de, net olarak çizebiliriz.
Değerli milletvekilleri;
Artagan’ın sağlayacağı kazançlar, emsalsiz bir bereketin kapılarını aralıyor.
Şimdiye dek hiç yaşamadığımız bir para bolluğuna sahip olacağız.
Mevduat açığı sebebiyle, yurt dışından borç bulmaya çalışan bankacılık sistemimiz,
mevduat fazlası veren ve büyümenin fitilini ateşleyecek kurumlara dönüşecek.
Kredi faizleri, yakın tarihimizin en düşük seviyelerine gerileyecek.
Üretim artacak, tüketim geniş kitlelere yayılacak.
Kaynak yetersizliği sebebiyle, gerçekleştiremediğimiz tüm atılımlar için,
ihtiyacımız olan finansmana sahip olacağız.
Artagan, devletimizin bütçesine, 300 milyar liranın üzerinde bir kaynak sağlarken,
finansal sistemimize de, 500 milyar liranın üzerinde ek mevduat sağlayacak.
Türkiye’nin 2021 yılı bütçesinin, 1.1 trilyon lira gelir hedeflediğini düşündüğümüzde,
bu rakamların, ne kadar büyük bir zenginlik anlamına geldiğini daha iyi kavrayabiliriz.
Artagan kesinlikle bir mucize reçete değil.
Bu zenginliği açığa çıkarmak için, mucizelere ihtiyacımız yok.
Sadece birkaç yıl içinde Türkiye’yi,
iktidarın, hayallerinin bile yetmeyeceği noktalara taşıyacak,
bu dönüşümü gerçekleştirmek için, ihtiyacımız olan tek şey, vizyon, güven ve akıl.
Aziz milletim;
Artagan, değeri 2 trilyon lirayı aşan bir büyük sorunu çözüyor.
Bu öyle bir sorun ki;
Yolsuzluğun temelinde bu sorun var.
Rantın temelinde bu sorun var.
Yoksullaşmamızın temelinde bu sorun var.
Borçlarımızın artışının altında bu sorun var.
Paramızın pula dönmesinin arkasında yine bu sorun var.
İşte bu hayati sorun;
Gün geçtikçe artan kayıt dışı ekonomi,
ve finansal sistemin dışında kalan paradır.
OECD’nin verilerine göre,
Türkiye Ekonomisi’nin, yüzde 28,72’si kayıt dışı.
Yani Türkiye, en yüksek kayıt dışı ekonomiye sahip ülke durumunda.
Bu ne demek?
Türkiye, adeta bir kayıt dışı cenneti demek.
Vergilendirilmeyen, sisteme dahil edilemeyen, çok büyük bir kazanç,
doğrudan bazı ceplere giriyor demek.
Rantçılara, yolsuzluk yapanlara, her imkan sağlanırken,
kayıt altındakiler eziliyor demek.
Kayıt dışılık yüksek olduğu için, ülkemizde gelir vergileri yüksek.
Sigorta primleri yüksek.
Dolaylı vergilerde, dünya şampiyonuyuz.
Düşünün;
83 milyon vatandaşımızdan, sadece 21 milyonu sigortalı.
Bizimle aynı nüfusa sahip Almanya’da, bu rakam yaklaşık 45 milyon.
Yani Türkiye’de bütün yük, kayıtlı çalışanların üzerinde.
Yani;
83 milyonun sağlık giderlerini,
13 milyon emeklinin maaşını,
4 milyona yakın sığınmacının giderlerini,
bu 21 milyon sigortalı vatandaşımız ödüyor.
İşte bu yüzden, asgari ücretteki vergi yükü yüzde 50’yi buluyor.
İşte bu yüzden, elektrik faturalarında 5 kalem vergi ödüyoruz.
İşte bu yüzden, bir araba aldığımızda, bir tane de devlete alıyoruz.
Mali sistemimiz o kadar bozuk ki,
dünyanın en yüksek vergilerini uygulamamıza rağmen,
vergi geliri üretemiyoruz.
Gelir vergileri yüksek.
Sigorta primleri yüksek.
Dolaylı vergiler, daha da yüksek.
Buna karşın, OECD ülkeleri arasında, en az vergi geliri toplayan beşinci ülkeyiz.
Oysa bize göre devlet,
topraklarımızı koruduğu gibi,
bu topraklarda oluşan, ekonomik değeri de korumakla yükümlüdür.
Alın terini de korumakla yükümlüdür.
Milletimizin refahını belirleyen, Türk Lirasını da korumakla yükümlüdür.
Bizim Devlet anlayışımız da budur, milliyetçilik anlayışımız da budur.
Dava arkadaşlarım;
Türkiye ekonomisi, hepimize yetecek kadar derinliğe sahip, koca bir havuzdur.
Ancak maalesef, bu havuzun dibinde, suyu boşaltan delikler var.
Ak Parti iktidarı, delikleri kapatmak yerine,
yurtdışından kovayla su taşıyarak, havuzu dolu tutmaya çalışıyor.
Oysa delikleri kapatmadan, sadece borçla refah sağlanamaz,
en fazla zaman kazanılır.
Nitekim bu çapsızlığın sonuçlarını,
19 yıllık iktidarlarının son dönemecinde, milletçe hep birlikte yaşıyoruz.