Bir Frankenstein hikayesi
(...) Yandaş basındaki haberlere bakılırsa, son furyada tutuklanan polislerin mağdur ettiklerinden biriyim.
“Selam” diye bir terör örgüt uydurmuşlar. “O örgütü takip edeceğiz” diye 7 bin kişiyi dinlemişler.
Örgütümüz bayağı kalabalık ve renkli:
Başbakan’ın danışmanı da var aramızda, MİT Müsteşarı da, bazı dizi oyuncuları da...
Biz aramızda toplanamadığımız için onlar bizi toplamayı planlıyormuş.
Anladığımız o...
***
Bu senaryo, Frankenstein’ınkiyle “paralel” dir:
Hükümet, cemaatle el ele vererek Emniyet’in usulsüz dinleme, illegal delil toplama, sahte kanıt üretme atölyelerinde, kendisine bağlı devasa bir canavar yarattı.
Bu canavarı, kendi iktidarına karşı çıkanların üzerine saldı.
“Canavar” , acımadan hepsini temizledi; askerleri, savcıları, hâkimleri, bürokratları, polisleri, gazetecileri, siyasetçileri...
Canavar’la yaratıcısı, onların kelepçelenip kodese atılışını, “Masumuz” diye çırpınışını, ailelerinin feryadını keyifle izledi.
Lakin “Canavar” , rakiplerini yedikçe semirdi, palazlandı, kafesine sığmamaya, payıyla doymamaya başladı.
O zaman da yaratıcısı tarafından ihanetle, nankörlükle, açgözlülükle suçlanıp cezalandırıldı. Yalnızlığa terk edildi.
O da, romandaki gibi, yalnızlığı arttıkça, kendisini yaratandan öç almaya girişti.
***
Yıllarca paralel yaşadıkları için, yaratıcısının sahtekârlığını en iyi o biliyordu. Bilgi-belge toplarken efendisininkileri de bir gün kullanmak üzere ayırmıştı.
Kendisini var edenin, şimdi kendisini yok etmeye hazırlandığını anlayınca, öfkeyle ayağa kalktı. Ve 17 Aralık’ta, kendisini de berhava edecek bombanın pimini çeken bir intihar komandosu gibi, elindeki arşivi patlattı.
***
“17 Aralık” , “Efendi” yi yaraladı ama öldürmedi.
Ve her öldürmeyen yara gibi, onu güçlendirdi.
“Efendi” , 22 Temmuz sahurunda Canavar’ının inine girdi.
Şimdi, ancak polis devletlerinde görülebilecek türden bir zaptiye çatışması yaşanıyor. Polisler, polis lojmanlarını basıyor.
Yarın çete içi kavga tırmanacak: Yargıçlar savcıları yargılayacak. MİT, istihbaratçıları sorgulayacak.
(...)
Ama bu kapışmanın getirileri de var:
Tutuklanan polislerin, zirvedeki talanı belgelemiş olması...
(...)
“Büyük Hırsız” ın yargılanması için zemin hazırlaması...
Bu kazanımlarla, bu şerden bir hayır doğabilir.
Unutmayalım ki, romanda da kaybeden, Canavar değil, efendisi olur.
“Frankenstein” macerası, Canavar’ın, yenik yaratıcısının başucunda ağlaması ve sisler içinde gözden kaybolmasıyla son bulur. Can Dündar/Cumhuriyet
Hey gidi Aziz Nesin hey...
15 gün önce Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nden arayan bir polis memuru, ‘e-mailimin sahte isimle izlendiğini, telefonlarımın ise usulsüz olarak dinlendiğinin belirlendiğini’söyledi. Şaşırmış mıydım? Hayır. Ertesi gün mağdur sıfatı ile ifade vermek için Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü’ndeydim. Beni karşılayan polis memuru söze şöyle başladı: ‘(...) mailinizin 2009-2010 yılları arasında sahte isimle izlendiği belirlendi.’
Polis memuru, dinleme kararlarını içeren dosyaları önüme koydu. İncelediğimde gördüğüm şey dehşet vericiydi. Polis, organize suç örgütü üyesi olarak e-maillerimin izlenmesini istemişti. Ancak hangi örgüte üye olduğum, bu örgüt kapsamında nasıl bir faaliyet gösterdiğime dair dosyaya herhangi bir delil koymamıştı. Dinleme kararı gerekçesi tek satırdı: ‘Organize suç örgütü üyesi olmak’... Dinleme talebi istenen hedef kişi ibaresinin karşısında aynen şu yazıyordu: ’Ceren isimli kişi’
Polis Organize Suç Örgütü içinde faaliyet gösterdiğimi belirlemiş ama her nedense kimliğimi tespit edememişti! Mailleri izlenen kişi ’Ceren’isimli biriydi. İzleme 1 yıl boyunca devam etmişti. İzlenen maillerimin akıbeti ise belirsizdi. Suç içeren bir görüşme tespit edilmiş miydi? Dosya kapanmış mıydı? Sorular muhtelifti ama karşımdaki polis memurunda bunun cevabı yoktu. Mağdur sıfatıyla ifademi alan polis sadece şunu söyledi: ‘Takip edilen maillerinizin içeriğinin bir yere kaydedilip kaydedilmediği bilgisine henüz ulaşamadık. Araştırıyoruz.’
***
Birkaç gün sonra tekrar Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nden bir telefon aldım. Aynı polis memuru, 2011 yılında da telefonlarımın usulsüz olarak dinlendiğinin belirlendiğini ifade ederek tekrar beni şubeye davet ediyordu. Birkaç saat sonra soluğu İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde aldım. 2011 yılı Mart ayından başlayan telefon dinlemesi 3 ay boyunca sürdürülmüştü. Benimle birlikte 8 kişi Ergenekon örgütü üyesi olduğu iddiası ile dinlenmişti. Dönemin Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan ile eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ve Avukat Turgut Kazan da aynı dönemde, aynı örgütün üyesi olduğu iddiası ile dinlenen isimlerdi.
Dosyalar tekrar önüme kondu. Bu sefer ismim, soyadım doğruydu. Gerekçe kısmında da ‘Ergenekon örgütü üyesi’ olduğum yazılıydı. Mağdur sıfatıyla ifademi alacak polis memuruna sordum: ’Bu sefer gerçek ismimi yazmışlar.
Bu dinleme kararında sıkıntılı olan durum ne?’. Polis memurunun cevabı şu oldu: ‘Gerekçe olarak, ‘Ergenekon terör örgütü üyesi’ olduğunuzu yazmışlar ama bu örgütle olan ilişkinizi irtibatlarınızı, suç olan eylemlerinizi ortaya koymamışlar. Böyle bir dinleme kararı talebine normalde dinleme izni verilmez...’
3 aylık dinleme sonunda herhangi bir suç unsuruna rastlanmamış (...) ancak aradan geçen 3 yıl içinde telefonlarımın dinlendiği ve suç unsuruna rastlanmadığına dair bana herhangi bir tebligat yapılmamıştı. Yasa gereği bana bu tebligatın da yapılması gerekiyordu. İşte tam da burada Hanefi Avcı’nın avukatı Fidel Okan’ın şu sözleri çarpıcı: ’... Dinlenen telefonları ile ilgili oluşturulan tapelerin akıbeti belli değil. Maillerin akıbeti belli değil. İnsanların özel hayatı ile ilgili önemli bir bilgi havuzu oluşturulduğunu ve depolandığını düşünüyorum.’ (...)
Toygun Atilla/Hürriyet
Sahte mağdurlar telaşlı
(...) Babamı alan şu polisti..
Bizim evi hallaç pamuğu gibi atan bu komiserdi..
Babamı sabah beşte uyandırıp göğsüne yafta tutturup sabıka fotoğrafı çektiren şu emniyet müdürüydü..
Bu sesleri siz de duyuyorsunuzdur..
(...) Tezgâh, kumpas, Ali Cengiz oyunu, ne derseniz deyin, hepsi yapılmış.. Yapılmış ama buna rağmen gerçek mağdurlarda zafer çığlığı yok.. Oh olsun bağırışı yok.. İtidal var..(...) Bize yapılanlar her şeye rağmen onlara yapılmasın talebi var.. Hukuk talebi var.. Gerçek mağdurlar vakur..
***
Oh olsun, gördünüz gününüzü diyen yok mu? Bunlar daha iyi günleriniz diye kalem oynatanlar..
İntikam isteyenler..
Var tabii..
Kim mi onlar?
Bu ekibin eski ortakları.. Hiçbir zaman mağdur olmadılar.. Dedim ya, bu ekiple kol kolaydılar.. Bu sebeple, canları hiç acımadı ama şimdiler de acımış gibi davranıyorlar.. Canları fena halde yanmış gibi kısasa kısas istiyorlar.. ‘Gerekirse hukukun etrafından dönülsün.. Gerekirse belge melge aranmasın.. Gerekirse.....’ diye bağırıyorlar.. Sahte mağdurlar telaşlı..
Üzerlerine cezaevlerinin kapıları kapatılsın istiyorlar..
Neden acaba!.. Soruşturmanın dallanıp budaklanmasından, Türkiye’yi sarsan davalara sıçramasından mı çekiniyorlar?..
Mehmet Tezkan/Milliyet
Gönderme manidar Kumpasın “Ala”sı
... Sulh ceza hâkimliği gibi icatlarla operasyon, kumpasın ’Ala’sı. İktidar kumpas konusundaki maharetini gösterdi. Operasyonun savcısı da, hâkimi de malum.
Mustafa Ünal/Zaman
“Oh”luk bir durum yok
... bize soruyorlar: Bu polislerin eskiden yaptıklarının başlarına gelmesi sizi rahatlatıyor mu?
Nesi rahatlatacak?
Bugünün mağrurlarının onlarla hesabı bitirdiklerinde gözlerini nereye dikeceklerini biliyoruz.
Mehmet Y. Yılmaz/Hürriyet