Müstemleke ülkelerine yaraşır bir kader...
Çankaya yolu Washington’dan geçer!
Tezim başından beri şöyledir: Obama ilk kez tahta oturduğunda Ahmet Davutoğlu ABD’yi; Türkiye’nin Ortadoğu’da ideal bir taşeron olduğuna ikna edince Meclis dışından Dışişleri Bakanı yapıldı. İşler önce iyi gitti. RTE-Ahmet Davutoğlu ikilisi Esad’ı ve Müslüman Kardeşleri ABD lehine “ehlileştirmek” için gayrete girdiler. Ancak başarılı olamadılar. Bu arada taşeronluğu fırsat bilip ,Davutoğlu’nun kışkırtması ile RTE, Ortadoğu’da kendi (Yeni Osmanlı) oyunu oynamaya başladı. Bu durum ABD’yi çok rahatsız etti. RTE birkaç kez uyarıldı. (örn: Temmuz 2012-beyzbol sopası) RTE mesajı alamayınca 16 Mayıs 2013’de “ABD’nin Ortadoğu taşeronluğundan azledildiği” Beyaz Saray’da kendisine bizzat tebliğ edildi. Ardından “Gezi Nümayişleri” zuhur edince RTE bu olaylarda ABD’nin de parmağı olduğuna kanaat getirdi ve 11 yıl sonra ilk kez “iktidarı kaybedebileceğini/Ağustos 2014’de cumhurbaşkanı seçimine giremeyebileceğini” düşünmeye başladı.
Bu durum ego patlaması yapan bir ruhta inanılmaz yaralar açacaktı ve nitekim açtı da.
RTE, ABD’nin gönlünü tekrar alabilmek için büyük telaşa düştü. CHP heyetinin ABD ziyareti yarasına tuz biber ekti ancak ABD, ziyaret sırasında CHP’ye ne kadar güvenebileceği konusunda tekrar şüpheye düştü. Şimdi RTE, Barzani üzerinden ABD’ye “emret abi, sen ne dersen o olur!” mesajı yolluyor.
Adım adım ittifaklar çekişmesi
Kısaca yakın tarihe bakalım:
1)Temmuz: Gezi Nümayişleri ivmesini kayıp etti.
2) Ağustos: Hakan Fidan ile ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone doğrudan görüşmelere basladılar.
3) Eylül 25: CHP heyeti Kılıçdaroğlu ziyaretini planlamak icin ABD’ye gitti.
4) Ekim 10: The Wall Street Journal’da uzun bir Hakan Fidan analizi yayınlandı.
5) Ekim 13: Kılıçdaroğlu’nun ABD programı iptal edildi. Umut Oran’ın ABD tarafının AKP ile ilgili “özel görüşlerini” kamuoyuna açıklaması ABD’yi ve özellikle Pentagon’u aşırı derecede rahatsız etti.
6) Ekim 17: Bu kez Washington Post’da David Ignatus bir Hakan Fidan analizi yayınladı.
7) Ekim 22: Türkiye Irak Merkezi Hükümeti ile iliskilerin düzelmeye başladığını kamuyouna duyurdu
8) Ekim 26: Kılıçdaroğlu Ankara Büyükelçisi Ricciardone ile görüştü. Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretine tekrar karar verildi ama seviye biraz düşürüldü.
9) Ekim 29:Maliki ABD’ye gitti. Görüşmeler tam bir hüsran ile sona erdi.
10) Kasım 4:Minsk Grubu eşbaşkanları Aliyev ve Sarkisyan’ı bir araya getirmek amacı ile ülkelerinde ziyaret ettiler. Olumlu sonuç alındığı açıklandı.
11) Kasım 12:Aliyev Türkiye’ye geldi. Minsk girişimi için Türkiye’yi sakinleştirdi.
12) Kasım 14: “Dersane meselesi” gün ışığına çıktı.
13) Kasım 17: Barzani “Diyarbakır” da ağırlandı. Kendisine bütün Kürtlerin lideri muamelesi yapıldı. Bir Türk Başbakanı yıllardır ilk kez “Diyarbakır” kelimesini telaffuz etti.
14) Kasım 18-20: Davutoğlu Irak Kürtlerinin ABD’de adeta temsilciliğini yapan Başkan Yardımcısı Joe Biden’in daveti ile BM Irak toplantısına katıldı.
15) Kasım 19: 2 yıl aradan sonra Minsk Grubu nezaretinde Ermeni-Azeri görüşmeleri Viyana’da yapıldı.
16) Kasım 21: Erdoğan Rusya’ya gitti. Daha önce hiddet ve şiddetle karşı çıktığı Suriye ile ilgili toplanması planlanan “Cenevre-2 Konferansı” na bu kez evet dedi. (Ancak yine daynamadı Şanghay 5’lisine girmek için Putin’den izin istedi. Putin cevap bile vermedi.)
Davutoğlu için yolun sonu mu
RTE, ABD ile arada Ahmet Davutoğu olmadan, hatta doğrudan ilişki geliştirmeye çalışıyor.
Türkiye:
Suriye konusunda sesini büyük çapta kesti.
Barzani’ye yanaşırken Maliki ile yeniden denge arıyor.
Çin füzeleri için geri adım atması bekleniyor.
İsrail ilişkilerini yeniden derliyor.
Daha önceleri yerden yere vururken Cemaat birden bire Hakan Fidan’ı övmeye başladı.
ABD’nin yeni gözdesi: Hakan Fidan
Ağustos 2014 seçimlerine giderken Çankaya yolunun Washington’dan geçtiğini bir kez daha idrak eden RTE ABD ile yeniden “barışmak” istiyor.
Ola ki; bu uğurda, “zaten aramızı onun gündüz düşleri bozdu!” diyerek Ahmet Davutoğlu’nu günah keçisi yapabilir.
Ben “yeni dönemde”, Ahmet Davutoğlu başbakan yardımcılığına kaydırılırsa ve ABD’nin yeni gözdesi Hakan Fidan Dışişleri Bakanı olursa hiç şaşırmayacağım.
Cüneyt Ülsever/Yurt
+++
Yeni “medya patronları”na bol ilan akıtma sözü mü verildi?
Yıllar ne kadar da hızlı akıyor. Bazı olayları; “yeni gazete ve TV satış” haberleri çıkınca ister istemez hatırlıyorum.
Seçimler yapılmıştı.
Seçimle iktidara geleni eleştiren olur, destekleyen de... İktidarı tutan gazeteler Başbakan’ı arkalıyor, “Siz söyleyeceksiniz biz yazacağız” diyorlardı. Zaman, Yeni Şafak, Star, Bugün, Akşam, Akit... Fakat bu gazetelerin okuyucuları zaten iktidara oy vermiş insanlardı. Çok satan, iktidara oy atmamış insanların da okuduğu gazete ve gazeteler nasıl borazan yapılabilirdi?
2 strateji benimsendi.
1- Yandaş işadamları, devlet bankaları kredileriyle desteklenecek; çok satan, çok okunan (ana akım diyorlar) gazeteler satın alınacak, alınan gazete iktidarı değil muhalefeti eleştiren yayın çizgisine çekilecekti.
2- Çok okunan gazetelerin tam olarak iktidara teslim olmamış patronları ise: “vergi kaçakçılığı yapıyor” diye korkutulacak; o gazetelerin içine “iktidar övücü, muhalefete muhalefet yapan, başbakana basın müşaviri olmuş köşe yazarları” yerleştirilecekti.
Bu kirli 2 yoldu.
Seçimle geldik dediler.
2 kirli yolu yürüdüler.
***
İlk örnek Sabah Gazetesi ve ATV televizyonu tapusunun yandaş işadamına geçirilmesi oldu.
(...)
10 yıl geçti, gitti.
Birkaç gün önce; Başbakan’ın damadının Çalık Holding’in CEO’luğundan ayrıldığı açıklandı. Dün de; ATV’nin “Kalyon-Kolin-Limak” adlı ortak şirketlere satılmakta olduğu haberi yayınlandı.
Yeni alıcılar bildik.
İktidara yakınlar.
Başbakan ile araları iyi.
Büyük devlet ihalelerini kapıyorlar. En son; Cumhuriyet tarihinin en büyük ihalesi olan İstanbul’un 3’üncü havaalanı işini bitirebilmek için kredi bulmakta zorlandıkları haberleri çıkıyordu.
Yine de ATV’ye talipler.
Parayı nereden buldular?
Dünyaca ünlü gazete-tv yayıncılık şirketi Turner Grubu’nun kârlı-kazançlı-verimli bulup almadığı Sabah ile ATV’yi, “Kalyon-Kolin-Limak” hangi hesaba-kitaba göre alıyor? Onlara devlet bankalarından çok uygun şartlarda “gazete sahibi yapma kredisi ve bol ilan akıtma” sözü mü verildi?..
Necati Doğru/Sözcü
+++
24 Kasım’da bir “Hoca”nın ölüm yolculuğu
24 Kasım Öğretmenler Günü. Bir Hoca, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu gözlerimizin önünde ölüm yolculuğuna çıkmış durumda. El birliğiyle seyrediyoruz!..
Ulusal Eğitim Derneği 2013 Eğitim Onur Ödülü’nü Prof. Hilmioğlu’na verdi. Ama o ödülünü alamadı. Çünkü hapiste. Eşi Nurhan Hanım alacaktı, ama o da gelemedi. Çünkü Fatih Hoca birkaç gün önce yeniden hastaneye kaldırıldı, Nurhan Hanım başında bekliyor.
Biliyorsunuz kanser ve oğlunun ölümünden beri ağır depresyon geçiriyor... Hastane, “Bizim yapacağımız bir şey yok. Bir üniversite hastanesinde kontrol altında tutulması gerekiyor” raporu verdiği halde, yine bu raporu veren Murat Kölük Hastanesi’ne yatırılmış.
Sadece psikolojik tedavi için. Kanser politleri ise üremeye devam ediyor.
***
Prof. Fatih Hilmioğlu’nu 23 yıl hapse mahkûm eden Ergenekon Mahkemesi, geçtiğimiz Şubat ayında Adli Tıp’tan rapor istedi. Tam 9 ay sonra, o da ağabeyi ve Avukatı Hayati Hilmioğlu’nun feryatları sonucu nihayet birkaç gün önce rapor çıktı.
Ne demişler biliyor musunuz; “Bakımı ve kontrolleri yapıldığı takdirde cezaevinde kalabilir”miş!..
(...) her zamankinden daha çok örgütlenmeliyiz. Bu zulüm ve ölüm yolculuğunu durdurmanın yegâne yolu budur.
Müyesser Yıldız/facebook.com
+++
(!)
Şiddetini, siyasi dil veya polis olarak, muhalefete her gün beş vakit namaz kılar gibi göstermeyi görev bilen bir iktidar ve liderinin, “özgürlük” estirebileceğine inanmak, şizofrenik bir beynin işi olabilir.
Orhan Bursalı/Cumhuriyet
+++
“Kutsal ittifak”ın kurbanını seçimde göreceğiz
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geri adım attığı izlenimi vermekten hiç hoşlanmıyor. Erdoğan gibi çok güçlü bir liderin bu halet-i ruhiye içinde olması bir yere kadar anlaşılır bir durum.
Mamafih geri adım atmaktan korkan bir lider için en iyisi, ilk adımları hep doğru atmaktır.
Yanlış atılmış ilk adımdan sonra onu düzeltmek maksadıyla geri adım atmak içe sindirilemiyorsa, kibir sahibi kendisini yanlışta ısrara mahkum eder ve hasarı büyütür.
Bugünlerde olan da işte bu ikincisi; yanlış adımda inat...
“Kızlı-erkekli öğrenci evleri” bahsinde böyle oldu.
“Dershanelerin kapatılması” girişiminde de aynısı oluyor.
AKP’nin İslami-muhafazakar siyasası parti içinde eleştiri ve itiraz kültürünün gelişmesine imkan vermiyor. Bu yetersizliğe bir de gücü partideki herkese yeten Erdoğan’ın maiyeti üzerinde estirdiği korkuyu eklerseniz, liderin atılmasını istediği bir “yanlış adım”ın parti içinde, kuvveden fiile geçmeden engellenmesinin neredeyse imkansız olduğu takdir edilir. Erdoğan’ın adımı atılıyor; adımın yanlış olduğu ve aslında hiç atılmamış olması gerektiği, ancak atıldıktan sonra gelen şiddetli tepki görülünce idrak ediliyor. Sonra lüzumlu olan geri adıma ve partinin menfaatini koruma gayesiyle yapılan bu yöndeki girişimlere ise yine Erdoğan engel oluyor.
(...)
Başbakan Erdoğan’ın dershaneleri kapatma hazırlığı yaparken herhangi bir toplumsal ihtiyaca cevap vermek için hareket ettiğini öne sürmek mümkün değil. Dolayısıyla, bu kapatma adımının aslında doğrudan Cemaat’i cezalandırmayı ve zayıflatmayı hedef alan siyasi bir operasyon olması dışında herhangi bir ihtimal bulunmuyor.
Bu gerçekleştiğinde yüzde 25’lik “kuru” nun yanında, oranı yüzde 75 olan “yaş” da yanacak.
Dershaneleri kapatma girişimi, ne denli keyfi ve sorumsuz bir anlayışla yönetildiğimizi göstermesi bakımından korkutucudur.
Bu köşede 23 Nisan 2009’da yer alan “AKP, ’kutsal ittifak’ın kurbanı olabilir” başlıklı yazımda, AKP ile Cemaat arasında bir zamanlar var olan fiili iktidar koalisyonunu biyolojiden mülhem bir “simbiyotik ilişki”ye benzetmiştim.
Türdeş olmayan siyasi ve toplumsal varlıkların birbirlerine, yek diğerinde olmayan yetenekleri sunarak hayata getirdikleri güçlü bir ortak yaşam formu...
Bu koalisyon askeri vesayeti bitirdi ama “7 Şubat 2012 MİT-Yargı krizi” de bu koalisyonu bitirdi.
Şimdi Erdoğan’ın AKP’si ile Cemaat arasında üstü örtülemeyen bir savaş yaşanıyor. Dershanelerin kapatılması girişimi de kuvveden fiile geçerse Cemaat’e indirilen dramatik bir darbe olacaktır.
Erdoğan aradan geçen zaman zarfında yeterince kadro ve medya gücü devşirdiğini ve artık Cemaat’in desteğine ihtiyacının kalmadığını düşünüyor olmalı.
Önümüzdü üç seçim var. Bunların sonuçları, bir siyasi stratejinin tezahürü olarak dershanelerin kapatılması adımının doğruluğunu ya da yanlışlığını göstermesi açısından ileride bakılacak alanlardan sadece biridir.
Kadri Gürsel/Milliyet
+++
Yaranma yarışı
Dizilere benzedi, bitmek kapanmak bilmiyor Ahmet Kaya tartışması.. O gece toplantıda olan, olmayan, sadece finale katılan, katılmayan sanatçılar kendini anlatma veya özür yarışına girdiler; “oradaydım, orada değildim, ben sonradan geldim, dışarı çıkmıştım vs vs”, liderler ise Ahmet Kaya ’yla özdeşleşme, onu kapma yarışına.. Reha Muhtar çocuklarının üstüne yemin bile etmek zorunda kaldı ki kıyamet kopsa bunu yapmamak gerektiğine inanırım..
... bir Kürtçe şarkının arkasından 10’uncu Yıl Marşı’nın söylenmesi veya ‘Memleketim’ şarkısını topluca söylemek neden suç gibi yansıtılıyor ve sanatçılara bu sebeple baskı yapılıyor? Neden bu tepki olayı bir linçmiş havası yaratılıyor? Ve hele de çatal-bıçak meselesi “Gezi’de olanlar”la birleştiriliyor? Ne alakası var?
... her gün yüzlerce şehit haberi gelirken ve “o şehitlerin sebebi olan terör örgütü sanki tüm Kürtleri temsil ediyor gibi gösterilirken” Kürtçe şarkı söylemekte ısrar eden bir sanatçıya karşı oluşan tepkileri “bugünün olayı gibi” alamazsınız. Kaldı ki Ahmet Kaya’nın “PKK bayrağı altında şarkı söylemiş” olması, “Arabamı o şerefsizlerin memleketinde bıraktım” dediği iddiası bugün bile hatırlanıyor..
Seçimler yaklaşıyor diye etnik kökenler ve her konuda kutuplaştırma, düşmanlık yaratma, yaranma hevesinden vazgeçmeli siyasetçiler ve medya!
Ruhat Mengi/Vatan
+++
AKP öğretmenlerle alay ediyor
Türk Eğitim-Sen’in yaklaşık 17 bin öğretmenin katılımıyla yaptığı anketten son derece düşündürücü sonuçlar çıkmış.
Buna göre; öğretmenlerin yüzde 89’u borç sarmalı içinde...
Yüzde 70’i tükenmişlik sendromunun pençesinde...
Yüzde 37’si sürekli sinirlilik halinde...
Yüzde 80’i ise yönetici atamalarının adaletten uzak biçimde yapıldığı inancında...
***
Sevgili öğretmenlerimizin borç açılımları da şöyle:
Yüzde 85’i bankalara...
Yüzde 7’si eşe dosta...
Yüzde 3’ü esnafa...
Yüzde 0.2’si tefeciye...
Yüzde 6’sı ise “diğer” kişi veya kurumlara borçlu olarak yaşayabiliyor.
“Diğer” hanesiyle ilgili ayrıntılı bilgi verilmiyor, kimler olabileceği, okurların tahminine bırakılıyor!
***
Bu nedenle öğretmenlik mesleğinin prestijli bir iş olduğuna inananların oranı yüzde 4’e düşmüş durumda!
Zaten aksi bir sonuç, çok şaşırtıcı olurdu!
(...)
AKP iktidarının yaptıklarına (!) gelince:
Sistemi değiştireceğine Milli Eğitim bakanlarını değiştiriyor!
İdareci kadrolarına ehil olanları değil, yandaşları atıyor!
Başarısızlıkla sonuçlanacağı kesin olmasına karşın, klavyesiz tablet bilgisayarla eğitimde ısrar ediyor!
Böylece tablet bilgisayar satıcısı yandaşlarına oluk gibi para akıtıyor!
Ama öğretmenini borç harç içinde yaşamaktan, ona buna avuç açmaktan kurtaracak parayı bulamıyor!
Sonra da öğretmenlerin gününü kutluyor!
Bu kutlamanın alay etmekten farksız olduğunu anlamayacağımızı sanıyor!
Uğur Dündar/Sözcü