Favori “Resmi Gazete”m
Memleketin 100’ü aşkın hukuk fakültesinde ders veren değerli öğretim üyeleri, sevgili öğrenciler...
Lütfen 17 Ağustos 2014 tarihli Resmi Gazete’yi; ya bulup saklayın..
Ya da ilgili sayfayı internetten indirip “favorilerim”e ekleyin. Çünkü buna değer.
“Hukukun üstünlüğü” ilkesinin bu ülkede çoktan bittiğini bilsek de orada yayımlanan iki adet “üçlü atama kararnamesi”, akademik deneyim açısından sizlere benzersiz (!) bir fırsat sunuyor.
***
Hemen belirtelim; birinci derecede önemli olan; kimin nereye atandığı değil. (Biri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na, diğeri (beş kişi) Askeri Yargıtay ile Genelkurmay Başkanlığı’na.)
İmzalar ile tarih...
İki kararnamenin altında da “Başbakan” olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası yer alıyor. Her iki kararname de 16 Ağustos 2014 tarihini taşıyor.
Bu tarih; Yüksek Seçim Kurulu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimine dair kesin sonuçları ilan ettiği; bu sebeple, milletvekilliği ve dolayısıyla Erdoğan’ın başbakanlığının düştüğü 15 Ağustos’tan bir gün sonrası demek.
Cumhurbaşkanı seçilmiş, mazbatası TBMM’ye teslim edilmiş Erdoğan’ın, “Başbakan” imzasını kullandığı; Erdoğan’ın, Başbakan sıfatının düşmesi nedeniyle de “gereğini ve görevini yapması gereken” mevcut Cumhurbaşkanı Gül’ün hiçbir sakınca yokmuş gibi imzaladığı iki kararname...
“Üçlü kararname”ye konu sivil ve asker bürokratların konumu ise bu “hukuki mesele”yi daha çetrefilli kılarken, komedi sosu da katıyor.
Zira onların bu pozisyonlara “üçlü kararname” ile atanması bir şekil şartı, anayasal zorunlulukken; bu anayasal zorunluluk, aynı anayasa ihlal edilerek ve üstelik Resmi Gazete marifetiyle yerine getiriliyor.
***
Dahası bu kararnameler, sadece Erdoğan’ın, Gül’ün tasarruflarının “geçerliliği”ni değil, hukuka aykırı tasarrufla atanan kişilerin, uzun vadede meslek ve kariyer yaşamını da yakından ilgilendiriyor.
Ayrıntı gibi gözükse de işin bu kısmı özel bir ilgiyi hak
ediyor.
Zira Erdoğan, başbakanlık sıfatının düştüğünü bile bile, 16 Ağustos tarihli bu atamalarla “İşte kendi başkanlık sistemimi böyle zorlaya zorlaya dayatırım” mesajını vermek istiyorsa, tamam. Bu kadarını anladık.
Peki ya böyle değilse?
Bu atamaların “gri bir zaman dilimi”nde, dün yayımlanmasını zorunlu kılan aciliyet nedir, insan gerçekten merak
ediyor...
***
17 Ağustos tarihli Resmi Gazete, sadece yukarıda aktardığım iki kararname dolayısıyla değil, yayımlanmak zorunda olduğu halde yayımlanmamış YSK kararı nedeniyle de “arşiv” değeri taşıyor.
Cumhurbaşkanlığı 15 Ağustos’ta kesinleşen Erdoğan’ın, mazbatası TBMM’ye teslim edildikten sonra, ilgili YSK kararının Resmi Gazete’de yayımlanması gerekiyordu.
Bu karar ise üç gündür “itina” ile yayımlanmıyor...
Hoş, “Niye yayımlansın” da denebilir tabii.
Resmi Gazete bu; zaten ezelden beri Başbakanlık’a bağlı.
Ne Başbakan’a bağlamak için “havuz oluşturma”, ne de milyar dolarlık altyapı proje karşılığı müteahhide “satın aldırma” gibi zahmetli işlere lüzum var. 2007’den bu yana, hemen her seçim öncesi ve sonrası, önüne işten çıkarılacak yazar ve muhabir listesi giden “yarı resmi” gazetelerden mi aşağı kalacak.
Başbakanlığının düşmesi hatırlatıldığında “İşinize bakın” diyen Erdoğan, YSK kararı için Resmi Gazete’ye “Bekletin” mi diyemeyecek.
Resmi Gazete de ikiletmeyecek ve bekletecek elbet.
Fakat anayasayı bu kadar açık ihlal nereye kadar bekler; bu sorunun cevabını yaşayıp göreceğiz.
Siz hele 17 Ağustos 2014 tarihli Resmi Gazete’yi bir “favori” yapın.
Çiğdem Toker/Cumhuriyet
İhanet heykelleşti
Çözüm süreci ete kemiğe büründü.
Mahsum Korkmaz heykeli olarak göründü.
PKK sonunda Mahsum Korkmaz isimli, örgütün kurucu ve yönetici teröristi “Agit”i bu ülkeye taşımayı başardı.
Sonunda terörün sembol ve değerlerini AKP hükümetine kabul ettirdi. Çözüm süreci heykelleşmiş bir formda Lice’den size bakıyor gururla.
Dünyada hiçbir terör örgütünün ulaşamadığı ve hiçbir çözüm sürecinin sineye çekmediği efsanevi bir başarıdır bu.
(...)
Katbekat fazlasını göreceğiz kuşkunuz olmasın.
Zira IŞİD vahşeti ve gerçekliği, PKK’ya tarihinin en büyük fırsatını sundu.
Bu fırsatın yaratılmasındaki en büyük amillerden birisi; kör ve sağır bir romantizmle nice El Kaide unsurlarıyla kol kola başlayan Suriye muhalefetine kontrolsüz askeri, lojistik ve ekonomik sevkiyatta bulunan AKP hükümetiydi.
(...)
PKK, örgütsel varlığını bu noktaya taşıyabilme sürecinde AKP hükümetinin stratejik körlüğüne ve ütopik mutabakatlarına kuşkusuz müteşekkirdir.
Her PKK il toplantısında “Başbakan demek Kürdistan demektir” diye sayıklamaları beyhude değil...
Gültekin Avcı/Bugün
Bugüne bak, yarını gör
Yüksek Seçim Kurulu, Cumhurbaşkanlığı seçiminin kesin sonuçlarını cuma günü açıkladı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiğine ilişkin mazbatayı TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e “elden” teslim etti.
YSK Başkanı bunun için düzenlenen törende “anayasal görevlerini tamamladıklarını” söyledi.
Şimdi “anayasal görev” Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e geçmiş bulunuyor.
Çünkü seçim sonucunun kesinleşip ilan edilmesi ile birlikte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekilliğinin düşmesi, ona bağlı olarak Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı görevlerinin sona ermiş olması da
gerekiyor.
Gül’ün yeni bir başbakan adayına görev vermesi, TBMM Başkanı’nın da Erdoğan’ın milletvekilliğinin sona erdiğini açıklaması gerekiyor, ama onlarda “tık” yok!
Biliyorsunuz, Erdoğan Anayasa ve Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nu “takmıyor”!
Onu Anayasa çizgisine çekecek olanlar belli ki Erdoğan’dan korktukları için susmayı tercih ediyorlar.
Daha yemin etmeden Anayasa’yı çiğnemekte sakınca görmeyen birisinin nasıl bir Cumhurbaşkanlığı dönemi yaşayacağını ve bizlere yaşatacağını bu hareketine bakarak öngörebilirsiniz.
Mehmet Y. Yılmaz/Hürriyet
Muhalefete “bu suça ortak olmayın” çağrısı:
Bırakın kendi çalsın, kendi oynasın
Erdoğan, Cumhurbaşkanı yeminini nasıl edecek, nasıl ant
içecek?
Çünkü o yemin metninde, Erdoğan’ın temel ilkelerine ters gelen birçok söz var. Mesela demokrasiye inanmıyor ama demokrasi için şeref ve namusu üzerine ant içmek zorunda!
Atatürk’ü hiç sevmiyor ve onun ilkelerine karşı çıkıyor. Böyle olduğu halde “Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, bütün Türk Milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içiyorum” diyecek.
Türk Milleti’nin varlığını da kabul etmiyor “Türk yok, Türkiyeli, var” diyor. Öyle olduğu halde Türk Milleti üzerine nasıl yemin edecek?
Tabii ki bunları söylemeye mecbur. Aksi halde göreve başlayamaz. Peki, nasıl olacak bu?
Takıyye yapacak... Takıyye bir çeşit yalandır!
Şimdi, muhalefete düşen görev ne? CHP ve MHP, Meclis’teki yemin törenine tıpış tıpış gidip, inanmadığı erdemlere yemin eden Erdoğan’ı mı dinleyecek?
Yalanlara ortak mı olacaklar?
CHP ve MHP’ye düşen görev, yemin törenine katılmamak, tavır koymak ve töreni boykot etmektir!
Bırakın Erdoğan kendi kendisine yemin etsin. Yani kendi çalsın, kendi oynasın!
“Yeni Türkiye” sloganı altında yapılmak istemen iş Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak, yeni bir devlet kurmaktır.
CHP ve MHP, bu suça ortak olmamalıdır!
Rahmi Turan/Sözcü
Kalpazanlık gıda oldu yağcılığı besliyor
100 liralık kağıt paranın mora kaçan mavi rengini bir türlü tutturamayan ve her yakalanışında pişkinliğe vuran kalpazanların durumuna benzedi.
Pişkinlik damarı yırtıldı.
(...)
Birinci Kalpazanlık:
Cumhurbaşkanı seçilmek için halkın oylarını avlama ihtiyacında olan Başbakan, havalimanı temeli attıktan hemen 10 gün sonra ihaleyi alan beşli şirketin sözcüsü, “Pistin altı bataklık çıktı” diye açıklama yaptı.
Bataklık çıktı.
Maliyet şişti.
Ne kadar şişti?
O gizli.
Şişen bedeli kim ödeyecek?
O da gizli.
İkinci Kalpazanlık:
Pistlerin kotu indirildi.
Kotun ineceği biliniyordu.
İhaleye inmiş kotla çıkılmadı.
Maliyet 2 milyar Euro düştü.
Kotun inmesiyle ortaya çıkan 2 milyar Euroluk maliyet azalması, ihalede kararlaştırılan başlangıç bedelinden bu havalimanının yaptırıcı sahibi devletin lehine mi yazılacak? Yoksa yeni cumhurbaşkanının yakın arkadaşları “havuzcu işadamlarının” lehine mi değerlendirilecek?
Üçüncü Kalpazanlık:
Arazide traş ihtiyacı doğdu.
Maliyet yine arttı.
15 milyar Euro’ya çıktı.
Evet, evet doğru okudunuz.
Seçim öncesi 10 milyar 247 milyon Euro’ya mal olacak diye anlaşma yapılan Havalimanı’nın maliyetinin 15 milyar Euro olacağını yeni Ulaştırma Bakanı Lütfi Elvan, ekonomi muhabiri Hacer Boyacıoğlu’na; “... Kot farkı değişecek ama bu durumda o bölgede traşlamalar meydana gelecek. İnşaat maliyeti artabilir... 10 milyar Euroluk bir yatırım belki 12-13-15 milyar Euro olacak” dedi.
***
Aynı Bakan Lütfi Elvan; yeni havalimanına Recep Tayyip Erdoğan (RTE) isminin verileceğini doğruladı ve “onun için ne yapsak azdır” dedi. İstanbul’da Atatürk Havalimanı kapatılıyor. Yerine yenisi 10 milyar Euro’ya ihale edilip 15 milyar Euro’ya bitiriliyor.
Adına da RTE yazılıyor.
Kalpazanlık gıda oldu.
Yağcılığı besliyor.
Necati Doğru/Sözcü
Var böyle pişkin yayın yönetmenleri
Aslen Ekrem Dumanlı’nın dünkü iki yazısından ilki, yani “İslamcıların fikir üretemeyen, düşünce tartışması yapamayan memurlara dönüştüğü” eleştirisi sağlam bir “bunu şeyh-mürit ilişkisini kabullenmiş sen mi söylüyorsun” analizini hak ediyordu ama ikinci yazıdaki insan zekasına hakaret dozu öyle ağır geldi ki, Dumanlı’nın bu köşede ağırlanma vesilesi otomatikman değişti.
Akşam gazetesinin Selam-Tevhid soruşturması kapsamındaki “dinleme” haberlerinin yalan olduğunu, bunun da ortaya çıktığını ifade eden Dumanlı, en sert perdeden şöyle buyurmuş:
“O gazeteyi yöneten arkadaş, Zaman’a iftira eden bir manşet attı; sonra bu gazeteden hodri meydan denerek ”Şerefiniz, onurunuz varsa ya ispat et yahut özür dile“ cevabını aldı. O gün bugündür özür dilemeyerek basın tarihinin en pişkin yayın yönetmeni sıfatını taşıyor.”
Şimdi bir “yalan haber” hikayesi de bizden dinleyin, “basın tarihinin en pişkin yayın yönetmeni” sıfatını taşıması gereken kim, siz karar verin:
Tarih 18 Aralık 2012. Zaman gazetesi, Ümraniye davası kapsamında, Naip Hakim Hüsnü Çalmuk tarafından hazırlanan ve Genelkurmay Başkanlığı’nda ele geçirilen hard disklerin bir kısmının çözümünü içeren raporu, birinci sayfadan şu başlıkla duyurdu:
“Gazetecilerin köşe yazısı Genelkurmay’dan”
Habere bakılırsa Yeniçağ da dahil birçok gazetenin, bir çok köşe yazarı, Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi üzerinden e-postalarına yollanan bilgileri servis ediyor hatta hazır yazılara sadece imzalarını koyuyorlardı. Külliyen yalandı tabii. -Teferruatı uzun, merak edenler Yeniçağ’daki yazı arşivimden ulaşabilirler- Raporda bu kanıyı oluşturacak bir tek ifade bulunmamasına rağmen Zaman gazetesi bir çok gazeteciyi “psikolojik operasyon elemanı” gibi yaftalamıştı. Yalanlarını kanıtladık, iftiralarını yüzlerine vurduk; peki özür? Düzeltme?
Hak getire...
Diyeceğimiz Dumanlı doğru söylüyor;
Var böyle pişkin genel yayın yönetmenleri!
Ekrem Dumanlı
“HALK”ımız da bir garip
ulki Cevizoğlu, Necdet Saraç gibi köşe yazarlarının sahibi CHP Milletvekili Durdu Özbolat olan Yurt gazetesinden kovulmasından sonra, CHP tarafından desteklenen Halk TV de Nihat Genç’le yollarını ayırdı.
Kurumun Şaban Sevinç tarafından ilan edilen gerekçesi:
Program maliyetinin yüksekliği ve reyting alamaması.
Yuh artık!
Sanırsın bir hafta Mogadişu’dan, bir hafta Maldivler’den sesleniyor Nihat Genç izleyiciye. Halk TV Stüdyosunda, bir masa, iki sandalye; sunucu soruyor, Genç cevaplıyor...
“Gezi” de gece gündüz sokaklardan naklen yayın yapan, bu emeğinden dolayı ciddi manada “gönüllü desteği” alan, gelinen son noktada nihayet muhabirleri “özel uçak”la taşınan Halk TV, tek kelimeyle komik oluyor!
Uğur Dündar’ı, Ayşenur Arslan’ı taşıyan kanal, Nihat Genç’i mi kaldıramıyor?
“HALK”ımız da bir garip yani;
Ceyda Karan’lara, Mehmet Altan’lara, Amberin Zaman’lara açtığı kucağına bir Nihat Genç’i sığdıramıyor.
Hadi iktidar “Yeni Türkiye” dizayn etme derdinde, peki ana muhalefetin “açılım”cı, neo-liberal, 2. Cumhuriyet’çilerle kol kola giriştiği bu “operasyon”larının amacı ne; onlar neyi dizayn ediyor; “Yeni Türkiye”ye uyumlu muhalefeti mi?
Nihat Genç
Dost kazığı(!)
Uzuuun tatilinden döner dönmez Melih Gökçek’in oğlunun kanalından cemaati bombalayan Hüseyin Gülerce’nin yaptığına başka ne denir ki!
Bir zamanlar “cemaatin sözcüsü” varsayılan Gülerce, Beyaz TV’de düne kadar “kendi sehpasını tekmeliyor, sonu geldi” dediği Erdoğan’ı yere göğe sığdıramazken “beddua” eden eski dostlarına karşı çıktı:
“Milletin yarısına hakaret etmenin anlamı yok. Açıkça söylenmese de “Allah belanızı versin” bunları bunları yapan adamı seçiyorsunuz. Öyleyse hangi taş büyükse ona vurun. Herşeyden önce bu, demokrasinin ruhuna aykırı. Senin istediğin gibi bir sonuç, sandıktan çıkmadı diye sizin seçmene, seçmen iradesine hakaret etmeye hakkınız yok bir defa.”
Vefa da bir semt adı, bir boza markası sonuçta!