‘Dış Mihrak’ arayanlar Hatay’a uğrasın
(...) Uçaklar dolusu turistin, Türkiye’ye aktığı yaz mevsiminde değiliz.
Aylardan ocak. Vakit akşamüzeri.
Türkiye’nin 957 ilçesinden birinde, kent merkezine gitmek için, saatli kalkacak olan bir dolmuşa biniyorsunuz. Her şehirde, onlarcasına rastlanan dolmuşlardan biri...
Arkanızda, kısa saçlı sarışın bir genç kadın telefonda.
Sesini kısma gereği duymadan bağıra bağıra Fransızca konuşuyor.
O sıra dolmuşa binen bir adam Arapça yön soruyor. Sizse şoföre dolmuş ücretini Türkçe uzatıyorsunuz.
Bitmiyor. En arka sırada da yanlarında şirin bir kız çocuğu genç bir karı koca İngilizce konuşmakta.
Evet, Reyhanlı dolmuşundasınız....
Zaten zihniniz, sabah şehirde kahve içmek için gittiğiniz mekânda rastladığınız bir masayı not etmiş. Elinde defter, akıcı İngilizcesiyle orta yaşlı bir kadın, başörtülü bir kadınla sohbette. Yanından geçerken defterin üzerinde “religion” (din) kelimesi gözünüze çarpmış.
Aynı günün akşamı dolmuşta kulaklarınız dört dil birden duyunca, duraksıyorsunuz işte. (...) iç savaşa komşu bir sınır şehrindeyseniz, o sınırda bundan sekiz ay önce bombalar patlamış, 53 kişi ölmüş, iki gün önce de mühimmat yüklü olduğu söylenen bir TIR aranamamışsa, düşüncelerinizin farklı yönlere akmasına engel olamıyorsunuz.
Son iki yıldır kim bilir kaç kez duyup okuduğunuz “Hatay’da ajanlar cirit atıyor” cümlesini anımsıyorsunuz.
Ve yanılmayı dileyerek bu güzelim şehrin değişen dokusunun, bozulan sosyal yaşam dengelerinin görünür bir gelecekte çok önemli sonuçlar doğurabileceğini hissediyorsunuz.
“Dış mihrak” arayanlar biraz da Hatay’a baksa keşke diyorsunuz.
Çiğdem Toker/Cumhuriyet
+++
Konsomatris gazeteci!
Baktım da gençlik yıllarımı hatırladım. Büyüyüp, benliğime kavuştuğum Adana’da o yıllarda pamuk hacıağalarının, buğday tüccarlarının, küncü (susam) ve karpuzun iyi para yaptığı yıllarda tarla sahibi para babalarının gittiği gece pavyonları vardı.
Pavyonlar akşam dolardı.
Sabah 03:00’te boşalırdı.
Çukurova’nın güç ve kudret sahipleri gerilim atmak, öfke boşaltmak, derdini dökmek, rahatlamak için konsomatris kızlara koşardı.
Zennube sahne alır.
İbrahim Tatlıses türkü söyler.
Para babası kızar.
Anlatır, öfkelenir.
Gerilimini kusardı.
***
Konsomatris kızın işi bu; para sahibinin kızdığına kızar, küfür ettiğine küfür eder, öfkelendiğine öfkelenir, yarı çıplak gece elbisesi içinde İskenderun Soğukoluk’ta öğrendiği seksi kıvrak dişi figürler yaparak ve memesi ile kalçalarını elleterek hacıağaları memnun ederdi.
Baktım da...(!)
Konsomatris kıza benzettim.
Önceki gün Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde basın toplantısına özel davetli çağırılan 47 gazeteci-yazar (bunların 7’si akademisyen tüccar) Adana pavyonlarının konsomatris kızları gibiydiler.
Tam 4 saatlerini verdiler.
Başbakan’ın öfkesini aldılar.
Kızgınlığını emdiler.
Stresini boşalttılar.
Yazarlıklarını ellettiler.
Gazeteciliklerini okşattılar.
Başbakan’ı rahatlattılar.
Türkiye yolsuzluktan, rüşvetten çürümüştü. Başbakan, yolsuzluk ve rüşveti örtmek için baskı ve yalanı kullanan bir gücü temsil eder olmuştu. Adalet çökmüş, savcı polisin esiri yapılmış, dosyalar rafa kaldırılmış, belgeler, kanıtlar karartmaya alınmış, ülke ciddi bir ekonomik ve adalet (hukuk) krizine yelken açmıştı. Türkiye bodoslama sivil dinci diktatörlüğe gidiyordu. Bu 40 gazeteci yazar ve 7 akademisyen tüccar, Başbakan’a halkın merak ettiği 1 tek soruyu dahi sormadılar.
Necati Doğru/Sözcü
+++
Ulu önder Tayyip Erdoğan
AK Parti Milletvekili Mehmet Metiner, şöyle demiş:
- Biatsa biat...
- İtaatse itaat...
- Ölümüne arkasında duruyoruz Başbakan’ın...
- Evet. Biz biatçıyız.
- Biz sadakatle ideallerimizin, önderimiz olan kişinin izinde gitme noktasında biat özleriyiz.
(...)
Mehmet Metiner’in bu “Ulu önder Tayyip Erdoğan” demeciyle...
“Andımız çok ilkel yav... Tek bir kişiye itaat mi olurmuş? Tek adam anlayışı çocuklara benimsetilemez... Tek adamlık kabul edilemez... Kişi tapınmacılığı olmaz...” türü itirazlar da çökmüştür...
Ahmet Hakan/Hürriyet
+++
Bir “yandaş medya harikalar diyarında” masalı
Yağcılar’da inecek var
-Kaptan bey, zahmet olmazsa Yağcılar durağında inebilir miyim lütfen? diye seslendiğimi hatırlıyorum en son...
Derken minibüs hemen kıvrak bir manevrayla sağa yanaştı, otomatik kapı açıldı, indim. Aa, durakta birçok tanıdık simâ, “Oo hoş geldin; geciktin yahu, senin için bayağı üzülüyorduk.” diyorlar.
(...)
Derken büyükçe bir holdingi andıran bir binaya girdik. Ortam latif; her taraf pembeye boyalı, her duvarda büyük lider posterleri. Havaya hafiften “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısının enstrümantal nağmeleri yayılmakta. İçeri girer girmez inanmazsınız, tabiatım değişti, mutlandım. Güçlü, haklı, kalabalık ve çok kararlı bir topluluğun parçası olduğumu hissedip rahatladım. Bu özgüvenle önceki yazılarıma şöyle bir baktım, içimi pişmanlık bastı. “Bunlar nasıl bir lâflar yahu, resmen ayıp etmişim” diye kendimi payladım. Oturmam için güzel ve yumuşak bir deri koltuk gösterdiler. Derken yan tarafa birkaç koltuk daha getirdiklerinde; “Bunlar kimin için?” diye sordum, “Doğruyu bulan ve cesaret gösterip gelen sadece sen değilsin, başkaları da sırada, onlar için bu hazırlık” dediler. “Kim ki bunlar?” dedim, “Basındaki sinyalleri doğru okuyabilseydin anlardın!” deyince fazla üstelemedim. Derken o esnada iyi giyimli bir görevli yanıma geldi, “Burada âdettir” dedi; üyelik kaydınızı yapmadan önce, yazdığınız gazetede özeleştiri yapan bir yazı yayınlamanız gerekiyor.“ ”İyi ama“ dedim ”Taraf değiştirmiş olmam yetmiyor mu?“ ”Oo“ dedi görevli, ”Senin gibi yazar çok bizde; önemli olan durakta inmeden önce ’Aklınızı başınıza alın; bunların şakası yok, iki vakte kadar paralel yapıya müthiş operasyon geliyor, kaçılıın’ yollu şeyler yazmalısınız ki, burada itibarınız olsun.“ dedi.
A.Turan Alkan/Zaman
+++
MİT’e operasyon
Geçen çarşamba günü bir güç ya da bazı güçler, MİT’in Suriye’ye gizli olduğu varsayılan bir sevkiyat operasyonunu, karşı bir operasyonla açığa çıkardı ve Ankara’yı Suriye siyaseti açısından dünya önünde zor bir duruma düşürdü; MİT’i de prestij kaybına uğrattı. (...) Türkiye’nin içinde ve dışında gelişmiş bir casusluk kapasitesine sahip bir güç ya da güçlerin ittifakı, Ankara’nın Suriye’de yanlış taraflara yardım ettiğini düşünüyor olmalı ki bu politikayı Ankara’ya olağanüstü maliyetli hale getirip onu caydırmaya çalışıyor.
Bu operasyonlar vasıtasıyla Ankara’yı Suriye’deki iç savaşın kışkırtıcısı ve cihadistleri silahlandıran aktör olarak tescil ettirmeye çalışanlar olabilir.
Bu saatten sonra “Yardım Türkmenlere gidiyordu” demek belki Türkiye kamuoyunda vaziyeti idare etmeye yarayabilir ama bu kez korumasız ve dağınık durumdaki Türkmenleri daha fazla tehlikeye atar.
Bir de tabii, aranması engellenmiş bir TIR’da masum insani yardım olduğuna dünyayı inandırmak mümkün değildir.
Kadri Gürsel/Milliyet
+++
“Kökünü kurutacağız” demenin en nazik şekli
Türkiye, hiçbir surette taşıması mümkün olmayan bu ikili yapıdan mutlaka kurtulacak. (...) Yeni Türkiye, geç kalmış hükmünü yine hukukla, yaşla kuruyu ayırarak ve bilhassa tabanda buruk bir tat bırakmadan icra edecektir. Herkes için en sağlıklı ve “kalıcı” yol da bu olacaktır. Kalıcı...
Mustafa Karaalioğlu/Star