Kovulan yazardan “benim medyam” analizi: Kendisini kesecek kasabın bıçağını yalayacak inekler misali...
Bu kadar yalakalık da fazla
‘Arap Baharı’ ile birlikte uluslararası medyanın nasıl bir konu üzerinde odaklanıp örgütlendiğini hep birlikte gördük. Herkes aynı kaynaktan besleniyor ve aynı hedefe yönelik yayın yapıyordu.
Suriye olayları bu yayın politikasına farklı ve tehlikeli bir boyut kazandırmıştı.
İşte size bir örnek:
Katar Şeyhi’nin sahibi olduğu El-Cezire Televizyonu dün muhaliflerin toplandığı Tahrir Meydanı ile Mursi yanlılarının toplandığı Adaviye Meydanı arasındaki farkı metrekare olarak veriyordu. Kanal; uydulardan alınan görüntüleri hesaplayarak Tahrir’de 650 bin, Adaviye’de ise 950 bin kişinin toplandığını söylüyordu. Oysa aynı kanal, Mübarek devrildiğinde Tahrir’de 3 milyon insanın toplandığını ısrarla söylüyordu.
‘Arap Baharı’ ve Suriye olayında tüm yalanlar böyleydi.
El-Cezire Televizyonu bir MOSSAD ve CIA operasyon merkezi gibi çalışıyor.
Bizdeki medya ise bu uluslararası planın bir parçası olarak gerekeni yapıyor. Örneğin Anadolu Ajansı işini gücünü bırakıp Adaviye Meydanı’nın haberlerini veriyor. Oysa ‘Arap Baharı’ ve Suriye konusunda Ankara’nın stratejik müttefiki Körfez ülkelerinin çağdışı ilkel ve bağnaz kral, emir ve şeyhlerinin tümü şimdi Erdoğan’dan farklı olarak Mısır’daki askerlerden yana. Kerry ise ‘Askerler demokrasiyi yeniden inşa edip güçlendirmek için müdahale etti’ diyecekti.
Özetle her şey medya üzerinden yürüyor, yürütülüyor..
Bunun farkında olan AKP iktidarı son yıllarda medyayı ele geçirmek için özel ve yoğun bir çaba içine girdi. Bu alanda nelerin yaşandığını ve AKP’nin medyayı nasıl ele geçirdiğini hep birlikte gördük, görüyoruz.
Ama AKŞAM Gazetesi olayı çok farklıydı.
Bildik baskıcı yöntemlerle medya patronlarını sindiren ve medyada birçok meslektaşımızı dönek olmaya zorlayan AKP Çukurova Grubu’na bağlı medyaya el koydu.
Neden ve hangi koşullarla el koyduğu konusunu bir yana bıraksak bile TMSF’nin gazete ve televizyonları satmadan bizleri atması çok ilginçti. Oysa TMSF devlet adını bir yediemin pozisyondaydı ve tasarrufta bulunamazdı.
Ama bulundu ve birçok kişiyi işten attı.
Gezi olayları sırasında atılanlar ise olayın başka bir boyutu.
Ama bu olayda işin en ilginç boyutu ‘Evet ama yetmez’ diyenlerin geldiği nokta.. Çünkü AKP onlara da acımadı.
Birçokları atıldı, atılmayanlar ise sıralarını bekliyor.
Ya daha da dönekleşip yandaşlaşacaklar ya da başlarına gelecekleri peşinen kabullenip bir an önce biz atılanların safına katılacaklardır..
Çünkü AKP medyayı mutlak kontrol etmenin peşinde ve bu çabasından asla geri adım atmayacaktır. Çünkü AKP halkın gerçekleri öğrenmesini istemiyor. Bunun da en somut kanıtı benim durumum. Bir zamanlar televizyonların vazgeçilmez yorumcusu olan ben, şimdi korkudan aranamaz oldum. Daha açık bir ifade ile tüm televizyonlara verilen talimatlarla benim başta Suriye olmak üzere bölge konuları ile ilgili konuşmam yasaklanmıştır. Böyle bir yasak, yasaklayıcıların ne denli acz içinde olduklarını gösteriyor ve kanıtlıyor. Adlarını hiç duymadığım ‘uzmanlar’ televizyonlara çıkartılıyor ve halka yalan söylemeleri isteniyor. Onlar da ’tamamen duygusal nedenlerle’istenilen yalanların âlâsını söylüyor ve ahkâm kesiyorlar. Bu kadar da yalakalık fazla.
Kendisini kesecek kasabın bıçağını yalayacak inekler misali...
Hüsnü Mahalli/Yurt
+++
Allah hepinizin “güvenliğini” versin...
Türk hukuk sisteminin en önemli yargılamalarından biri olan, “iddia halindeki Ergenekon Davası” nda sona gelindi.
Karar büyük bir olasılıkla yarın(bugün) açıklanacak!
Bu dava kapsamında yargılananlardan biri de İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek...
Yani hâlâ her seçime giren, legal bir siyasi partinin lideri...
Aynı zamanda Aydınlık Gazetesi’nin ve Ulusal Kanal’ın kurucusu...
Doğal olarak bu kurumlar, Perinçek’i ve diğer sanıkları yalnız bırakmamak için tüm vatandaşları yarın Silivri’de olmaya davet etti...
Sen misin bunu yapan?
Önce mahkeme; avukatlar, milletvekilleri ve gazeteciler hariç herkese duruşma salonuna girmeyi yasakladı...
Sonra İstanbul Valisi bir açıklama yaparak, Silivri’ye giderek anayasal haklarını kullanmak isteyen vatandaşları açıkça tehdit etti...
Bazı çevrelerin yarın orada büyük bir eyleme hazırlandıkları imasında bulundu!
Sonra da dün sabah İşçi Partisi, Aydınlık Gazetesi, Ulusal Kanal ve TGB yöneticilerine yönelik büyük bir operasyon başlatıldı.
İstanbul ve Ankara’da eş zamanlı baskınlar düzenlendi.
TGB Genel Başkanı Çağdaş Cengiz başta olmak üzere onlarca kişi gözaltına alındı.
Ne ilginçtir ki; Taraf Gazetesi yazarı ve “istihbarat uzmanı” Emre Uslu, bu operasyonların devam ettiği saatlerde bir twit atarak, gözaltı gerekçesini açıkladı:
“Mahkemeyi basacaklardı, sanıkları kaçıracaklardı...”
Yarın Silivri’de on binlerce jandarma ve polis görev yapacak...
Onlarca TOMA ve Akrep, güvenliği sağlayacak...
Cezaevi kampüsüne ulaşan tüm yollar daha şimdiden aşılması olanaksız demir barikatlarla çevrildi...
Ama beyler hâlâ “Mahkeme basılacak, sanıklar kaçırılacak” paranoyasından kurtulamadı!
Ayıptır, ayıp!
Ülke yıllardır baskıyla, yasaklarla yönetiliyor!
Ne yazık ki ülkeyi yönetenler; bu baskıdan ve yasaklardan bunalan milyonların verdiği “Taksim Dersi” nden bile hâlâ bir hayırlı sonuç çıkarmış değiller!
Kararın açıklanacağı son duruşmanın bırakın izleyicileri, tutuklu sanıkların eşlerine, oğullarına, kızlarına, annelerine ve babalarına bile yasaklanması büyük bir ayıptır!
Düşünün; ömür boyu müebbetle yargılanan eşiniz hakkında karar verilecek ama siz bunu gazetecilerden ya da avukatlardan öğreneceksiniz...
O anda yanında olup sevincini ya da üzüntüsünü paylaşamayacaksınız.
Neymiş; güvenlik sorunu yaşanırmış!
Allah hepinizin “güvenliğini” versin...
Amin!
Mustafa Mutlu/Vatan
+++
Balbay davasında yargıya baskı
Tekrar tekrar hatırlatmak lazım; “12 Eylül’den kalan” durum değiştirilmediği için, “darbelerin izlerini sileceğiz” denmesine, birçok maddesi zaten değişmiş olan Anayasa’nın bile bu nedenle yenisi yapılmasına rağmen olduğu gibi bırakıldığı için Adalet Bakanı zaten Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) başkanlık ediyor. Müsteşarı da kurulun içinde..
Bu kurul hakim ve savcıların hakkında karar veren, istediğinde onları görevden alıp başka yerlere tayin eden bir kurul olduğu için ve bu siyasi baskı yargıyı tümüyle siyasallaştırmış durumda.. Yüksek mahkemeler deseniz onların durumu da farklı değil. Şimdi ortada böyle bir baskı varken bir de üstüne Adalet Bakanlığı vereceği kararlar için Anayasa Mahkemesi’ni bile baskı altına alırsa bunun neresine “bağımsız-tarafsız yargı” diyeceksiniz?
Ruhat Mengi/Vatan
+++
Ben demiyorum iktidar diyor
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç 29 Temmuz’da TRT Haber’in canlı yayınında Gezi olaylarından bahsederken “yeni sokak olayları olacağına yönelik istihbarat edindiklerini” belirtti ve “halkı sağduyulu olmaya” çağırdı.
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın 30 Temmuz’da futbol takımı taraftar gruplarının temsilcileriyle yaptığı toplantının, ligler başladığında tribünlerde Başbakan aleyhine sloganlar atılıp pankartlar açılmasının önüne geçilmesinden daha önemli bir gündemi olamazdı. (...) Daha önce hiç görülmemiş olan bu “tribünleri disiplin altına alma” çalışması, tabii ki taraftar gruplarının Gezi’ye aktif biçimde katılmalarından kaynaklanıyor. İktidarın zihnini ve gündemini meşgul eden “eylül sendromu” nun bir unsuru, “Gezi ruhu”nun yeni futbol sezonu başlayınca kendisini bu kez statlarda göstereceği öngörüsüdür. Banal bir öngörü bu. Hiçbir ilginçlik taşımıyor. Keza diploma törenlerinde gösteri yapan “Gezi ruhu”nun, açıldıklarında üniversitelere döneceğini öngörmek için de kahin ya da istihbaratçı olmak gerekmiyor.
Sokuşturmacı gazeteciler
Gezi ruhunu hiç anlamamışlar
Peki, 1 Ağustos tarihli Star gazetesinin birinci sayfasında, “Ege’deki silahlar Gezi’ye hazırlık” başlığını atmak için ne olmak gerekiyor? Yunan Sahil Güvenlik ekiplerinin Sakız Adası açıklarındaki bir botun içinde ele geçirdikleri silahlar ve DHKP-C’li teröristler hakkındaki habere sokuşturulan cümle şu: “Devletin resmi raporlarına göre eylül-ekim döneminde Türkiye’yi kaosa sürükleyecek Gezi benzeri eylemler planlanıyor”.
Belli ki bu sokuşturmacı gazeteciler Gezi’nin ruhunu hiç anlamamışlar. Yoksa roket ve el bombaları ile Gezi arasında bir münasebet kurmaya yeltenmezlerdi. Ama bizim için asıl veri, “Gezi’nin geleceği” nin onlara söylenmiş olduğu.
Gazetenin yazarı Fehmi Koru’nun 30 Temmuz tarihli Eylül Sendromu yazısının başlığı da “Gelecekleri varsa...” idi. İyi saatte olsunlar, “Gezi’nin geleceğini” ona da fısıldamış ki “Ben de bir şeyler hazırlandığından elbette haberdarım” diyor. İlk aşamada Mısır’da olduğu gibi halk sokaklara dökülürken AKP’yi yıpratacak çok yönlü saldırılar başlatılacakmış, ikinci aşamada da yerel seçimlerde halkın AKP dışında tercihlerde bulunması sağlanacakmış.
İktidar, “Gezi’nin geleceğini” herkesten daha isabetli biçimde öngörüyor olmalı ki Gezi hakkında sözcüleri marifetiyle, uluslararası komplolar, darbeler ve terörizmle hemhal bir algı penceresi inşa edip, planladığı baskı ve şiddeti şimdiden meşrulaştırmanın yolunu yapıyor. Koru’nun mealen “Gelecekleri varsa, görecekleri de var” demesi bundan. Ancak bizim için asıl veri, “Gezi’nin gelecek olması”.
Biz demiyoruz, onlar söylüyor.
Kadri Gürsel/Milliyet
+++
Durumdan vazife çıkarma timi
Evet, yemin etseler başları ağrımaz! Erdoğan, ne Hasan Cemal’in, ne Can’ın ne de benim adımı telaffuz edip “atın şunları” demiştir.
Muhtemelen “bu ne biçim yazı” diye köpürmüştür.. “Bu adam Gezi’de bizi vuruyor” demiştir.. Benim için de -daha önce yazdım- “Kanal D’ye çıkarım ama CNN Türk’ü istemem” demesi yetmiştir.
Durumdan Vazife Çıkarma Timi nasıl olsa her an teyakkuzda. Başbakan “leb” dediğinde kapıya konmazsanız, o Tim ne işe yarar!
Ayşenur Aslan/Yurt
+++
“Kul hakkı yiyelim” projesi heyecanla karşılık buldu!
Esrar, eroin çekerdi. Rock dedikleri müzikten yapar, alemden aleme gezerdi. Din değiştirdi. İslam’a geçti. Yusuf İslam adını aldı. Beş yıldızlı otellerde umre yapmış süslüman (süslü Müslüman) hacı sakalı bırakmış ve beyaz sakalına nur sinmiş tavırlarla Türkiye’ye geldi.
Heyecanla karşılandı.
(...)
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi halkın vergilerinden toplanmış paralarla 11 bakanlığın bütçesinden daha fazla parayı her yıl harcıyordu. 2013 yılında 4 milyar 604 milyon TL ile Diyanet İşleri Bütçesi; İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Gümrük Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Avrupa Birliği Bakanlığı bütçeleri toplamından daha fazlaydı.
***
Ye, yut, harca bitmez.
Çünkü her yıl aynı para enflasyondan fazla artırılarak harcansın diye Diyanet İşleri’ne veriliyordu. Kul hakkı yiyebilmenin en kolay yollarından biri Diyanet İşleri Başkanlığı’na yanaşmaktı.
Yusuf İslam, haberliydi.
Kasayı kimler açar?
Yusuf bunu biliyordu.
Yusuf İslam’ı Başbakanlık Merkez Binası’nda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın odasına buyur ettiler.
Eller kavuştu.
Gözler birleşti.
Gönüller kaynaştı.
Başbakan ile sakalına nur yağmış Yusuf birlikte cuma namazına gittiler. Yusuf İslam; ”çocuk yapma önerinizi ikiye katladım, 6 çocuğum var“ diye söze muhabbet ve kalbi sevgiyle girdi; “Kul hakkı yeme projesinin ince detaylarını” İngilizce anlattı.
Türkçeye çevirdiler.
Başbakan, huşu içindeydi.
***
Dünyayı soymuş, Müslümanlar arasına nifak sokmuş, şimdi de dünyanın en zengin ülkelerinden İngiltere’nin üniversite şehri Cambiridge’de 50 milyon TL’ye (25 milyon dolardan fazla) mal olacak bir büyük cami yaptırılacaktı. Cami’nin yanına bir de morg (artık ne içinse) yerleşecekti. Yusuf İslam, işte bu cami ve morg için Diyanet İşleri Bütçesi’nden 50 milyon TL’yi istiyordu. Cambiridge, İslam şehri değil.
Müslüman cemaat de yok.
Cemaatsiz cami yapılıyor.
Cemaatsiz camiyi yapma parası, orada ibadet edecek olanlar değil de, Türk halkından toplanan vergilerden karşılanırsa bu ”kul hakkı yemeye” girmez mi? Yusuf İslam ile Başbakan; ” Allah’ın her 100 emir ve yasağından 75’inin (hemen, hemen dörtte üçü) kul hakkıyla ilgili olduğunu“ bilmezler mi?
Yusuf, dönme Müslüman.
Bilmiyor diyelim.
Başbakan da akıl etmiyor.
***
Allah’ın kesin emir ve yasağına rağmen mübarek ramazan günü Yusuf İslam’ın Ankara’ya getirdiği ”Kul Hakkı Yiyelim Projesi“ heyecanlı karşılık buldu.
Bütün yandaş gazeteler!
Bütün yağcı TV’ler!
Yusuf İslam’ın Türk halkının vergileriyle cami yapma dinci cambazlığını Başbakan’a dalkavukluk haberine çevirdiler.
Din yiyicilik aleti oldu.
Allah, bunları görüyordur.
Necati Doğru/Sözcü