Karabağ olmadan asla!
Kim ne derse desin, Türk dış politikasının zaman zaman yaptığı başarılı hatta cesur girişimlere rağmen, ana sorun daha doğrusu milli davalarda ne yazık ki, cılız ve etkisiz kalıyor.
AB’yi bir yana bırakırsak, Kıbrıs, Irak’ın kuzeyi, Ermenistan dolayısıyla Karabağ sorunlarında mesafe alınamıyor.
Gerçekten de, genç nüfusu, stratejik konumu ile “ben de varım” demesi gereken bir Türkiye ana sorunlarda şimdi “suspus” bir şekilde günlerini yitiriyor.
Oysa Türkiye, değil Orta Doğu’nun tüm dünyanın “enerji santrali” , doğu ile batı arasında “koordinatör” olma olanaklarına sahip bulunuyor.
Bırakın her türlü cesur adımları veya girişimleri, bir Türkiye-Azerbaycan dostluğunu bile yürütmekten veya korumaktan “acizlik” çekiliyor.
Hâlbuki bir Azerbaycan dostluğu, kardeşliği, iki ülkeyi, kimseye “muhtaç” olmadan süper hale getirmeye yetiyor. Azerbaycan’ın büyük lideri, rahmetli Haydar Aliyev’in “bir millet, iki devlet” sözü sırf söz olsun, kahramanlık olsun diye tarihe mal edilmiş bir “vecize” den ziyade çok büyük ve derin anlamlar, sorumluluklar taşıyor.
Gerçi oğlu, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlhan Aliyev, bu tarihi sözlerin arkasında durma gayretleri gösteriyor. Ne var ki, iki ülke arasındaki ilişkiler bir türlü istenildiği veya olması gerektiği gibi gelişmiyor.
Türkiye-Azerbaycan dostluğunun, kardeşliğinin sıkı ekonomik işbirliği, hatta müşterek oluşumlara dönüşmesi, her iki ülkenin de talihini değiştirmeye yetiyor.
Söz gelimi, özellikle Azerbaycan, Ermeniler’in Karabağ’ı “işgal” etmelerinden, Türkiye’ye de, tutumlarından rahatsız bulunuyor.
Ne yazık ki, mevcut Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Ermenileri “durdurabilecek” güce bile varamıyor.
Her şeyden önce, Türkiye’nin daha atik, daha duyarlı olması gerekiyor.
Arkasından da, Türk-Azerbaycan dostluğunun, ekonomik işbirliğinin yanı sıra, bir çeşit “pakt” a da dönüşmesi icap ediyor.
Yoksa rahmetli Aliyev’in “bir millet, iki devlet” söylevi sadece “vecize” kalmaya mahkum görünüyor.
Gerçi Türkiye ile Azerbaycan askeri sahada, herhangi birine saldırı yapılırsa, öbürü de kendiliğinden muhatap sayılacağı yolunda bir gizli anlaşmanın imzalandığı da yakın zamanda kamuoyuna sızmış bulunuyor.
Ancak şu da asla unutulmamalıdır ki,Türk milleti hiçbir zaman, kardeş Azerbaycan’nın Karabağ üzerindeki haklarını unutacak bir tiynet taşımıyor.
YKM’nin renk ve ahenk gecesi
Rahmetli Nuri Güven’in 1950 yılında Sultanhamam’da kurduğu küçük bir kumaş dükkanından bugün Türkiye’nin en büyük, çok katlı mağaza zinciri konumunda. 470 milyon lira ciroya sahip YKM 60’ıncı yılını coşkuyla kutladı.
Davette, YKM’nin 60.yılı için hazırlanan “Modanın Türkiye Serüveni” filmi de izlendi. YKM bu filmle Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze moda olgusunu, hazır giyim endüstrisinin gelişimini müzik, dans ve filmlerle paralellik kurarak gözler önüne serdi. Filmden sonra İlhem’in de mini bir konser verdiği davete, YKM yöneticileri, hazır giyim markalarının üst düzey yöneticileri, tasarımcılar ve sektörün önde gelen isimleri katıldı.
Moda,sanat,medya,ekonomi, perakende ve tekstil sektörünün önde gelen isimlerinin katıldığı gecede, Nejat Ekrem Basmacı, Mehmet Bayar, Yalçın Doğan, Vahap Munyar, Arnold Honfer, İbrahim Arıkan, Zuhal Baltaş, Acar Baltaş, Kemal Gülerman, Erdoğan Ertungalp, Fatih Saraçoğlu, Abdullah Usal, Ufuk Muhsinoğlu, Cem Hakko, Abdullah Taviloğlu dikkatleri çekti.
YKM Yönetim Kurulu’nun 3 kuşak temsilcileri 60’ıncı yıl mesajlarını şöyle verdi:
Yönetim Kurulu Başkanı Fethi Ağralı: “Yılmadan çalışmak, müşterileriyle bir aile olmak, dünyadaki yenilikleri takip etmek, ilklere imza atmak başarı getirdi”.
Yönetim Kurulu Başkan Vekili Gülay Tan: “Filmini izlerken, babam hiç aklımdan çıkmadı. Babam, sadece YKM’nin değil, sektörün gelişmesine bir ömür vakfetti”.
Yönetim Kurulu Başkan Vekili Lale Güven Tuğlu: “Babamdan devraldığımız YKM’yi büyüterek bugünlere getirdiğimiz için mutluyum”
Yönetim Kurulu Üyesi Oral Tan: “Moda dünyadaki her şey için bir yenilik yaratma çabasındaysa, YKM de mütevazi duruşuyla, bu değişimin ve gelişimin en çarpıcı parçasıdır”.
Yönetim Kurulu Üyesi Harun Tan: “İnşallah 75’inci yılımızda çok daha büyük başarılara imza atmış olarak karşınızda olacağız. Bugün YKM olarak geldiğimiz noktada, 4 bine yakın çalışanımız, 1000’in üzerinde iş ortağımız, yaklaşık 150 bin ürün çeşidimiz ve yıllık 40 milyon ziyaretçi sayımızla Türkiye’nin en büyük çok katlı mağazalar zinciriyiz”
Yönetim Kurulu Üyesi Saruhan Tan: “Modanın Türkiye Serüveni Nuri Güven’in anısına sektörümüze hediye etmiş olduk”.
Yönetim Kurulu Üyesi Emir Kunt: “60 yıla geri dönüp baktığınızda YKM’yi YKM yapan en önemli unsur, kurumumuza duyulan güvendir. Bugün bizler bu milyonlarca insanın güveninin de mirasçılarıyız”.
Yönetim Kurulu Üyesi Nuşin Oral: “60 yıllık bir şirketin hikayesinin bir parçası olmak inanılmaz bir deneyim, büyük bir gurur”.
Yönetim Kurulu Üyesi Turgay Ağralı: “Ülkemizde her ilde ve yurtdışında özellikle komşu ülkelerde mağaza açma hedefindeyiz”
Memurlara taksitle ilk alışveriş sistemini uygulayan daha sonra da kredi kartının geniş bir biçimde kullanıldığı bilinen eski adıyla Yeni Karamürsel Mağazaları’nın 60. kuruluş yıldönümü gerçekten de namına yakışır bir şekilde kutlandı.
Gazetecilik zor sanattır vesselâm!
Gerçekten de, gazetecilik zor meslektir, sorumluluk isteyen, duyarlılık yüklenen ve bu günlerde tehlikeli meslektir.
Nereden bakılırsa bakılsın, gazeteci kamuoyunu doğru bilgilendirme daha doğrusu yanıltmamaya zorunlu bulunuyor.
Oysa günümüzde, ne yazık ki gazeteci, mesleğini ifa ederken, sorumluluklarını yanı sıra bir tür “dokunulmazlık” zırhının, en azından kendisini koruduğunun büyük yanılgısı içindedir.
İşte kaosun temel noktası burada yatıyor.
Gelişen olayları serinkanlı bir şekilde düşünenler, her şeyden önce “çifte standart” belasından kendilerini arındırmaları gerekiyor. Yani durumu insanlara ve olaylara göre değil, yasalara, etik kurallara göre değerlendirmek zorunluluğu başlıca etken olmalı. Kısacası, gazeteci düşündüğü, yazdığı ve konuştuğu için asla “şüpheli” durumuna düşürülmemeli, ancak yasalara aykırı eylemlere karıştığı daha doğrusu “suçüstü ” olduğu zaman hakkında kovuşturma yapılmalı.
Unutulmamalıdır ki, basın özgürlüğünün olmadığının iddia edildiği ortamlarda bile demokrasiden bahsetmek doğruyu yansıtmıyor.